Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIVb. hayatlar-ölümler

Vb. hayatlar-ölümler

Rakı, viski, votka filan yerine içilen “benzeri ürünler” her konuda hayatımızda. Ekonomik düzen, koşullar ve onun dallarından-budaklarından Aroma İmparatorluğu beslenmeyi “benzeri ürünler”e mahkûm ederken, temel ihtiyaçlar, giyim, eğitim, barınma vb. bile “benzeri ürünler”le sağlanıyor. İyimser bir bakışla “hayat benzeri” bir ömrü, demokrasi aromalı bir düzende, vb. yaşıyoruz. Öyle, vb. nedenlerle de ölüyoruz sık sık.

Alkol zamları, alkollü içecek fiyatlarındaki periyodik artışlar artık havadan sudan bir “muhabbet dalı” bile değil. Bodrum’daki lahmacun fiyatları kadar alelâde, bayat bir mevzu.  Masada biri yakınacak olsa “Sen hâlâ orada mı kaldın?” dudak bükmelerine hedef olacak.

“Deveye sormuşlar…” diye lafı düzene, siyasete çevirse yine banal, demode bir mesele. Kahveye “Arkadaşlar akaryakıta, doğalgaza, elektriğe zam gelmiş” figanıyla dalan, bahşişini hayretten, kara meraktan toplayan felaket tellalı bile artık işsiz, bir dal cigarasına tavla oynayanlara ezik büzük yancılık yapıyor.

Uzun uzun araştırmaya -gerçekten- sıkıldığım için Google’dan şöyle bir baktığım kadarıyla bu yıl yedinci “alkol zammı”nı yeni idrak etmişiz (fazlası varsa helal ediniz). Zaten o konudaki haberler de genellikle yıl toplamını vermeden, kaçıncı zam olduğuna değinmeden durumu “Alkole bir zam daha”, “İçkiye yine zam” kurnazlığıyla kurtarıyor, geçiştiriyor. Muhalif midir, yandaş mı… Bazılarını haberinde “yine” varsa seziyorsun. 

Yeni bir şey değil yine bir şey

Yine, bir daha haberciliği” zamlarda, suçta, kadın cinayetlerinde, haksızlıkta, hukuksuzlukta, kazalarda, ihmallerde, her dertte-belada karşılaşılan pervasızlığı, küstahlığı da sıradanlaştırıyor, o yorgun kabullenmeyi, alışkanlığı da besliyor sanki. Yeni bir şey değil, yine bir şey.

Başlıklara göz gezdirirken arada güncel “Alkole zam geliyor” haberlerine de rastlıyorum. “E demin yapmamış mıydınız?”ı boşverip, durumu meslektaş empatisiyle değerlendiriyorum. Yazıişlerinde olsam arada -tedbiren- ben de onu koyarım; boş bulunup, yeni zammı geçen haftaki sanıp haberi atlamaktan evlâdır.

Şişenin içindeki merete yapılan zamla, onu satın alma, kullanma bedeliyle, muammasıyla da bitmiyor mesele. Satmak, bulundurma-taşıma ruhsatı filan da başka dert… Misal AK Partili Sancaktepe Belediyesi’nin taze alkol taarruzu. Belediye içki satmak için verilen “mesafe uygunluk belgesi” ücretine zam yapmış. Geçen yıl 3 bin 500 liraya verilen belgenin ücretini 150 bin liraya kadar çıkarmış (zam yüzdesini hesaplamıyorum, o da banal).  

Şişede durduğu gibi durmuyor

Tamam… Bugünün rayiciyle 150 bin lira sadece 8 bin dolar, zam eşrafı o kadarcık doları cebinde bulunduruyordur da, yine de olanı var olmayanı var. CHP’li Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerinin itirazıyla bu ücret zincir marketler, eğlence mekânları için 60 bin liraya, tekel bayileri için 40 bin liraya indirilmiş!

Canlı müzik izin belgesi ücreti” de 7 bin 500 liradan 100 bin liraya çıkarılmak istenmiş, yine itirazlarla yüzde 100 zamla yetinilmiş. Buyurun, bunlar da yaşam biçimine o biçim müdahale. Konuya uygun mırıldanırsak, alkol şişede durduğu gibi durmuyor. Durduğu yerin ödediği bedel de el yakıyor.

