Bu “Milli”lik kavramı bu kez de Anayasa çiğnenirken çıktı karşımıza. İktidar sözcülerinin son yıllarda en sık başvurduğu kavram bu. Yerli ve milli olanı kendi politikalarının temsil ettiğini söylüyor; o politikaları eleştirenleri gayrı-milli olmakla suçluyorlar.
Milliliğe eklenen “yerli” etiketiyle de, bu makbul kimliğin, tek bir etnisiteyi değil bu sınırlar içinde yaşayan herkesi kapsadığı ima ediliyor. Millilik, dışımızdaki dünyadan bizi ayıran kimliğimizin ortak çıkarlarının savunulması olarak tanımlanıyor. Bunu aşan bir göndermesi de var. “Batı icadı” kavramları değersizleştirmeye de hizmet ediyor. Demokrasi, insan hakları, özgürlükler… Bunlar, Batı’nın sömürgeci politikalarına direnen bağımsızlıkçı yerel iktidarları zayıf düşürmek için kullandıkları retoriktir. Onları içeriden fethetmenin ideolojik araçlarıdır. Biz referanslarımızı kendi değerlerimizden alırız. Geleneklerimiz, adil ve güçlü bir düzen kurmanın en güvenilir kaynağıdır… “Milli ve yerli” kavramı bu söylemin merkezine oturuyor.
Bunun enine boyuna tartışılması gerekir; nedir bu “millilik”? Milli olanla olmayanı nasıl ayıracağız birbirinden? İktidarın millilik tanımı, karşı çıkanı yakan bir tabu mu?
Ulus devletlerin yerini ulus-üstü dayanışma mekanizmalarına bırakmaya başladığını, küresel sorunların çözümünde barışçı bir iklimin güç kazanacağını ummakta belli ki erken davranmışız. Büyük küresel eşitsizlikler, kültürel farklılıklar, demografik yapıları ve bununla beraber yerleşik hayatları tehdit eden büyük göç dalgaları, dünya düzeninin hiyerarşik yapısını sarsan Doğu-Batı rekabeti, gerçeğin umduğumuz gibi olmadığını gösterdi. “Evrensel” olduğu kabulüne dayalı değerlerin, insanlığı ortak idealler etrafında birleştirebilecek siyasetleri taşımaya yetmediğini anlıyoruz. Liberal demokrasiler de kendi yaslandıkları değerleri çiğniyor ve toplumlar bunu engelleyecek güçte tepki vermiyor. O nedenle, içinden geçtiğimiz zamanlarda, “milli”liğin yükselen değer olması anlaşılır bir durum.
Sonuçta millilik sırt dönülecek bir kavram değil. Bu coğrafyada yaşayan insanların “biz” duygusuna ihtiyaçları var ve ortak çıkarlarını önemsemek zorundalar.
Kısacası sorun kavramın kendisinde değil; nasıl kullanıldığında, politik işlevinde…
Kestirmeden konuşmak iyidir. İktidar bu kavramı, muhalefeti, çok sesli tartışmayı susturmak, cezalandırmak için kullanıyor. Fakat dahası var: “Yerli ve milli” kavramı, sağ terminolojiden tanıdığımız “milli irade” kavramını da aşan bir güç taşıyor. “Milli irade” çoğunluğun rızasına işaret eden; azınlıkta kalanların hak ve taleplerini önemsizleştirmeyi meşru kılmak için yardıma çağırılan bir kavramdır. Demokrasiyi seçimlere, çoğunluğun iradesine indirger ve sığlaştırır. “Yerli ve milli” ise, iddia sahibini çoğunluk rızasından da bağımsızlaştıran, hiçbir ölçülebilir nesnel dayanağa ihtiyaç duymaksızın yapıp eyledikleri sorgulanamaz kılınan bir otorite katına çıkartıyor. Hukukun bağlayıcılığı, temel hak ve özgürlükler, hattâ (geçtiğimiz seçim konuşmalarında iktidarın en yüksek sözcülerinden duyduğumuz gibi) halkın siyasi tercihleri… Bütün bunlar “yerli ve milli” olanın iradesiyle çelişirse birer teferruata dönüşüyor. Millilik iddiası, onu tanımlayana hepsini ezip geçme meşruiyeti sağlıyor.
