Birinci Dünya Savaşı 2 Ağustos 1914’te patlak verdiğinde her iki taraf da o senenin sonuna kadar savaşın kendi zaferleriyle biteceğini hesaplıyordu. Neticede savaş 4 yıl ve üç ay devam etti. Bu süre zarfında özellikle dünya denizleriyle irtibatları kopan Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorlukları temel gıda maddelerinde ikmal sorunları yaşadı. Çanakkale seferinin bir amacı da onlarla ittifak halinde olan Osmanlı İmparatorluğunu yenerek onu savaştan çıkarmak ve Boğazları açarak Avrupa’nın o tarihlerde tahıl ambarı olmaya başlayan Rus buğdayının Batılı müttefiklere ulaşmasını sağlamaktı.
Tarih sık sık olduğu gibi bu defa da tekerrür etme yolunda. Rusya’nın 24 Şubat’ta başlattığı Ukrayna savaşının birkaç gün içinde Rusya’nın zaferi ve Ukrayna’nın teslimi ile sonuçlanması, özellikle ülkemizde birçok sözde uzman Rus sempatizanı tarafından beklenirken, üçüncü ayını doldurdu. Ne zaman bitebileceği konusunda da henüz hiçbir işaret yok. Rusya ile Ukrayna’nın mümbit toprakları üzerinde yetişen buğday ve ay çiçeği başta olmak üzere temel gıda ürünleri aynen 100 küsur yıl önce olduğu gibi kilit bir rol oynamaktadır. Yalnız bu defa, açlık savaşan taraflar için değil, başta fakir ülkeler olmak üzere dünyanın kalan kısmı için ciddi bir tehdit teşkil etmeye başladı.
Ülke ne kadar fakir olursa, tehdit o kadar devasa, onun sonucunda çıkan istikrarsızlık o kadar büyük bir risk şeklini almaya başlamıştır. Savaşın bir neticesi olarak artan gıda fiyatları şimdiden Sri Lanka hükümetini sokak gösterileri neticesinde iktidardan etmiştir. Bu tür durumların sorun ağırlaştıkça yayılması beklentisi epey yaygındır.
Yapılan hesaplara göre, dünyada ihraç edilen gıdadan edinilen kalorilerin %12’si Rusya ve Ukrayna kaynaklıdır. Zaten kovid-19 krizi ve iklim değişikliği yüzünden yükselmekte olan buğday fiyatları sene başından bu yana %53 oranında artmıştır. BM Genel Sekreterinin 18 Mayıs tarihinde yaptığı bir açıklamaya göre, temel gıda ürünlerindeki fiyat artışları yeterli ölçüde beslenemeyen insan sayısını 440 milyon arttırarak 1,6 milyara ulaştırmıştır. Önümüzdeki aylarda savaşın devam etmesi halinde bu rakamların daha da artması beklenmektedir.
İngiliz “The Economist” dergisine göre Rusya ve Ukrayna dünyada ihraç edilen buğdayın %28’ini, arpanın %29’unu, mısırın %15’ini, ayçiçeği yağının da %75’ini üretmektedirler. Mısır ve Libya’nın ihtiyaçlarının 2/3’si, Tunus ve Lübnan’ın ise yarısı bu iki ülkeden temin edilmektedir. Ukrayna tek başına 400 milyon insanı besleme imkanına sahiptir. Ülkemiz de normal bir yılda ithal ettiği buğdayın %76’sını Ukrayna ve Rusya’dan satın almaktadır. Ancak tüketiminin sadece %10’unu ithal etmek durumunda olduğu için birçok başka ülkeye nazaran çok şanslıdır.
Bu vahim durumun bir nedeni iklim değişikliğinin Çin, ABD, Fransa gibi büyük tahıl üreticilerinde meydana getirdiği kuraklık ise de savaşın başlıca suçlu olduğu açıktır. Rusya üretiminin bir kısmını ihraç etme imkanına sahip ancak bu imkan Karadeniz limanları Rus ablukası altında olan Ukrayna için mevcut değildir. Kara ve demiryolu alt yapılarının yetersizliği ve demiryolu söz konusu olduğunda sistem uyuşmazlıkları neticesinde Ukrayna’nın savaştan etkilenmemiş olan bu yılki üretimini ihraç etmesi son derece zor olacaktır. Yine BM Genel Sekreterinin tahminlerine göre 20 milyon ton Ukrayna tahılının satılamadan, hatta hasat edilemeden tarlalarda çürümesi ihtimali çok kuvvetlidir.
Bu durumun Avrupa hükümetlerinin dikkatini Odesa limanının ablukasının kaldırılması yollarına yönelttiği özellikle İngiliz basınında görülmeye başlamıştır. Bizim yerli basın yabancı kaynaklı haberleri derleyen bir iki istisna hariç konuya değinmemiş, siyasilerden ise bu konuda herhangi bir açıklama veya görüş dile getirilmemiştir.
Bilindiği üzere savaş başladıktan birkaç gün sonra iktidarımız Montrö Boğazlar Sözleşmesinin 19. maddesini işleterek, çok sınırlı istisnalar dışında Boğazları Rus savaş gemilerinin geçişine kapatmıştır. Bu karar Türkiye’nin Rusya’nın saldırısına karşı aldığı en önemli tedbir olarak özellikle Ukrayna ve Batıda çok iyi karşılanmıştır. Montrö’nün bir gereği olmamakla beraber, Türkiye diğer ülkelerden de savaş gemilerini Karadeniz’e göndermemeleri talebinde bulunmuştur. Zaten Rusya ile askeri bir çatışmaya girme arzusunda olmayan Ukrayna’nın Batılı destekçileri bilindiği kadar Karadeniz’e savaş gemisi gönderme talebinde de bulunmamıştır.