Bu rakamlara bakınca bütün bunlar bürokratik teferruat, eskinin “damga pulu” bedeli filan değil, yaman bir “yatırım kalemi”. İktidarın müjdelediği esnafa düşük faizli krediden yararlansan, aldığın parayı belgelere yatırıp elinde iki-üç evrakla dolaşacaksın: “Hayırlı olsun dükkân nerede”, “Şimdilik cebimde…”

“Harçla, vergiyle ülke ekonomisi sergisi”

Düşünüyorum da… Tarifi, iştigali alkole, hatta “eğlence yeri”ne değen mekânların dört duvarındaki belgelerle, çekmecesindeki ceza makbuzlarıyla, sürekli değişen düzenlemelerle “Harçla, vergiyle ülke ekonomisi sergisi”ne dev bir stant açılır.

Kapıya da “eğlenme”yi bile çok ve hor gören, sınırlayan, keyfine göre yeniden tanımlayan, festivalleri, konserleri bile yasaklayan (baktığım kadarıyla son dört ayda 14 festival iptal edilmiş) külliyatı özetleyen kitapçıklar bırakırsın. Köprü, otoyol, havaalanı gibi elini senin cebine atan maketlerin de sığacağı büyük bir yer bulunabilirse bence harika olur. Ama öyle bir etkinliğin eğlence harcı, vergisi, belge ücretleri filan nedir, nicedir bilmiyorum.

Hayal kurmak lüks tüketim

Alkol elbette zararlı… Lâkin -olduğu kadarıyla- “rakı muhabbeti”ni severim doğrusu. Gerçi o sohbet de zincirleme zamlarla, ev yapımı kimliği belirsiz rakılarla, bir meyhaneye kazasız belasız giriş-çıkış tarifesiyle değişmiş olmalı.

O muhabbet de yer yer insanı esneten “Ne olacak bu rakının hâli?” sempozyumuna çoktan dönüşmüştür de… Ekonominin varolan hayatî, temel ihtiyaçlardaki hâli pür melali o “Ahlı vahlı” sohbeti bile nostalji eyledi, bir bakıma “lüks dertlenme ayıpları”na ekledi. Biri çıkıp “Yahu bu kaosta, hengâmede bu mudur derdin?” dese mahçup olursun.

İnsanların hayal evreni ne âlemde, hayal kurma lüksü kaldı mı bilemiyorum ama… Elindeki ev yapımı rakıyı kuytu bir bankta devirmiyorsan, bu devirde Boğaza karşı rakı içmek, içmeden hülyalı bir mesele. Ankara’dan “Boğaz’da rakı turu”na katılmanın maliyetinin bugün, bu döviz kuruyla bile “Yunanistan’da denize sıfır rakı turu”ndan daha yüksek olması da bayat haber.

Hayallerin ayarı da bozuldu

İnsanın hayallerinin ayarını, yaşadığı daha doğrusu yaşayamadığı “hayat” yapıyor, hayallerinin m²’sini, menzilini o şartlar etkiliyor. Nâzım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları”nda Makinist Alaaddin’in tüm hayali, bavulu keten kılıflı bir yolcu gibi böyle postaya, posta trenine değil, Sirkeci’den “Semplon”a (Simplon Orient Ekspres) binmek, “Vagonli”de yatmak mesela: “Ve hele geceleri oturup karşısında küçük kırmızı abajurların rakı içmek vagon-restoran’da”…

Kömürcü İsmail’in “Usta ne olacak bu harbin sonu?” sorusu da zenginleştiremiyor hayalini: “İyi olacak. Yemekli vagonda rakı içeceğiz.” Varolan koşullarda “Akşamcı”, Burjuvazi Sözlüğü’ne terfi etmeyi bekliyor, viski içenlerse ezelden “komprador burjuvazi” zaten.

Bir zamanlar Boğaza karşı viski içtiği iddiasıyla yerden yere vurulan aydınlar ve aydın sayılarak ayıplandığı için bittabi sosyalistler, komünistler, bugün kimbilir hangi kimyagerliğin aşırı ucu. Aralarında artık Boğaza karşı olmasa da, boğaz derdindeki komşularına karşı balkonda ev yapımı rakı keyfi yapanlar olduğu bile rivayet ediliyor.

