Ana SayfaGÜNÜN YAZILARI“Yargılatmayacağım, tek bir evladımı vermeyeceğim, surda gedik açtırmayacağım”ın anlamı ne?

“Yargılatmayacağım, tek bir evladımı vermeyeceğim, surda gedik açtırmayacağım”ın anlamı ne?

Devlet Bahçeli’nin, Sinan Ateş suikastı bağlamında son iki grup toplantısında tablonun bütün açıklığına ve onca sıkışmışlığına rağmen dile getirdiği ‘rest’ tonundaki çıkışları bir yanıyla onun büyük çaresizliğini gösteriyor. Fakat burada asıl sorulması gereken soru şu: Ya bu kadar çıplak bir tablo karşısında bile dediklerini yaptırır; “yargılatmaz, tek bir evladını vermez, gedik açtırmazsa?..” Böyle bir sonuç a) toplumsal ruh halini nasıl etkiler, b) bugünkü iktidar yapısı, bugünkü ve yarınki Türkiye hakkında bize ne söyler?

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Sinan Ateş suikastını izleyen dört gün boyunca olay hakkında hiçbir şey söylemedi, taziye dahi dilemedi. Dördüncü gün, 3 Ocak’ta MHP’nin grup toplantısı vardı fakat orada da olaydan hiç söz etmedi, sadece şu cümleleri sarf etti:

“Ağızlarını tetik, dillerini tüfek yaparak habire nefret ve nifak kusan hayasızlara 2023’ün hedeflerini kirlettirmeyeceğiz, Üç Hilali de yargılatmayacağız. Milliyetçi Hareket Partisi’nin siyasi şeref ve onuruna musallat olan kepazeleri asla affetmeyeceğiz. Siyah örtüye bürünüp yüreksizce ve yüksekten konuşanlara, balığı tutmadan tavayı ateşe koyanlara herkes bilsin ki eyvallahımız olmaz, itibarımız olmaz, bunlarla da hiç işimiz olamaz.”

Bu cümlelerin içinde hangisini vurgulamak gerekir? Tabii ki “hayasızlara 2023’ün hedeflerini kirlettirmeyeceğiz, Üç Hilali de yargılatmayacağız” cümlesini.

Aradan yedi gün daha geçti, Bahçeli susmaya devam etti, ta ki 10 Ocak’taki grup toplantısına kadar… Tıpkı 3 Ocak konuşmasında olduğu gibi orada da Sinan Ateş’in adını anmadı ama olayı andı ve şöyle dedi:

“Allah’tan korkmayıp cennetten çıkmayanlar, çakal olup Bozkurt’a diş gösterenler, münafıklığın her türlü yüzünü sahneye sürenler, densizin devesi gibi çan çan ötenler, şunu özellikle unutmasın ki, tek başıma kalsam da davayı çiğnetmeyeceğim, tek bir ülküdaşımı ezdirmeyeceğim, sonu ölüm de olsa surda gedik açtırmayacağım.

“Karın ağrısı çekenlere, bir cinayet üzerinden siyasi kurgu yapanlara tekrar haykırıyorum, adayımız belli, kararımız nettir. Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır. Acaba yutar mıyız diye hesap yapanlara sesleniyorum, deneyin de görün anyayı Konya’yı, Cumhur İttifakı haram otobanı olmuş pis boğazınızda lokma lokma kalacaktır.”

Peki bu cümlelerin içinde hangilerini vurgulamak gerekir? Tabii ki şunları:

“Karın ağrısı çekenlere, bir cinayet üzerinden siyasi kurgu yapanlara tekrar haykırıyorum, adayımız belli, kararımız nettir. Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır.”

Şimdi bu cümleleri 3 Ocak konuşmasından çekip aldığım ve vurguladığım “hayasızlara 2023’ün hedeflerini kirlettirmeyeceğiz, Üç Hilali de yargılatmayacağız” cümlesiyle birlikte okuyalım… Ne görüyoruz? Meseleyi Cumhur İttifakı’nın bekasına bağlama hamlesi apaçık değil mi bu cümlelerde? Bu cümlelerin kime, nereye gittiği belli değil mi? Duydum ki sonuna kadar gidecekmişsin, sakın ha, külahları değişiriz, iktidarından olursun tehdidi yine apaçık değil mi? (Not. Burada, milli sporlarımızdan olan metinden cımbızla kelimeler-cümleler çekme, bunları yeniden kurgulama ve böylece amaca matuf yeni bir anlam üretme faaliyeti yoktur. Alıntıladığım kelimeler ve cümleler aynen burada okuduğunuz gibi birbirine yapışıktır. İsterseniz Ulusal Kanal’ın internet sitesine girip konuşmaların tam metnine ulaşabilirsiniz… Neden mi Ulusal Kanal? Çünkü ben Bahçeli’nin konuşmalarına bu kadar önem veren ve titizlikle tam metin yayımlayan başka bir site göremedim!)

