Yeni Yıl” vitrini, AVM’si, kampanyası, süslemeleri, ışıklandırmalarıyla artık erkenden geliyor. Çoğu vitrine bir şekilde uğrayan o tefrişatın kaldırılması, sökülmesi de ayrı iş. O kadar süslemiş, uğraşmış insanlar… “İki gün koy, ertesi gün kaldır”a kıyamıyor. Aylar sonra bile “yapışık” Yılbaşı süsleri solmuş gençlik fotoğrafı gibi duruyor bazı vitrinlerde.
AVM’leri erkenden donatan, uzun süre kaldırılmayan dış cephe ışıklandırmalarına bakınca da -büyük harfle- Yılbaşı “en uzun gün”. Bana o geceyi hatırlatan en eski cümlelerden birisi “Valla biz de sabahladık!” olduğu için “en uzun gece” desem de olur. Uğurlaması bile nispeten öyle; o “an” için 10’dan geriye sayıyorsun. Önceki yıla kısaca “Çektir git!” diyenler de kaideyi bozmuyor.
Menzil-“mevsim”-tatil uzun
Masallardaki “40 gün 40 gece”yi öyle (de) yaşatıyoruz bir bakıma. Alış-verişteki rengârenk kampanyalarla “fırsat”ların, umutların, hayallerin menzili de uzuyor. Yaz, kış sezonu bittiğinde değil başladığında, hatta 12 ay asılan “İndirim, ucuzluk” tabelaları da bugün âdetten. Yılbaşında da tabii… “Ucuzluğu” fiyatıyla değil mecazıyla olsa da ne gam. Pazarcıların nidasıyla “Esnaf (da) delirdi!” zira.
Kışın ortasında erken rezervasyonla “Yaz tatili kampanyası”, sıcak ülkelere “Yaza seyahat” turları da hayalleri öne alıyor, mevsimlere meydan okuyor. Kışın “Yaza seyahat” işten de değil. Jules Verne’in devriâlemleri, eserleri o bahiste “Çocuk Kitabı”…
Piyasa hep dört mevsim
“Kampanyanın düşkünü, mayo arar kış günü” misali dükkân dükkân mayo, palet, sandalet aranman da gerekmiyor. İnternette masalındaki gibi “binbir” çeşit. Dört mevsim her gün piyasada.
Zaten tatili dokuz güne ulaşabilen bayramlar gibi Yılbaşı’nda yeni yılın ilk resmi tatilinin de uzaması sıradan artık. Mesela bu yıl takvim tatilciden yana. Pazartesinin gelişi salıdan belli… Pazartesiyi bir yolla halledene, yarım gün salıyı tümleyene hafta sonuyla birlikte beş gün tatil. İmkânı döviz üzerindense yeni yılda televizyonlarımızda patlayan dünyanın havai fişeğini yerinde izleyebilir. Hâl böyle olunca benim yeni yıl yazım da uzadıkça uzuyor…
“İdare”den bir dakika karanlık!
Artık Hicri, Miladi Takvim’in ötesinde “Tatilci Takvimi” de önemli. Haberlere bakarsan “Turizm(cilerin) bayramı” da o günlerde. Esâmesi okunmasa da, bugünkü takvime geçiş sürecinde 1917’de “Takvim-i Garbi” de var. O günden bu yana romanının aksine “Garp Cephesi”nde de çok şey değişmiş, bizim cephede de… “Yılbaşı” da tabii. Takvimdeki “garb”ın ona da etkisi kuvvetli.
Bizdeki tarihine biraz baktığımda kutlamalar Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Hristiyanların, “adalarda modalarda” çoğunluk olan “azınlıklar”ın, İstanbul’da “yabancı misyon”un da etkisiyle 19. Yüzyıl’a kadar gidiyor. 20. Yüzyıl’da da ilk Yılbaşı kutlaması yine İstanbul’da, 1926’da. Normal… Zira Miladi Takvim’e de o yıl, 1 Ocak’ta geçiyoruz. Siftahı takvimden, bereketi kereveti bizden.