Nesebi gayri sahih ürünler

Milli Piyango’ya, Loto’ya ve o minvaldeki resmi yahut yandaş istatistiklere sağlam güven sorunu nedeniyle artık pek itibar etmediğim için duyduğum, gördüğüm kadarıyla rakı, viski, votka filan içenler de azaldı.

Çoğu onları, bandrollü mamulleri değil “benzeri ürünler”i, vb.ni kullanıyor artık. Kayıt dışı olduğu için tüketim istatistiklerinde de yer almıyor hâliyle. Geçen hafta İstanbul’da bir imalathaneye yapılan baskında 3.5 ton kaçak alkol, markalı “sahte içki” ele geçirilmiş misal.

“Nesebi gayri sahih” bence alkolle ilgili temel kavramlar, mesleki sözlükler, mevzuatlar arasına alınmalı. Zira annesi belli, “bütün kötülüklerin anası” alkol de, çocuk yasal olmayan bir birleşmenin ürünü.

Trafik kazasına rakıyla müdahale

En trajikomiği de geçen yıl İzmir’in Tire ilçesinde kaza geçiren aileye yardım etmek için koşturan vatandaşla ilgili haber olmalı. Kazanın şokunu yaşayan karı-kocanın başına su diye yanlışlıkla beş litrelik damacanadaki ev yapımı rakıyı dökmüş. Kaza yerini yoğun bir anason kokusu kaplayınca, kaza geçirenlerin yüzü-gözü yanınca durum ortaya çıkmış.

Kazazede Veysel Aksoy şöyle anlatıyor: “Kazadan sonra yardımsever bir vatandaş yardım amaçlı başıma su yerine rakı döktü. Gözlerimin yandığını ifade ettim ama o anda o vatandaş telaşla bunun farkına varamadı. Daha sonra farkına vardı ama iş işten geçmişti. Gözlerimde ve dudaklarımda uyuşma oldu. Benimle birlikte eşime ve çocuklarıma da dökmüş. Oğluma da su sanılarak içirilmiş.”

İçmeyenin “siyasi alkolizm” riski

Fâhiş zamların zamazingosunu da yaratması, hatta ev üretimine dönüşmesi normal: “İçine biraz aroma zamazingosu, iki dal meşe çırası katıyorsun, tıpkısının aynısı oluyor.” Kattığın, damlattığın zımbırtılarla her aromadan, türden rakı, malt, blended, bourbon viski, misket limonlusundan avokadolusuna votka şey etmen, nefsini akıbeti belirsiz “benzeri ürünler”le doyurman mümkün. On yüz bin milyon baloncuklu bira bile öyle… Dev online alışveriş sitelerinde “48 adet boş bira şişesi” kapaklarıyla tam takım.

Zamlarla sarma sigara-kaçak tütün döneminin de yakında “tütün benzeri” bir şeyler içenlerle çağ atlamasından korkuyorum. Aklımdan tütün muadili bazı otlar, yapraklar, baharatlar, aromalar, Kızılderililerin barış çubukları filan geçiyor ama zararlı bir akım, ölümcül bir endemi yaratmamak için paylaşmayacağım elbet. Alkol gibi ahbabı sigara da sağlığa çok zararlı.

Ancak rakı öyle bir mevzu, öyle bir meret ki, sadece içenin değil içmeyenin de çağ açan kadim derdi. O da bir tür bağımlılık, “siyasi alkolizm” neredeyse. Dilden düşmüyor… Bazen alkol düşmanlığını, rakıdan duyduğu rahatsızlığı, sıkıntıyı öyle canı gönülden, öyle görmüş geçirmiş dile getirenler var ki, dinleyince içmeyi dün bırakmış, sokaklarda sarhoş sarhoş dolaşmaktan dün kurtulmuş sanıyorsun.

İçerken objektife yakalananlar

Siyasiler ve yörüngesindeki takım yıldızları, başta rakı olmak üzere alkol meteorlarını izleme rasathanesinde… Bir masaya, bir ortama “kadeh” düştü mü tamam. “Polisiye”nin cazibesinden, sarhoşluğun kara mizahından medet uman show televizyonları her gün “Alkollü şahıs”lara kamera, mikrofon tutan dizi haberleriyle reyting şampiyonu.