Şunu da ilave edelim: Bahçeli suikasttan dört gün sonraki konuşmasında değil, onun da üzerinden bir hafta geçtikten sonra esti gürledi. Bu takvim şu soruyu akla getiriyor ister istemez: Acaba MİT, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “MHP ve Ülkücü hareket çevresindeki sıkıntılı gelişmeler” konusundaki o raporu vermeseydi, Erdoğan da -muhtemelen bu raporu okuduktan sonra- Bursa il başkanını aileye taziyeye gönderip onun aracılığıyla ‘sonuna kadar gideceğiz’ sözünü bir kez daha tekrar etmeseydi, Bahçeli 10 Ocak’ta o konuşmayı yapar mıydı?  Aradaki bu gelişmeler esme-gürleme konuşmasının neden 3 Ocak’ta değil de 10 Ocak’ta yapıldığını açıklamıyor mu?

Bu iki konuşmanın tamamı okunduğunda hem Bahçeli’nin içinde bulunduğu sıkışmışlık ve çaresizliği, hem de o çaresizlik içinde üretebildiği yegâne çareyi açık bir biçimde görebiliyoruz.

Sıkışmışlık ve çaresizlik her şeyden önce apaçık soruların üzerinden atlayıp hamasete sığınma pratiğinde görülüyor. Bu apaçık soruların en hayati olan ikisini hatırlayalım:

Birinci soru: “Olaya karışanlardan biri, milletvekillerinizden birinin evinde saklanırken yakalandı, üstelik bu milletvekiliyle öldürülen kişi arasında çatışma olduğu biliniyor… Bu durumu nasıl açıklıyorsunuz? Söz konusu milletvekili hakkında bir tasarrufunuz olacak mı?”

İkinci soru: “Partinizin İstanbul ili yöneticilerinden biri, suikasttan hemen önce tetikçilerin hesabına 97 bin TL göndermiş… Bu durumu nasıl açıklıyorsunuz? Bu kişi hakkında bir tasarrufunuz olacak mı?”

Ortada böyle sorular varken, “Sanmasınlar bu tekerlek kalır tümsekte, yarın elbet bizim, elbet bizimdir! Gün doğmuş, gün batmış ebed bizimdir” hamaseti bir cevap olabilir mi?

Fakat başlığından da anlaşılabileceği gibi bu yazının konusu Bahçeli’nin çaresizliği değil, o çaresizlik içinde ürettiği çare; bu çare, yukarıda işaret ettiğim cümlelerin gösterdiği gibi şöyle bir şey: “Üzerime gelme, yoksa ittifakı patlatırım!”

Seçimlerin çok yaklaşmış olmasını ve MHP’nin devlet içindeki gücünü düşündüğümüzde bu ‘rest’in pekâlâ iş görebileceğini söyleyebiliriz. Ve şayet böyle olursa, ortaya çıkacak toplumsal duygu durumunun nasıl bir şey olacağını da kolayca öngörebiliriz.

Böyle bir durumda toplum kendi kendine “Mesele bu ölçüde apaçıkken bile bir suikast kapatılabiliyorsa burada artık yapacak bir şey kalmamıştır” der ve bu da adalet ve hukuk için yürütülen mücadeleye büyük bir darbe vurur. Bu sonucun suikastın azmettiricilerine sağlayacağı özgüven de cabası…

Ve nihayet:

“Kılıçdaroğlu, şayet yüreğin varsa, gözün kesiyorsa buraya gel, tek bir evladımı al da senin ciğerinin kaç okka ettiğini göreyim…”

Bu cümle de Bahçeli’nin 10 Ocak konuşmasından… Durum bu kadar açıkken, ‘evlatlar’ bu haldeyken bu tonda konuşabilen bir Devlet Bahçeli, şu andaki devletin niteliği hakkında da bize çok şey söylemiyor mu?

- Advertisment -