1926’da İstanbul’daki Yılbaşı gecesi “Yirminci Asır” dergisinde yayımlanan yeni yıl yazısında da şâaşalı: “Yeni takvimle beraber o gece, perşembenin cumaya bağlandığı, cuma -o devirde- tatil olduğu için her tarafta yapılan yılbaşı eğlenceleri büyük bir rağbet görmüş, herkes sabaha kadar gülüp eğlenmişti. Elektrik İdaresi de ilk defa o gece tam saat 12’de şehrin bütün ışıklarını bir dakika söndürmek âdetine başlamıştı.” (¹)
“Seviyeli” yeni yıl dedikodusu
İstanbul’daki yeni yıl coşkusu, 2 Ocak 1931’deki Son Posta Gazetesi’nin “1931 Sabahı” haberinden de anlaşılıyor: “Dün gece iktisadî buhrana rağmen Beyoğlu, hıncahınçtı. Kaldırımlar ve dükkânlar adam almıyordu.”
Yılbaşı 1935’de çıkarılan kanunla resmen tatil oluyor. 1948’de çıkan bir yazı ise “Yılbaşı magazini”nin, “Yeni yıl dedikoduları”nın edebî örneklerinden. Gazetelere, dergilere “Fitne Fücur” takma adıyla yazan dönemin ünlü dublaj sanatçısı, çevirmen, yazar Adalet Cimcoz’un 1 Ocak 1948’de Salon dergisindeki yazısı:
“Parkoteli’nde gördüğüm Bayan Muallâ, Robert Pike’nin bir tuvaletini giymişti, fil dişi, omuzlarını ve sırtını açık bırakan bu gece elbisesi akşamın en güzel kadınına, güzelliğine bir kat daha yardım etmiş, dirseklerini geçen siyah uzun kolluklar kibar hâlini bir kat daha aksantüe etmişti (vurguluyordu). Parkoteli’ndeki en güzel, en şık ve en zarif kadın muhakkak ki Bayan Fatma Tatari’nin giydiği payet işlemeli tuvaletti, bu güzel kadınımız çikleti geceleri bile çiğniyor”. “Seviyeli ilişkiler”in “düzeyli” dedikodusu…
Fiyata “kot(i)yon” da dâhil
Panorama dergisinde Ocak 1955’te Faruk Fenik’in kaleme aldığı “Yeni Sene Kutlu Olsun!…” yazısı da fikir verici: “İstanbullular bu sene ateşe koşan pervaneler gibi eğlence yerlerine dolmuşlar… Taksim Belediye Gazinosu, Kervansaray, Kordon Blö, Park Otel mahşer gibi… Nerede ise masalar üst üste konacak.”
İstanbul’daki Yılbaşı Baloları Ankara’ya, 1928’de yapılan Ankara Palas’a da geliyor tabii. Süslemeler daha çok eğlence mekânlarında… Gazetelerdeki reklâmlarından Yılbaşı gecelerinde fiyata onların, “kot(i)yon”un da dâhil olduğunu öğreniyoruz. Yani “düğün, balo vb. şenliklerde neşeyi arttırmak için kullanılan, kâğıttan yapılmış serpantin, konfeti benzeri süs”. Mukavvadan yaldızlı şapkaların yanında “Kaynana dili yılbaşı düdüğü” de belki o zamandan yâdigâr.
“Paşaların TRT’si”nde Yılbaşı
Yeni yılı evde karşılayanların transistörü, “yükselteç”i, eğlencesi 1970’lere kadar radyodan, daha hususisi pikaptan, teypten… TRT’nin ilk “Yılbaşı Özel Programı” 1973’de. Yayın tam 11 saat… Lâkin TRT de, programlar da hâlâ 12 Mart 1971 darbesinin koyu gölgesinde.