O haberler bir yana, alkol aldığı varsayılan, belgeleriyle ispatlanmaya çalışılan “olağan şüpheliler”e dair havadisler, rivayetler de medyanın, yorumcuların göz bebeği: “Objektiflere içki çerken yakalandı!” Haberlerinde gazeteciliğin 5N 1K kuralındaki “Ne, neden, nasıl, nerede, ne zaman, kim” sorularını pas geçen yahut iki anlamıyla da -haberine- uyduran merciler, o mevzuda dedektif kesiliyor.

Ötesi “Kim” sorusunu “Kimle?”ye, altıncı N’nin, “nereden”in simgesi olan haber kaynağını da “Kaynımdan/yakın kaynağımdan duydum”a kadar derinleştirebiliyor. “Nerede”, “Ne zaman”ı da ayrı vaka… Bir yerde, bir kadeh rakı içerken o sırada, o anda ülkede, o şehirde bir şey, bir durum varsa yandın. “Camide bira içtiler” iddiasının mumu çoktan sönse, yatsıya kadar sürmese, bizzat caminin müezzini yalanlasa bile her fırsatta yeniden yakılıyor. Öyle ki HDP bu yaz konuyu, müezzinin yalanlamasını eklediği araştırma önergesiyle Meclis’e bile taşıyor.

Rakıyı sulu-susuz içenler

Liderler, siyasiler, önemli ya da o mevzuda birden önem kazanan şahsiyetler de “alkol, rakı muhabbeti”nin dışında kal(a)mıyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bir röportajda rakıyı sulu içtiğini söylüyor misal. Ardından da katıldığı Rize Günleri twitter üzerinden, “Gayda dinleyip, horona eşlik ettik” cümlesiyle duyurulunca polemiğin fitili ateşleniyor.

Sosyal medyada CHP karşıtları “rakıcı muhalefet”in sarhoşluğuna, çakır keyfine kapılıyor.

Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da grup konuşmasında buna değiniyor: “CHP Genel Başkanı bir röportajında ne içtiklerini söylemiş; meğer rakıyı sulu içiyorlarmış. Siz böyle içmeye devam ederseniz elbette Rize’nin tulumuna da çıkar gayda dersiniz.”

Bu karşılık üzerine polemiği bu kez de “Rakı susuz içilir” raconuna sürükleyenler sosyal medyayı doldururken, Kılıçdaroğlu’nun da twitterdan yanıtı gecikmiyor: “Erdoğan rakıyı sulu mu içer bilmiyorum ama çok iyi bildiğim bir şey var kul hakkını susuz götürür.” Eh, nereden baksan kullanışlı, bereketli, sunturlu-sündürlü bir mevzu.

“Erkek kadın” rakıyı nasıl içer

Rakıyı susuz, sek içmek bir yanıyla tarihi bir ekol, bir zamanların “has, sıkı içici” tarifesinden, “façalı, afili delikanlı” lugatından bir mertebe. Hatta “erkek masası” raconunda rakıyı susuz ya da “kendileri gibi” içen kadınlar da bir anda “kadın adam”, “erkek kadın”.

Öyle ki Hürriyet’in 3 Ocak 1954 tarihli haberinin başlığı “Kadın dediğin böyle olur”. Haberde “Kasımpaşa’da İpekçi Fırın sokağında oturan Fatma isminde bir kadının yarım kilo rakı içtikten sonra bazı dükkânlardan haraç istediği, sonra boşandığı kocasının evinin camlarını kırdığı…” filan anlatılıyor. “Erkek kadın” yani; hatta ismiyle müsemma aynen bildik “Erkek Fatma”…

Müzeyyen Senar ise bu mevzuda da bir âbide. Fotoğraflarda Zeki Müren’le, programlarında rakıyı “sulu” içtiğini görsem de o konudaki rivayet genellikle (ve elbette) susuz içtiği yönünde. Öyle ya da böyle rakısıyla da efsane.

Rakı bardağını kenarından baş ve işaret parmağıyla tutup hızla, usulüyle başından çevirme akrobasisi, bir dönem kimbilir kaç kişiye duş aldırtmıştır. Ünlü bir rakı firması onun anısına şişesinde “Müzeyyen” yazan serisini bile üretiyor. Belki “rakı masası müzik”lerinde baştacı, herkesin “Müzeyyen Ablası” olmasında da bu hısımlığın, ahbaplığın payı var.

