Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası faiz kararını yarın (16 Aralık) açıklayacak.
Ama karar bu kez o klişede olduğu pek de merakla beklenmiyor.
Daha doğrusu Merkez Bankası’nın artık kendi başına bir iradesi olmadığı bütün dünyanın malumu.
Hatta Hazine ve Maliye Bakanı bile Merkez Bankası adına faizin düşürüleceğini ilan etti bile.
Ne de olsa kendisinin bütün varlığı söz konusu iken, Merkez Bankası’ndaki bürokratların kaybedecekleri tek şey maaşları.
Fakat dünya finans çevreleri Rusya Merkez Bankası’nın bir gün sonra, 17 Aralık’taki faiz kararını merakla bekliyor.
Normalde bakıldığında Rusya’nın da başında ondan izinsiz kuş uçmayan bir lider var.
Ama Rusya’dan pek hoşlanmayan Reuters haber ajansının haberlerinde bile Rusya Merkez Bankası denirken ‘which’li bir cümleyle şu not düşülüyor: “Kremlin’den ve hükümetten bağımsız olan.”
Herhalde bu bağımsızlığı sağlayan kişi Sibirya’nın Ufa kentinde Tatar bir şoförün kızı olarak doğmuş Rusya Merkez Bankası’nın başkanı Elvira Nabiullina’nın büyük karizması değil.
Dışarında bakınca pek de öngörülebilir ve rasyonel görünmeyen Rusya’nın lideri Putin’in bu iktidara açtığı alan ve dünyayı böyle bir rejimde ve güçlü liderle bile Merkez Bankası’nın bağımsız olduğuna ikna etmesi.
Bu sadece bir algıdan ibaret de değil.
Örneğin Elvira Nabiullina, CNBC’ye verdiği röportajda “Putin ekonomiyi büyütmek istiyor ama biz ekonomik istikrardan fedakarlık yapmayacağız” dediğinde görevden alınmayacağı ya da kamuoyu önünde aşağılanmayacağının konforuyla çalışıyor.
Bunun sonucunda da Rusya’nın enflasyonu, faiz oranları Türkiye’nin neredeyse üçte biri düzeyinde. 1 dolar ise 1.35 Ruble.
Üstelik ekonomik ambargolarla, büyükelçilerin geri çekilmesiyle neredeyse her gün aleyhine yapılan açıklamalarla Rusya sahiden de dış güçlerin hedefinde bir ülke.
Bu başarı hikayesi yüzünden Elvira Nabiullina, 2014’de Forbes tarafından dünyanın en güçlü kadınlarından biri ilan edildi, 2015 ve 2017’de yılın merkez bankası başkanı seçildi.
Şimdiki meselesi ise her gerçek Merkez Bankası başkanı gibi tahminlerin iki katına çıkan enflasyonu düşürmek.
İki katına derken yüzde 4 hedeflenirken enflasyon yüzde 8’e çıktı Rusya’da.
Putin de ekonomi yönetiminden enflasyonu düşürmesini istedi, halkın gıda fiyatlarındaki enflasyondan etkilenmemesi için önlemler alınması talimatını verdi.
Ama hiçbir açıklamasında Merkez Bankası’na faizi yükseltin ya da düşürün demedi, doğrudan faizle ilgili tek bir söz etmedi, kapitalizm ve liberalizmden pek hoşlanmamasına rağmen kendisine ait bir ekonomi tezi ileri sürmedi.
Zaten dünyadaki her Merkez Bankası’nın birinci ödevi enflasyonu düşürmek.
Elvira Nabiullina’nın da bu yıl içinde enflasyonla mücadele için altı kez yaptığı gibi bu 17 Aralık’ta da faizleri bir 100 baz puan daha yükseltmesi bekleniyor.
Şu anki faiz oranı ise faizin resmen haram ilan edildiği Türkiye’nin yarısı kadar.
Putin istihbarat kökenli, karanlık işlere karışmış, hala karanlık işler karıştıran, güç kullanmayı seven, maço, muhaliflerini gerektiğinde zehirletip, öldürtebilen, bütün sermayeyi kontrol eden bir lider.
Ama söz konusu olan ekonomi olduğunda onu sopayla yönetemeyeceğini, yönetirse de elindeki diğer güçleri de kaybedebileceğini bilecek kadar da rasyonel.
Artık dünya da ondan bu rasyonaliteyi bekliyor. Bütün kararları tek başına vermediği, sadakat ve ehliyet arasında bir denge kurmayı başardığı bir kadroyla çalıştığı biliniyor.
Peki, Ankara’da olan biteni hala rasyonel olarak açıklamaya çalışmak artık ne kadar rasyonel?
Mesela hala ekonomide alınan kararların bir ekonomik program gereği olduğunu, Çin modeli gibi modellerin masada bulunduğunu, birilerinin bu planları yapıp uyguladığını varsaymak?
Hatta bu ekonomik tercihin aynı zamanda daha büyük bir siyasi tercihin sonucu olduğunu düşünmek?
Ankara’da derin güçlerin, devletin devrede olduğunu, ekonomik olarak Türkiye’nin Çin, siyaseten ise
Rusya olmaya doğru gittiği gibi derin analizler yapmak?
Bütün bunları düşünen, yazan, konuşan insanların hepsinin rasyonel insanlar olduğuna hiç şüphe yok.
Kendileri rasyonel insanlar oldukları için olan biteni de bir neden-sonuç ilişkisine bağlamaya, arkasında rasyonel gerekçeler, motivasyonlar ve tabii aktörler aramaya çalışıyorlar.
Bir ölçüde kendi rasyonalitelerini aktörlere ve olaylara yansıtıyorlar.
Peki söz konusu olan mevcut Ankara ise bu rasyonalite Türkiye’yi anlamakta bir zaafa dönüşmüşse?
Yani ortada aslında bir rasyonalite yoksa?
O meşhur sloganda olduğu gibi kararlar “Taktik maktik yok bam bam bam” diye alınıyorsa, gelişine toplara vuruluyorsa, bütün bu aks değişimi bir plan dahilinde bile değilse, bunlara karar veren uzmanlar, derin güçler, devletin esas sahipleri falan aslında hiç yoksa?
Beştepe’deki karar mekanizması her gün biraz daha daralıyorsa?
Cumhurbaşkanı artık bakanların, parti yöneticilerinin bile geçemediği bir duvarın arkasında kendi dar çevresiyle kararlar alıyorsa?
Bunu yapmayalım, yanlış olur demenin maliyeti ağırlaşmışsa?
Kimse şahsi kariyerini riske alıp, ülkenin ali çıkarları için bu maliyeti ödemeyi göze almıyorsa?
Devletin aklı denen, daha derin ve uzun vadeli planların arkasında olduğu zannedilen kurumlar da bu yönetim tarzına uyum sağlamışsa?
Devlet ve siyasi iktidar ayrımı artık bir Ankara nostaljisinden ibaretse?
Devlet muhaliflerin ona atfettiği kadar bir akla ve zannettiği kadar bir güce sahip değilse?
Yani mutfakta aslında kimse yoksa?
Artık Türkiye’de olan biteni anlamaya çalışırken, ilk başta anlaşılması zor, irrasyonel, “yok artık” gibi gelen bu ihtimali de ciddi bir biçimde düşünmek gerekir.
Eğer rasyonel olarak olan biteni anlamak istiyorsak…