Zaten TRT’nin Genel Müdürü de Musa Öğün Paşa! TRT’nin generali devletlû, TRT sanatçıları da “devlet memuru” olunca tensikatlar, soruşturmalar, hatta gözaltılar, tutuklamalar sıradan. 12 Eylül darbesinde de aynı sistem; bu kez de genel müdür koltuğunda Macit Akman Paşa var. Sansürler, yasaklar berdevam, paşaların ekran icraatları yıllarca kara mizah, parodi konusu.
“Tayyareden” piyangoyla Yılbaşı fırdöndüsü
Çocukluğumuzun “radyo günleri” lambalı radyosuyla Yılbaşı gecelerini de ışıtıyor. Radyodaki “Dansa Davet Orkestraları”nın Batılı adımlarını, “La Cumbarsita” fonunda net hatırlıyorum. O yıllarda daha farklı da olsa “kutlanan” özel, önemli günler arasında da yeri ayrı “Yılbaşı”nın.
Hemen her haneye uğruyor çevremizde. Milli heyecanı da o gün ikramiyesi çoğalan “Milli Piyango”dan. Atası “Tayyare Piyangosu”… Bugün ikramiyesinin nasıl dağıtıldığına,kazancının ne olduğuna dair iddialar argosunu güncelliyor yeniden: “Tayyareden…”
Bazı evlerde “iddia”lı, kazı-kazan misali kâğıttan, sayıları “ecza”yla kapalı At Yarışı, Tombala’yla, üzeri “Hepsini Al, Bir Koy, İki Al” filan yazılı bakır fırdöndüyle heyecan zirve yapıyor. Sonra hem demode, hem de “kumar” sayıldığı için kalkıyor ortadan herhalde.
Yerini 21. Yüzyıl’da iddiaların “büyük”ü, kurumsalı alıyor. Piyangosu, “iddia”sı, “at”ıyla özelleştirenleri de ibadullah, “kamu teşkilatı” olanı da. Başka “teşkilat”lar da “online” yaygınlaşınca piyasası başka âlem.
Acı diyene gazoz, “Bol”…
Çocukluğumuzda olduğu, elden geldiği kadarıyla özel yemekler-mezeler-çerezler de donatıyor evde Yılbaşı’nı. Masada da uzun sürüyor yeni yılın gereği; “akşama fincan böreği” ile geçiştiremiyorsun. Senede bir gün…
Meşrebince alkol de var elbette. Atatürk Orman Çiftliği’nin (AOÇ) beyaz ve siyah “Ankara Birası”nın özel tahta kasasını o günlerden hatırlıyorum. Bir de içerken içine sade gazoz katılan Cinzano ile ev yapımı “Bowl”ü… Adı üstünde “Bol” diye geçen koca bir kâse içinde meyve parçalarının, bazen suları, likörlerinin alkolle, şarapla, votkayla karıştırıldığı içecek”. “İçkinin tadı acı” diyenin damağına uygun.
“Ankara Köpüklü” patlıyor
Hepsi nostaljinin likitlerinden… AOÇ Şarap Fabrikası’nda Yılbaşı için özel şampanya (“Ankara Köpüklü”) bile çıkarılıyor o yıllarda. 1934’de açılan Ankara Bira Fabrikası 2007’de kapatılıyor. Şarap Fabrikası da 2010’da müze oluyor. “AOÇ Şarapları” ise 12 Ağustos 2020’de Birgün Gazetesi’ne haber…
Zira Sayıştay raporuyla AOÇ’nin depolarındaki 30 bin litre dökme ve 59 bin 874 adet (38 bin litre) şişelenmiş şarabın satışa çıkarılmadığı ve bozulmaya terk edildiği ortaya çıkıyor. CHP’nin “Ne olacak bu şarapların hâli?” mealindeki soru önergesine Bakan Bekir Pakdemirli’nin yanıtı ise tek cümleyle: “AOÇ stoklarında yok.” Ancak şaraplar Ankara Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü’nün düzenlediği raporda da mevcut. Yine masal gibi; “Bir varmış, bir yokmuş” işte.