“Aman Fatmam ben rakıya su katmam”

Mevzu buralara gelince, muhabbeti türküsünden de mahrum bırakmamak lâzım. Üstelik “Fatma” o türküde de karşımıza çıkıyor: “Köprünün altı testi, çiçekli şalvar esti / Şalvarlının yanında beni bir uyku bastı / Aman Fatmam canım gülüm Fatmam / Ben rakıya su katmam / Sen katarsan ben içmem / Ben Fatmamdan vazgeçmem…”

Ardından da, “Rakı içen öldü de, su içen ölmedi mi /Nalına da vur, mıhına da vur” geliyor muhtemelen. Lâkin bugünün koşullarında, zincirleme zamlarla rakıyı susuz tercih eden “sıkı içici” olmak da müşkül herhalde.

Öncelikle saf alkole anason aroması katılarak imal edilen ev yapımı rakının “sek”inin tadı, o lezzeti verir mi bilemiyorum. Ayrıca zamlarla susuz rakı bir yana, rakıyı su ilavesiyle içmek de yerini biraz “suya rakı katmak”a bıraktıysa şaşırmam. Neyse… Sulusu-susuzu-bol sulusuyla, üzerine soda, ayran, hatta süt ilavesiyle rakı keyfi konusunda da mezhebim geniş. İsteyenin rakısını istediği ritüelde keyfince, güzelce yudumlamasına göz eğdirmek, karışmak ayıp.

“Yumruk mezesi”ne iade-i itibar

Ekonomi rakı-balık-meze sacayağını da sarsıyor. İçkiyi yudumladıktan sonra elinin tersiyle, yumruğuyla ağzını (bıyıklarını) silme hareketinin ifadesi olan geleneksel, nostaljik “Yumruk mezesi” tabiri yeniden dolaşıma girmiş olabilir bu koşullarda. Zira ekonomik durum mekânların bir zamanlar “40 çeşit meze” menülerini de nicel-nitel etkiliyor.

Meze tepsisinde artık mezeden çok benzeri ürünler var. Tepside mahçup mahçup duran çay fincanı altlığı ebadındaki tabaktaki çeşitleri soruyorsun; yoğurt-sarımsak ezmesi, salatalık-kabak-dereotu ezmesi, limon-patlıcan ezmesi, öbürü de ezme ezmesi… Halis mayonez değil patates püresiyle şey edilen, adının Amerikan mı, Rus mu olduğuna karar verilemeyen, esasında mezeden de sayılmayan o salataya/sosa benzer bir şeyler bile sunuluyor tepside. O hâliyle bence o da Rus ezmesi.

Çiğköftenin “vb.” evrimi

Masalardan, menülerden kalkan hakiki, adı üstünde etli çiğköftenin her köşeye “etsiz çiğköfte” olarak kurulmasının, 2018’de “Tüketime hazır etsiz çiğköfte standartı”nın belirlenmesinin sadece sağlık açısından dolaşıma girdiğini kabullenmek, et fiyatlarını düşününce aklıma da, işime de gelmiyor bu atmosferde.

İçindeki “salça”nın, bildik isot, pul biberin filan da değiştiğini, içine bulgur yerine uygun miktarda ucuz patates itelendiğini duyuyorum. Yakında o çiğköfte benzeri şeyin de renk, aroma, “yasal” katkı maddeleriyle tümüyle vb.ne dönüşeceğine dair evhamım memleket ortalamalarının çok üstünde değildir herhalde. Bu konuda iştah açıcı olduğu kadar zihin açıcı olduğunu da düşündüğüm için Serbestiyet’te geçen yıl yayınlanan “Kadehimde gül oya” yazımın bir paragrafını yeniden özetlemek istiyorum.

“İşlenmiş et ürünü”ndeki işkil

Ahbap bir restoranda “Yaw nasıl da buram buram tereyağı tadı, kokusu geliyor buğulamadan” diye damağımı şaklatırken, tereyağını hiçbir üründe kullanmadıklarını, o ayrıntıyı “tereyağı aroması”yla hallettiklerini öğrenmiştim. 