Ancak savaşın uzamasıyla bu durum değişebilecektir. Bu konuda resmi temasların olup olmadığı açık olmamakla beraber, özellikle İngiliz basınında çeşitli senaryoların yavaş yavaş oluşturulmaya başladığı görülmektedir. Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı Liz Truss’un konuya dikkat çektiği ancak ayrıntılı bir talepte bulunmadığı yine basında görülmüştür.
Senaryoların birincisine göre, Türkiye NATO gemilerine uyguladığı Karadeniz’e çıkmama talebini esnetecek, böylece oluşacak filolar Odesa limanı üzerindeki ablukayı kaldıracak, Ukrayna’nın ticaret gemileri de limana girip çıkarak, birkaç haftaya kadar hazır olacak bu yılki hasatı ihraç edebilecektir. Montrö Sözleşmesini incelemiş olan yazarlar, Karadeniz’e sahildar olmayan ülkelere ait savaş gemilerinin hem teker teker hem de topluca tâbi oldukları tonaj ve süre kısıtlamalarından dolayı, böyle bir harekatın ahenkli bir şekilde yürütülmesinin zor olacağı sonucuna varmıştır. NATO ülkesi olmakla birlikte, Karadeniz’e sahildar olan Bulgaristan ve Romanya deniz kuvvetlerinin böyle bir görevi üstlenme kapasitesine sahip olmadıkları genel bir kanaattir. Gerçi Birinci Dünya Savaşında Almanya’nın Türk bayrağı astığı “Goeben” ve “Breslau” gemileri misali diğer NATO ülkelerinin bu iki üyeye geçici veya kalıcı şekilde yeterli ölçüde savaş gemisi hibe etmeleri ihtimali mevcuttur ancak basında böyle bir olasılıktan bahsedildiğine rastlamadım.
Yabancı basın ikinci senaryo alarak, Odesa limanının ablukasının Türkiye tarafından kırılmasını da gündeme getirmektedir. Buna göre, donanmamız ticaret gemilerine Odesa limanını açma görevini üstlenecek, oluşturulacak konvoylara aynen Birinci ve İkinci Dünya Savaşında yapıldığı gibi refakat edip savaş bölgesinden çıkmalarına imkân sağlayacaktır.
Her iki senaryoda da donanmaların Rus mukavemeti ile karşılaşması ihtimali çok kuvvetli olacaktır. Rusya Odesa limanı üzerindeki ablukayı kıracak savaş gemilerine müdahale etmeye kalktığı takdirde savaş genişleyecek ve kendisini NATO ülkeleriyle veya ikinci senaryoya göre Türkiye ile karşı karşıya bulacaktır. Müdahale etmeye kalkmadığı takdirde ise Ukrayna ve dolayısıyla dış dünya üzerindeki bir kozunu kaybetmiş olacaktır. Son günlerde Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile Almanya Şansölyesi Scholz’un Putin ile vaki bir telefon görüşmelerinde ablukayı kaldırması için baskı yaptıkları, Putin’in de cevaben bir süredir dile getirdiği şekilde ablukanın kalkması için savaş başladığından bu yana Rusya’nın tâbi olduğu yaptırımların kalkmasını istediği açıklanmıştır. Ancak yaptırımların savaş bitmeden kalkması söz konusu olmadığı için bu yönde bir ilerleme meydana gelmesi şüpheli görülmektedir.
Her hal ve karda bu durum ülkemiz ve iktidar için ciddi bir sınama teşkil etmektedir. İsveç ve Finlandiya’nın NATO adaylığı krizinin aldığı boyutlar göz önünde tutulduğunda Odesa limanı konusunun müttefiklerimizle serinkanlı bir şekilde ele alınması pek kolay görülmemektedir. Gerçi her olayı bir fırsat olarak görme temayülü gittikçe daha belirgin hale gelen iktidar için Odesa limanının da başka alanlarda pazarlık konusu olabileceği akla gelmektedir. Ancak burada söz konusu olan 100 milyonlarca insanın açlıktan kurtarılması, hiçbir şey yapılmadığı takdirde ölüme terk edilmesi söz konusu olduğu için alışık olduğumuz pazarlık tekniklerinin yanlış anlaşılması ve her zamankinden daha kuvvetli ters tepkilere yol açması ihtimali çok kuvvetlidir. Durduğumuz yerde başımıza yeni dertler almaktansa belki yapılacak en doğru şey, pek kullanılmasına alışık olmadığımız sessiz diplomasiye müracaat ederek Putin’e insancıl gerekçeler kullanarak Odesa limanı üzerindeki ablukayı kaldırmasının ona şimdiye kadar destek vermekten çekinmeyen üçüncü dünya ülkeleri üzerinde olumlu bir etkisi olacağı hatırlatılabilir, bunu yapmazsa, ülkemizin Batıdan gelecek çeşitli önerilere sessiz kalmasının mümkün olmayacağı söylenebilir. Boğazlar üzerinde son söze sahip olan ülkemizden gelecek böyle bir mesaj muhakkak ki Putin’i Macron ile Scholz’un söylediklerinden belki daha fazla etkileyecektir.