“Yılbaşı Evreni” değişince…
Gençlik yıllarımın gazetelerine göz gezdirdiğimde “Yılbaşı” ilk sayfalarda ya pek yer tutmuyor, ya da 21. Yüzyıl’daki gibi tam sayfa, kapak kapak, “rengârenk”, “düğün dernek” değil. “1 Ocak” nüshalarında bir satırla, küçücük bir “Yeni Yılınız Kutlu Olsun” patlağı.
1980’lerde zaten gazetelerin de “Evren”i yasaklar, kapatmalarla siyah-beyaz. 12 Eylül darbesinden üç ay sonra 1 Ocak 1981’deki Cumhuriyet Gazetesi’nin manşeti mecburen o Evren; “Evren: 1981 verimli ve başarılı olacak”. Hemen altındaki başlık “Türkiye yeni yıla olaysız girdi”. Bir de “Ecevit, Türkeş ve Erbakan” ifade vermiş…
İlk sayfalar “eğlendirmiyor”. “Vur patlasın” zaten suç, “Çal oynasın” da Evren’in sansüründe… Sanatçısına, türüne göre “müzik” de, “dans-dansöz” de yasak kapsamında. Yılbaşının başı da Evren, sonu da…
“Adamın aklında başka şey var”
Evren “yakın” dansa, “vals”e, tangoya filan bayılsa da başkalarının dans etmesi canını sıkıyor. Öyledir o psikoloji… Bunu kendi anılarının birinci cildinde en “saf” biçimiyle itiraf da ediyor: “Param oldukça dans zevkimi gidermek için barlara giderdim. Dans etmeyi sever ve iyi de ederdim. Ancak konsomatris kızlara acırdım. Önüne gelenle dans etmeye ve içki içmeye mecburdular.”
Sonrasında dans eden gençler bile hedefinde: “Neymiş efendim, taşrada üniversite olmazmış. Sensin taşralı! Çünkü üniversite öğrenimi demek yalnız kitap okumak demek değilmiş; kızlı-erkekli dans edilemeyen yerde üniversite kurulamazmış. Adamın aklında başka şey var.”
“Başbakan’ın aşkı” ilk sayfada
1985’de biraz değişiyor. Devlete, hükümete “magazin”inin samimi teması… Milliyet’in 1 Ocak 1985’deki haberi “Su içti, eşine aşk ilan etti”. Başbakan Özal Yılbaşı gecesi “sadece su içeceklerini” söylemiş ama partisinde topladığını söylediği her eğilimi mutlu etmek için. Zira “Turgut-Semra Özal”ın “alkol”lü fotoğrafları da yıllarca magazin pınarı. Sonra da tatlı çeşitlerinin ağırlıklı olduğu yeni yıl sofralarında Semra Özal’ın elini tutarak “Yeniden aşk ilan ediyorum” demiş.
Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Kenan Evren’in yeni yıl mesajı da dört yıl sonra değişmiş. Etekteki küçük haber o mutlu darbe günlerindeki gibi değil: “1985 zorluklarla dolu bir olacak.” Aynı gün Cumhuriyet Gazetesi de tatsız, bir köşede sadece “Yeni yılınız kutlu olsun”dan ibaret bir kutucuk… Ve iki zam haberi.
“Tayyare Apartmanları”nda Yılbaşı
Yılbaşı sayfaları 1990’da değişiyor. Lâkin 31 Aralık baskıları hâlâ bugünkü gibi değil. Gazeteler “renkli baskı” olsa da Yılbaşı arifesi o günlerde ruhen biraz “siyah beyaz”. 31 Aralık 1989’da Milliyet’in ilk sayfasında “Yılın son günü” spotu dışında bir “hazırlık”, seferberlik yok.
İç sayfalarda iki tane küçük gazino, kulüp ilanı… Sadece 19. sayfa tümüyle TRT’nin “Televizyonda Yılbaşı Programı”na ayrılmış. Onun yeri ayrı. Hele o sene!