Kaşıklamaya devam ederken… Makamın, mekânın işletmecisi-garsonu-kasiyeri olan fakat sahibi, nihai karar vericisi olmayan yetkilisi (“Bakan” kadar yetkili yani), dibini sıyırdığım deniz ürünleri ezmesinin de yengeç, ıstakoz vb. aromalarından oluşan bir nevi balık sosisi (surumi) gibi bir şey olduğunu söylüyor. Sosis deyince içine tavuk, hindi, piliç -her şey anlamında- vb. ne katsan oluyor nasıl olsa. Et ürünü değil “İşlenmiş (benzeri) et ürünü” sonuçta, işkillenmen normal bu ülkede.

“Ama”yı kondurup, “Yengecin kıskacı dişime takıldı” dediğimde, “Ha o mu… Keçiboynuzu kıymığı, mezeye gerçeklik katıyor, aslına benzetiyor hocam” diyerek bir püf noktasını daha benden esirgemiyor sağolsun. Ben “Vay be…” beden diliyle yemeyi sürdürünce… O zengin aromalı, vb. ürün menüsünü sihirbaz kibriyle tek tek sayıyor.

Her konuda “benzeri ürünler”

Bu sahneyi farklı anıları, gözlemleri tek hikâyede, mekânda toplayarak kurgulasam da gerçek nihayetinde… Rakı, viski, votka filan yerine içilen “benzeri ürünler” her konuda hayatımızda. Ekonomik düzen, koşullar ve onun dallarından-budaklarından Aroma İmparatorluğu beslenmeyi “benzeri ürünler”e mahkûm ederken, temel ihtiyaçlar, giyim, eğitim, barınma vb. bile esasında “benzeri ürünler”le sağlanıyor.

Palto, mont niyetine yapay orlon bir hırkayla, ayakkabı niyetine plastik terlikle okul benzeri bir binaya yürüyen, adına eğitim denen o “benzer imkân”a vize alırsa, kavuşursa şanslı sayılan, baraka benzeri evinde, sadece un ve suyla, çorba benzeri bir şeyle “doyan”, yağmuru karı, kışı her seferinde “atlatan”, atlatırsa kendini mutlu sayan kitleler ve onun az üstü, nispeten üstü, açlık, yoksulluk sınırlarının bir dirhem, bir kol, bir basamak mesafesindekiler, Klasik Edebiyat’ın, romanların biçare kahramanları değil. Ama benzeri…

Hayat benzeri ömrü vb. yaşamak

Çoğu örnekte,  gelir, geçim de, düzenli, kayıtlı, hatta tanımlı olmayan marjinal işlerle,  vb. çabalarla sağlanıyor. Geçinmek için yapılan “iş”ler bile vb. işler birçok insan için… İyimser bir bakışla hayat benzeri bir ömrü, demokrasi aromalı bir düzende, vb. yaşıyoruz.

Yaşadığımız düzene dair adalet, hak hukuk, özgürlük, eşitlik, etik gibi kavramlara “benzeri” demem bile imkânsız bir sürü örnekte. “Nefret suçu”nu, onun bağrında büyüyen net ayrımcılığı kayda geçirmek de, “benzeri duygular”ın hengâmesinde öyle.

Yolsuzluk, usulsüzlük, ihmal, görevi kötüye kullanma, darp vb. kör parmağım gözüne suçları, hukuksuzluğu, yalanı-dolanı da resmen kayda geçirmek, yargıya taşımak, kitabına uygun cezalandırılacağını ummak çoğu kez hayal bile değil.

İnsana benzer bir ürün

Sadece yaşam mı, ölüm de bazen vb. nedenlerle. Koronovirüsten ölenlerin “ölüm nedenleri”ne “zatürre, kalp vb.” hastalıkların, hatta “doğal ölüm” yazıldığı iddiaları soru önergesiyle Meclis’e bile geliyor. Geçen yıl Türk Tabipler Birliği, “Ankara’da dört aydır yoğun bakımda tedavi gören ve Covid-19 nedeniyle hayatını kaybeden bir hekimin ölüm nedenine ‘Bulaşıcı olmayan hastalık/doğal ölüm’ yazıldığını” belgeliyor.  

Vb. hayatlar, vb. haberler, vb. ölümler… Peki, bütün bunları “insana benzer bir ürün” olarak mı yaşıyor/yaşatıyoruz, onun üzerine de düşünmek lâzım.

- Advertisment -