İktidarın topluma dayattığı “millilik” ideolojisi budur. Güç kimin elindeyse, çoğunlukla ters düşse bile, milli olanı tanımlamak ona dair bir haktır. Buradaki “güç”, elbette devletin şiddet tekeline sahip olmasının gücüdür. Bu içeriğiyle, kapıları sınırsız keyfiliğe, totalitarizme açılan bir kullanıma müsaittir.
Bu ideolojinin alıcısının çok olduğu bir toplumuz. Fakat biliyoruz ki bu ideolojinin egemen olduğu toplumlarda “biz” duygusu oluşmaz. Devlet-toplum ilişkilerinde, rızanın yerini dışlayıcılık, düşmanlaştırıcılık, cezalandırıcılık alır. Çünkü toplumlar çok parçalıdır; insan varlığı çeşitlilik üzerine kuruludur. “Milli çıkar” tanımı, toplumun özgürce tartışması gereken göreceli bir konudur.
Öyle ki, millilik iddiasında olan siyaset yapıcıları da politikalarını değiştirirler. Biz bunların ilk elden tanığıyız. Dün İsrail, Mısır, Suudi Arabistan veya BAE’yle iyi ilişkileri savunmaya kalksanız gayrı-milli ilan edilebilirdiniz. Bugün tersini savunursanız gayrı-milli olursunuz. Ya da ekonomi politikaları, faiz düşürülürken “yerli ve milli” duruş olarak yüceltilmedi mi? Şimdi bambaşka bir çizgi yürütülmüyor mu? Dahası, Kürt açılımı milli çıkarlar için yapılmadı mı? Şimdi yine milli çıkarlar için Suriye Kürtlerinin üzerine ordu gönderiyoruz.
İktidarın milli çıkarlar için en doğru, olabilecek tek geçerli siyaseti geliştirdiğini nereden biliyoruz? Bu politikaları belirleyen otoritenin yanılmaz olduğunu; hepimiz için her zaman en faydalısını yaptığını neden tartışmasız kabul edelim?
Asıl “yerli ve milli” siyaset, kendi kararlarını toplumun tartışmasına açan siyasettir. “Yerli ve milli” kimliğe; o coğrafyada yönetmekle sorumlu olduğu herkesin görüşlerine, siyasi temsiline alan açan siyaset, milli siyasettir.
Güncel örneğe dönelim bitirirken. “Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’dan aldığı yetkileri kullandığını ve kararının uygulanmasının hukuki bir zorunluluk olduğunu” düşünüyorsam, bu görüşümün doğru olup olmadığı hukuk üzerinden mi tartışılacak, yoksa gayrı-milli ilan edilip susturulacak mıyım? “Yürütme erkinin hukukla bağlı olması, yasama ve yargı tarafından denetlenmesi şarttır, milli çıkarlarımız bunu gerektirir” veya “AYM’ye bireysel başvuru bu milli iktidarımız eliyle tanınmış bir haktır ve milli çıkarlarımıza uygundur” veya “yargıda olup bitenler toplum için hayati önemdedir, haber alma hakkı temel bir haktır, engellenmesi topluma zarar verir, milli çıkarlarımıza aykırıdır” veya “merkez bankasının bağımsız olmaması, ekonomiye ağır zararlar veriyor, bu milli çıkarlarımızı doğrudan etkiliyor” dediğim zaman, bu fikirlerime saygı duyulup tartışmama izin verilecek mi, yoksa gayrı-milli ilan edilip düşmanlaştırılacak mıyım?
Asıl turnusol görevi görecek sorular bunlardır “millilik” tartışmasında.
Önemsediğiniz şey gerçekten millilik mi, yoksa onu otoriterleşmenin ideolojik malzemesi olarak mı kullanıyorsunuz?