“TRT’de devrim” kulak çınlatışıyla da özel. Program artık otel olan Laleli’deki “Tayyare Apartmanları”nda çekiliyor. Fatih’te 7 bin 500 evi yok eden “1918 Yangını”ndan dört yıl sonra yapılmış. “Harikzedegan (yangına uğramış, yangınzede) Apartmanları” olarak da anılıyor. Yılbaşı şenliği de “alev alev”…
TRT’de “altı dansözlü” devrim
Program Zeki Müren’den Bülent Ersoy’a, Sezen Aksu’dan Nükhet Duru’ya, Küçük Emrah’tan İbrahim Tatlıses’e rengârenk. Asıl haber göbekteki koca fotoğrafla, sayıyla: “Tam 6 dansöz çıkacak.”Ama haberin spotundaki son cümle hâlâ can sıkıcı: “Dün yapılan denetimde dansözlerin görüntüleri biraz makaslandı ve ekrana geliş süreleri kısaltıldı.”
Haberde TRT’ye bir “aferin” de gizli: “Bundan önce dansöz konusunda son derece garip davranan TRT yönetimi, bu kez alabildiğine olumlu davrandı.” Normal… Zira o yıl cumhurbaşkanlığına Evren’in yerine Turgut Özal geliyor. TRT Genel Müdürü de diplomat Cem Duna.
Dansözün yanında Bülent Ersoy’a, arabesk sanatçılarına uygulanan ambargo da kalkıyor o süreçte. Cumhuriyet’in ilk sayfasına küçük de olsa giren bir haber başlığı da o yönde: “TRT arabesk, dansöz yasağını deldi.”
Yeni yılda “Yeni iller tatsız”
1 Ocak 1990’da Milliyet Gazetesi’nin ilk sayfası artık komple Yılbaşı. Sürmanşette “Size de çıktı mı?” başlığıyla “15 milyarlık” Yılbaşı İkramiyesi’nin Ankara’daki iki yarım bilete isabet ettiği haberi: “Yeni yılın 90 model iki milyarderi.”
Manşet ise “Yeni iller tatsız”. Üst başlığı “Bayram bitti ‘kel’ göründü”. Aksaray, Bayburt, Karaman ve Kırıkkale il olmuş ama “düğün dernek kısa sürmüş”. “Kaymakamlar artık Vali olduğunu anlatmaya çalışıyor. Kimi kaymakam diyene para cezası kesiyor”.
Bir paragraf başlığı da “Kiracı devlet”. Zira ilçede kamu binası yok. “Almanya’dan oğlum geldi” diyen valiyi evden çıkarabilir. İl olunca kiralar da artmış zaten, çarşı-pazarda etiketler değişmiş. Ama “alt yapı” aynı.
Liderlerin falı DYP’li Dülger’den
İlk sayfayı kaplayan Yılbaşı haberleri arasında “Liderlerin -yeni yıl- falı”, gazeteciliğe yeni ufuklar açan “siyasi magazin” babından. “Hintli arkadaşından ‘Yıldız falı’ öğrenen DYP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Dülger” (Erdal) İnönü, Demirel, Akbulut ve Özal’ın yeni yıl falına bakmış. Dülger’e göre “yıldız falı fevkalâde kesin bir ilim”. İlmine bir şey diyemem ama “icraatçı bakanlıklar”dan birisine otursa belki yıldızımız ilk kez parlayacak.
Haberin üstünde Yılbaşı’nı “Maskeli Balo”da kutlayan dönemin Devlet Başkanı Mustafa Taşar”ın vur patlasın-çal oynasın -gerçek- fotoğrafı. “İstihzai”, iması derin bir haber. Zira giriş cümlesi “Türkiye’nin bazı bölgelerinde yeni yıl kutlaması için ‘günah’ denirken, ANAP’ın muhafazakâr bakanı Taşar…” diye gidiyor. Altta da “Yeni yıla girerken bol keseden” spotuyla; “Bakanlardan 90 vaat” haberi.
