Bundan iki hafta önceki yazımda Avrupa Parlamentosunun Türkiye raporunu ele almış, bu raporun ülkemiz hakkında içerdiği değerlendirmelerin gerektirdiği ilgiyi ne siyasi çevrelerde ne de medyada görmediğine dikkat çekmiştim. Oysa herkesin bildiği gibi Avrupa Parlamentosu Birliğin temel kurumlarından biri olup onun rızası olmadan ülkemiz ile AB arasındaki ilişkilerde somut ve kapsamlı bir ilerleme sağlanması mümkün değildir. Söz konusu ilgisizlik şüphesiz gerek iktidarın gerek muhalefetin gerekse de medya ile kamuoyunun AB defterini kapattığı şeklinde yorumlanabilir. Veya ekonomik sıkıntıların had safhaya ulaştığı ülkemizde AB’nin gündemin ön sıralarında kendine yer bulamadığının da bir göstergesi olabilir.
Okuyucularımın sabrını test etme pahasına bu haftaki yazımı da yine AB konusuna ayırıyorum çünkü son günlerde, Birliğin üç temel kurumundan (Konsey, Parlamento, Komisyon) Konsey, 23-24 Haziran tarihlerinde toplanarak Türkiye’yi de yakından ilgilendiren bir bildiriyi kabul etmiştir. Bu bildiri de yine siyasi partilerin ve medyanın katiyen ilgisini çekmemiş, sadece Dışişleri Bakanlığı alışılmış şekilde bildirinin Doğu Akdeniz ile ilgili ifadelerini toptancı bir yaklaşımla reddetmiştir.
Oysa, Avrupa Birliği Konseyi yani Devlet ve Hükümet Başkanları zirvelerinde kabul edilen sonuç bildirileri 27 ülkenin siyasi iradesini yansıttıkları için hukuken bağlayıcı olmasalar da yine önemlidirler. Ekim 2021’de çıkan AB Komisyonu Türkiye Raporu, Haziran ayında çıkan Parlamento Türkiye raporu ve Zirve sonuç bildirileri birlikte okundukları zaman AB’nin Türkiye’ye bakış açısını topluca görmek mümkündür. Bu bakımdan bu son bildiri kanaatimce üzerinde durulmaya değer.
Sekiz sayfalık bildiride Türkiye’ye ismen yapılan tek atıf, Doğu Akdeniz ile ilgili 30’uncu paragraftadır. Dış İlişkiler ile ilgili olan bu bölümde komşumuzun Belarus olması ayrıca şayanı dikkat ve üzücüdür. Avrupa Birliğinin gözünde Türkiye artık resmen değilse de fiilen bir aday ülke değil, Belarus gibi dışarıda kalmış bir üçüncü ülkedir maalesef. Üstelik Belarus’taki iç durum eleştirilirken aşağıda görüleceği üzere ülkemizin dış politikası hedef alınmaktadır.
Bu paragrafta 2020 yazında Türkiye’nin tartışmalı sularda başlattığı ve arkadan son verdiği araştırmaların yarattığı krizden bu yana tüm AB kurumlarının kullandığı ifadeler tekrarlanıyor, Türkiye’nin bu bölge ile ilgili son zamanlarda tekrarlanan bazı davranışlarından ve söylemlerinden duyulan endişe dile getiriliyor, tüm AB üyelerinin egemenlik ile toprak bütünlüğüne ve uluslararası hukuka saygı göstermesi, bölge istikrarı amacıyla gerilimleri azaltması isteniyor ve kalıcı bir şekilde iyi komşuluk ilişkilerini teşvik etmesinin beklendiği hatırlatılıyor.
Görüleceği üzere, bu ifadelerde yeni bir şey yok. Birkaç yıldır dile getirilen ancak Ankara’da duymazlıktan gelinen çağrılar yenileniyor, Doğu Akdeniz sorunlarının çözümü Türkiye’ye yükleniyor. AB’nin Yunanistan ve Kıbrıs’a verdiği destek alışılmış ifadelerle tekrarlanıyor. Bu da AB ile ilişkileri normalleştirmek istiyorsa Türkiye’nin ciddi bir şekilde masaya oturması ve hukuka uygun çözümler araması gerektiği anlamının taşıyor. Zikzaklara ve 180 derece tavır değişikliklerine halkımızı alıştırmış olan iktidarımızın, önümüzdeki dönemde bu yola sapıp sapmayacağını ve NATO Zirvesinde gördüğümüz gibi ani dönüşe gidip gitmeyeceğini zaman gösterecektir.
Bildirinin diğer bölümlerinde Türkiye adı geçmese de yine de bizi çok yakından ilgilendiren ve kanaatimce üzerinde durulması gereken bölümler de var. Örneğin, Ukrayna paragrafları son zamanlarda sık sık gündeme gelen, AB içinde bir gevşeme veya bölünme meydana gelmeye başladığı iddialarını yalanlar niteliktedir. Rusya’ya yapılan, askerlerini uluslararası tanınmış yani 2014 hudutlarının gerisine çekme çağrısı; savaş suçlularından hesap sorulacağı; Ukrayna’ya askeri alan dahil güçlü destek verilmeye devam edileceği; savaşı durdurması için Rusya’ya ilave baskı getirecek yeni bir yaptırım paketinin kabul edildiği yönündeki ifadeler; Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Almanya Şansölyesi Scholz ve başkalarından gelen savaşın uzlaşma ile bitirilmesi, hatta Macron’un bir süre önce dile getirdiği, Putin’i küçük düşürmekten imtina etmek gerektiği yönündeki gevşemelerin artık geçerli olmadığı, AB’nin ABD ve Birleşik Krallık ile birlikte Ukrayna’ya tam ve en azından şimdilik sarsılmaz destek verecekleri mesajını kuvvetle dile getirdikleri anlamına gelir.
