1 Ekim’den bu yana bazı mahfiller en çok Selahattin Demirtaş’ın yeni süreçteki pozisyonunun ne olacağı üzerinde durdular; onun süreçteki yeri ve sürece desteği hakkında türlü yorumlarda bulundular. Kamuoyu bu bağlamda çok sayıda tevatüre muhatap oldu. Mesela Öcalan’ın Demirtaş’ı süreçte istemediği, DEM Partililerin Demirtaş’ı gündeme getirdiği esnada Bahçeli’nin sert bir şekilde buna karşı çıktığı ve benzeri iddialar ortaya atıldı. Akabinde muhatapları tarafından yalanlansa da bunlar arkada bir tortu bıraktı.
DEM Parti Heyeti’nin Demirtaş’la görüşmesi bu nedenle önemliydi. Görüşmeden yeni sürece tam bir destek çıktı. Aslında Demirtaş’ın böyle bir sürece destek vereceğini anlamak için, mutlaka onun bir açıklama yapmasını beklemeye gerek yoktu. Kürt meselesinde siyaseti devreye sokacak herhangi bir girişime Demirtaş’ın müspet manada müdahil olmaması beklenemezdi.
Demirtaş, görüşmenin ardından yayınladığı mesajda, iyi niyetli çabaların sarf edildiğine ve bu niyetlerle yapılan hazırlıkların olduğuna değiniyor. Heyet’e, DEM Parti’ye ve Öcalan’a güven ve desteğinin tam olduğunu belirtiyor. “Sayın Cumhurbaşkanı başta olmak üzere sayın Devlet Bahçeli, sayın Özgür Özel ve diğer tüm parti liderlerine barış için aldıkları ve alacakları inisiyatifler nedeniyle” teşekkürlerini sunuyor. Tarafların bir isimlendirme yapmaktan imtina ettiği süreci, kendisi bir “Demokrasi, Barış ve Kardeşlik Süreci” olarak tanımlıyor.
Yapıcı öneriler
Demirtaş, mesajında, sürecin sağlam temellere oturması ve süratle ilerlemesi için dört hususa dikkat çekiyor. Birincisi, kamuoyu desteğinin güçlendirilmesidir. Demirtaş, bu amaçla Heyet’in önümüzdeki günlerde partileri, sivil toplum örgütlerini, farklı toplumsal kesimleri bilgilendireceğini söylüyor. Sürecin şeffaflığını temin etmek bakımından bunun hayati olduğunu bildiriyor.
İkincisi, dilin dikkatli kullanımıdır. Son derece hassas dengeler üzerinden yürüyen süreçte, karşıtlıkları bileyleyen, endişe ve korkuları büyüten, bir grubu ya da kimliği tahkir, tezyif ve tehdit eden zehirli bir dilden kaçınmak, tüm kesimlerin sorumluluğudur. Ortak geleceğe yönelen bir barış dili, süreci kuvvetlendirir.
Üçüncüsü, güven verici somut adımların atılmasıdır. Barış söylemi, elbette mühimdir ve değerlidir, fakat tek başına yetmez; sürecin ruhuna uygun siyasi ve hukuki düzenlemeler de peşi sıra gelmelidir. Gerek tarafların ve gerek toplumun bir mesafe alındığına ve yakın vadede daha iyi bir tablonun ortaya çıkacağına inanmaları, ancak bu yolla mümkün olur.
Dördüncüsü de, demokratikleşme zeminin kuvvetlendirilmesidir. Eşitlik, özgürlük ve adalete dair taleplerin, herhangi bir kaygı duymadan dile getirilmesini ve bunların mücadelesinin verilmesini mümkün kılan bir iklim, bir taraftan sürecin “samimiyetinden” emin olmayanların soru işaretlerini giderir, diğer taraftan da süreci akamete uğratmayı hedefleyen bozucu hareketleri ifşa eder ve onların muhtemel tesirini asgariye indirir.
Üç adres
Demirtaş, silah bırakma meselesinde üç adresi işaret ediyor. Birincisi, silah bırakma çağrısında bulunacak olan Öcalan’dır. İkincisi, böyle bir çağrının yapılması için gerekli hazırlıkları yapacak olan iktidar ve Meclis’tir. Üçüncüsü de, silahı bırakacak olan Kandil’dir. “Çağrıyı yapacak olan da, olası çağrının muhatabı da biz değiliz” derken Demirtaş, Öcalan’dan rol çalan ya da öyle algılanacak bir duruma girmek istemiyor.