“Dört eğilim”in terminolojisi
Bilemiyorum ama… “Muhafazakâr”ın siyasetin kullanışlı, popüler, hatta derin kavramlarından birisi olmasının belki de milâdı o zamanlar. “Muhafazakâr”larla “Liberal”ler, teknokratlar, hatta dört eğilimi birleştirme vaadiyle temsilen de olsa “AP, MSP, MHP, CHP” aynı partide. “Modernite”, dışa açılma, First Leydiler, Papatyalar, “cazcı” baterist-davulcuyla evlenen “Second Leydi”yle de filan gazetelere.
“Aşırı uçlar”ı tanımlayan nitelemeler arasında “yobaz”, “molla”, “şeriatçı”nın yaygınlaşmasında da o yılların etkisi olmalı. “Cumhuriyet”le, bilhassa 23 Aralık 1930’da “Menemen olayı”yla gazeteleri kaplayan “irtica”, “mürteci”, “şerir” gibi nitelemeler, 1993’de Uğur Mumcu’nun öldürülmesinin yankısıyla (da) “yobaz”a, “İran devrimi” ile “molla”ya güncelleniyor.
Birinci sayfa komple Yılbaşı
1 Ocak 2000’e geldiğimizde çoğu gazetenin birinci sayfası “Yılbaşı kapağı”. Sayfanın dörtte üçünü coşkulu, umutlu, havai fişekli koca bir fotoğraf kaplıyor. Yılbaşının gelişi gazetenin 31 Aralık’taki birinci sayfasından da belli. O da komple “yeni yıl”a dair.
Lâkin oraya gelirken yaşanan süreçte ve sonrasında da Yılbaşı yıllarca sürecek bir münazaranın cazip, en kullanışlı başlıklarından. Yıldıray Oğur 2020 “yeni yıl” yazısında Yılbaşı, “Noel” kavgasının 1930’lu yıllara gittiğini vurgulayıp “100 yıl sonra artık bunu bir gerilim vesilesi yapmayı bırakmak gerek” dese de kolay değil, hatta onca yıl sonra daha dallı budaklı. (“Yılbaşı bizim neyimiz olur?”, Serbestiyet, 28 Aralık 2020.)
Noel Baba’dan ters kelepçe
Zira Yılbaşı kavga etmek için de listesi uzadıkça uzayan “özel gün”lerden birisi. Öyle eylediler, öyle de “mevzumuz” oldu. İç içe, diş dişe, dış dışa… Öyle ki, 2009’da İstanbul’da bizzat yaşandığı gibi bir yanda Noel Baba tartışılır, şeytan misali kovalanırken, öte yanda Noel Baba kılığına giren sivil polisler Taksim’de tacizci avı başlatmıştı. Noel Baba’dan ters kelepçe yılbaşı gecesi fantezisi değildi yani.
Hâl böyle olunca “karşı” cenahın “akıncı”larında kutlanmasından çamına, vitrinine, süsüne, içkisine kadar bombardıman sahası. “Geyiği” bile arızalı, yıllarca “Turkey”in mânâsı nedeniyle gerçekten boş (temelsiz, üstelik etimolojisi, tarihiyle yanlış) yere, abuk sabuk alındığımız, dertlendiğimiz hindisi iyice glu glu, “Demreli Noel Baba” zaten gavur.
RP’li, ardından AK Partili bazı belediyelerin, hevesli hatiplerin Yılbaşı “söylem-eylem”leri bir yana, karşı atakların bazısı da başka âlem. Çünkü sadece münazara değil bir tür “müsabaka”, maraza sahası. “Kutup”larda hep öyle olur.
Öyle ki RP’li Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ın vitrinlere, süslere, hindilere karşı Yılbaşı seferberliğinin ardından düzenlediği “Kudüs Gecesi”ne karşı Sincan’da tanklar yürüyor. O vesileyle de 28 Şubat, tarihe en uzun gün, en uzun şubat olarak geçiyor.