Ukrayna paragrafları bundan ibaret değil. Bildiri ismi geçmese dahi Türkiye dahil aday ülkeler başta olmak üzere tüm ülkeleri yaptırımlara uymaya davet etmektedir. Bu çağrı medyamızda pek yankı uyandırmayan ancak yabancı basında ziyaretinin amacı aynı olduğu belirtilen ABD Hazine Bakan Yardımcısı Wally Ayedemo’nun yakınlarda yaptığı Ankara temasları ile birlikte okunmalıdır. Savaş başladığı andan itibaren ülkemizin oynadığı iki tarafı idare etme politikasının uzun vadede sürdürülemeyeceği yönünde yapılan uyarıları doğrular niteliktedir. Savaş uzadıkça, ki kısa zamanda biteceğine ilişkin herhangi bir işaret mevcut değil, bu tutumun sürdürülebilirliği azalmakta ve ülkemiz üzerindeki baskılar artmaktadır.
Ukrayna ile ilgili olarak bildiride ilgimizi çekmesi gereken içeriklerin diğer bazıları, Rusya’nın gıda krizini bir savaş silahı haline getirmekte olduğu suçlaması ve bu krizin tek sorumlusunun Rusya olduğu vurgusu, Rusya’nın iddiasının aksine, yaptırımların tarım ve gıda ürünlerinin ihracatını engellemediği hususlarıdır. Ayrıca BM Genel Sekreterinin gıda krizine çözüm arayışları desteklenirken Ukrayna ile Rusya’nın bu amaçla BM ile birlikte İstanbul’da bir araya getirilmesi yönünde iktidarımızın gayretlerinden bahsedilmemiş olması, bu teşebbüsün de gerekli şartlar yerine getirilmediği için akamete uğradığının işaretidir.
Bildiride Ukrayna, Moldova ve Gürcistan’ın üyeliğe aday adaylıkları ve Batı Balkanların durumu da geniş yer tutmaktadır. Artık ülkemizin adaylığı tamamen gündemden düşmüş olmakla beraber Batı Balkanların üyelikleri desteklenmekte, müzakere süreçlerinin hızlandırılması çağrısında bulunulmakta, bunu yaparken de hukukun üstünlüğü, mahkemelerin bağımsızlığı, yolsuzluğa karşı etkin mücadele gibi alanlardaki reformların gerekliğine dikkat çekilmektedir. Bu alanlarda ülkemizin sicilinin ne kadar bozuk olduğu hatırlandığında, artık adaylardan bahsederken bizden bahsedilmemesi şaşırtıcı olmamalıdır.
Bildiride ayrıca Ukrayna ile Moldova’ya adaylık verilmesi, Gürcistan’ın ise Komisyon raporlarında dile getirilen bazı önceliklerin ele alınması halinde bu statüye sahip olabileceği söylenmektedir.
Özellikle Ukrayna ve Moldova’da AB üyeliğinin geniş halk kitleleri arasında ne kadar büyük bir tutku yarattığı bilinmektedir. Her iki ülkede siyasi mücadele Rusya ve AB yanlıları arasında cereyan etmiştir. Ukrayna Batıya ve özellikle AB’ye yönelmesinin bedelini Turuncu Devrim ve sonrasında ödemeye başlamış ve bu bedeli ödemeye bugün de artan bir şekilde devam etmektedir. Savaşı toprak bütünlüğünü, bağımsızlık ve egemenliğini korumuş bir şekilde bitirebilirse AB üyelik kriterlerini yerine getirmek için ciddi bir mücadeleye gireceğine şüphe yoktur. Ukrayna ve Moldova halkları, bizim milletimizden ve bizi yönetenlerden farklı olarak Batının ve özellikle AB’nin bu coğrafyadaki ülkeler için vazgeçilmez bir demokrasi, hukuk ve refah yol göstericisi olduğunu anlamışlar ve bunun için bedel ödemeye hazır olduklarını göstermişlerdir. Yolları açık olsun!
Gönül isterdi ki birkaç ay içinde çıkan ve ülkemizi yakından ilgilendiren yukarıda bahsettiğim üç metin (Komisyon ve Parlamento raporları, Zirve sonuç bildirileri) ciddi bir şekilde ele alınsın, içerikleri incelensin, haklı olan eleştirilerdeki sorunlar çözümlensin, dış politikada sıkıntılar iyi niyetli, yapıcı ve uzlaşıcı bir yaklaşımla ele alınsın ve ülkemiz tekrar AB hedeflerine doğru yönelmeye başlasın. Ne yazık ki, iktidar kendisinden bekleneceği şekilde konuya hamasetle yaklaşırken, muhalefet de farklılık göstermemektedir. Bu aymazlığın bedelini de milletçe ödüyor, ödemeye de devam edeceğiz.