O nedenle PKK’nin silah bırakması noktasında bütün yetki ve sözün Öcalan’da olduğunu vurguluyor. Ve eğer Öcalan böyle bir çağrıda bulunursa, onun yanında duracağını net bir dille ifade ediyor. Bu, Öcalan silahları bırakma kararı aldığında, Öcalan’ın bu kararına uyması yönünde Kandil’e verilmiş bir mesaj olarak okunabilir. Nitekim Demirtaş, TUSAŞ saldırısından sonra da benzer bir mesaj yayınlamıştı.
Demirtaş’a göre sivil-siyasi aktörlerin mevcut tabloda iki önemli yükümlülükleri bulunuyor. Biri, barışı güçlendirmektir. Diğeri de sivil ve siyasi mücadeleyi güçlendirmektir. Siyasetçiler bir yandan tarafları barışa teşvik etmelidir, diğer taraftan da temel hak ve özgürlükler ile demokratik istemler için mücadele vermelidir.
Mamafih siyasetçilerin üzerlerine düşen bu görevi hakkıyla yerine getirmesi de, demokratik mücadele kanallarının açılmasını gerektiriyor. Bu da iktidara bir sorumluluk yüklüyor. Hülasa Demirtaş, iktidarın hak ve özgürlük sahasını genişletmesi durumunda, siyasetçilerin -ve tabii kendisinin de- sürece pozitif bir katkıda bulunabileceklerini dillendiriyor.
Kürtlerin yüzü
Demirtaş’ın devlet ile Kürtler arasındaki ilişkiye dair tespiti de kayda değer. Kürtlerin çoğunun yüzünün Türkiye’ye dönük olduğunu belirten Demirtaş, büyük ve onurlu bir barışın inşası için Türkiye’de devletin de yüzünü bütün Kürtlere dönmesi gerektiğini söylüyor. Haklı. Kürtleri bir tehlike olarak algılayan, Kürtler herhangi bir kazanım elde ettiğinde hemen alarma geçen ve bunu boğmayı kendine vazife edinen bir yaklaşım, salt Kürtlere değil, devlete de zarar veriyor.
Mevcut şartlar altında bu uyarı, öncelikle Suriye ile ilgili olsa gerek. Zira devlet, 25-30 yıl önce Irak Kürtlerine karşı nasıl bir dil kullanmışsa, şimdilerde Suriye Kürtleri ile de aynı dille konuşuyor. Suriye’de diğer aktörlerle hemen temas kuruyor Türkiye, ama SDG ile görüşmüyor. Kimseye kazandırmayan yanlış bir yol bu. Bunun yerine Suriye Kürtleri ile iyi bir ilişki kurulması, Türkiye’ye hem içerde hem de dışarıda kazandırır. İçeride çözüm süreci ivme kazanır, dışarıda da Türkiye Suriye’nin geleceğinde daha fazla söz sahibi olur.
Demirtaş’ın okuması, sürecin doğru bir rotaya girmesi için yapılması lazım gelenleri belirtiyor. Süreci sahiplenmekle birlikte eksikliklerin de altını çizerek sürecin gelişmesi için makul öneriler getiriyor. Böylelikle Demirtaş, kendisinin durumuna atıfla sürece olumlu bir nazarla yaklaşmayanlara da alınması gereken tavrı gösteriyor. Olumsuzlukları öne çıkararak sürece karşıtlık yapmak ya da peşinen “bundan bir şey çıkmaz” diyerek süreci küçümsemek yerine, yapıcı önerilerle süreci olması gereken istikamete sokmak için çabalamayı tavsiye ediyor.
Taşıdığı öneme binaen Demirtaş’ın süreçte daha etkin bir konumda bulunmasını istemek doğrudur ve desteklenmelidir. Gerçekten de Demirtaş’ın aktif katılımı; gerek Kürt mahallesinde sürecin toplumsallaşmasında, gerek diğer mahallelerdeki bazı kaygıların giderilmesinde ve bazı kesimlerin ikna edilmesinde çok etkili olur.
Ancak, Demirtaş’ın gayri-hukuki tutukluğunu sürece karşıtlığın bir maskesi yapmak, yanlıştır ve reddedilmelidir. Çünkü Demirtaş’ın kendisi, siyasi ve toplumsal bir barışın sağlanması için her türlü desteği vermeye hazır olduğunu bildiriyor. Bu durumda gerçekten Demirtaş’ın iyiliğini isteyenlere düşen, süreç karşıtlığını onun adıyla perdelemek değil, sürece ciddi omuz vermektir.