Yeni yılda “Yaşa ve yaşat”
Bugün artık biraz “demode” dursa da, uç örnekleriyle hâlâ kendince bir akım, o da bir tür “moda” bazen; tabiri pek caiz değilse de “vintage” belki. “Herkes kendince yaşasın o günü” demek bir cümle ama kurması böyle “iklim”de zor. Kurabilene “Yaşa!” demekle başlayabilir dil bilgisi. Daha vecizi ise “The Man From Earth” filminin repliğiyle aklımda:
“Ben Tevrat’la büyüdüm, karım Kuran’la; en büyük oğlum Ateist, en genci Scientologist; kızım ise Hinduizm öğreniyor. Sanıyorum oturma odamda din savaşı yapılacak kadar boş yer var. Ama hepimiz ‘yaşa ve yaşat’ı uyguluyoruz.” Yaşa ve yaşat… Ne kader sade, hoş ve derin bir yeni yıl dileği olur esasında.
“Kaç Yılbaşı daha…”
Yılbaşı sürecinde gün uzun, gece uzun da olsa/dursa, yeni yıl yazım da iyice uzasa, ömür kısa maalesef. Çocukluğunu, unuttuklarını, yaşayamadıklarını, hüzünle girilip öyle başlayanları filan çıkarırsan kaç “Yılbaşı” olmuş ki ömründe… Bir yaşa geldikten sonra “kalan”ı da öyle bir iç çekiş: “Kaç Yılbaşı daha…”. Öyle ölçmeye kalksan parmak hesabı. Belli yaşta o bile ağrılı.
Belki Edip Cansever misali “Kış sanki iyi geçecek, bakıp duracaksın /Yılbaşında eski bir sevgilinin gönderdiği bir karta”… Belki Attila İlhan gibi mırıldanacaksın; “Dünya kalbimizde taşınmaya değer /bir yılbaşı gecesi balıklar gibi sarhoştuk”.
Olur ya, Nâzım’ın Yılbaşı zindanı gelecek aklına… “Bethoven Hasan” soracak “Hocam, bu gece yılbaşı, ne yapacağız?” “Hoca” o gece kumara oturmaya hazırlanan başgardiyana çoktan söylemiş… Hocanın odasında toplanacaklar. Bethoven Hasan şiirler okuyacak, Ressam Ali karikatürlerini yapacak, Asrî Yusuf Bakkal Sefer’i kızdıracak yine, Aydınlı Ömer zeybek, İlyas Kaptan “lezginka” oynayacak. Eh, Hasan bir de içeri bir kiloluk rakı sokmuş, onu içecekler. Halil ilk kez içecek, heyecanlı… Öyle ya da böyle o “Yılbaşı”nı ölene kadar hatırlayacak.
Daha ne olsun… “En uzun günün-gecenin” yeni cümlelerle, huzurla, umutla cümleten kutlanacağı, kutlanılmasa da öyle anılacağı yıllara vesile olması dileğiyle…
(¹) Yılbaşının Osmanlıdaki tarihiyle ilgili bu bölümde Feza Kürkçüoğlu’nun “İstanbul” dergisinde 30 Kasım 2023’de yayınlanan renkli, ayrıntılı “Genç Cumhuriyet’ten bu yana ülkemizde yeni yıl kutlamaları” yazısından yararlandım.
YAZI RESMİ: “Santa Classics” serileriyle tanınan fotoğraf sanatçısı Ed Wheeler yıllardır klasik, hatta kutsal sayılan tablolara “Noel Baba”yı montajlıyor. Tablonun orijinalliğini, gölge-renk dengesini bozmamaya özen göstererek, çok adımlı bir çalışmayla oradaki figürün yerine “Santa Clous”u yerleştiriyor ya da tablonun bir yerine ekliyor. Amacı orijinaline saygıda kusur etmeden gülümsetmek. Hem yazı, hem de içerdeki resim Wheeler’in düzenlemesi.