Gün geçmiyor ki devlet kurumlarında herhangi bir yolsuzluk, bir rüşvet olayı, ihaleye fesat karıştırma filan patlamasın.
Halk, suç örgütü lideri Sedat Peker’i “Bugün hangi kirli ve karanlık işleri ifşa edecek” diye bekler oldu.
İktidar çevreleri, ortaya dökülen yolsuzlukları hangisinin üstünü, nasıl örteceklerini şaşırmış durumdalar.
Kah istifa ettirmeler, kah yalanlamalar. Bazen de sonuç vermeyeceği baştan belli soruşturmalar ve davalar.
Biri bir yolsuzluğun ipini çekmeye başladı mı, çoğu zaman nereye, kimlere ulaşacağı hiç belli olmuyor.
Kapatma gayretleri geçici bir süre nefes aldırsa bile, ekseriyetle boşa kürek çekiliyor. Olay bir süre sonra başka bir yerden patlayıveriyor.
Herkesin bildiği bir konu, ama benim de bir kez daha hatırlatmamda sanıyorum bir sakınca olmaz.
İktidara gelirken verilen sözler
AK Parti 2002’de iktidara gelirken, çok fiyakalı 3Y sloganını (Yolsuzluk, Yoksulluk, Yasaklar) öne çıkartarak mücadele vaadinde bulunmuş, bangır bangır propaganda yapmıştı.
Bu konular yüzünden çöken merkez partileri karşısında seçmenden ciddi bir teveccüh görmüş ve tek başına iktidar olmuştu.
İlk dönemlerinde bu konularda bir şeyler yapmaya çalışmış, toplumdan önemli ölçüde karşılık da görmüştü. Ne var ki, çok geçmeden hava tam tersine döndü. Sözler unutuldu ve değerler rafa kaldırıldı.
İlk işaretler
Bir yandan ekonomik şartlar gün be gün kötüleşti ve ülke krizden krize savruldu. Diğer yandan, derin bir yoksullaşma başladı, işsizlik ve hayat pahalılığı kronikleşti.
Bunlara paralel olarak, iktidarın kontrolünde her alana sirayet etmiş olan yolsuzluk ve halkı susturmayı amaçlayan yasaklar, normalimiz oldu.
Dokuz yıl önce, iktidarın dört bakanı, Muammer Güler, Zafer Çağlayan, Egemen Bağış ve Erdoğan Bayraktar ile yakınlarının adlarının karıştığı yolsuzluk ve rüşvet olayları aslında bir işaret fişeği gibiydi.
Bakanlar istifa etti; birçok işadamı, siyasetçi yakını ve bürokrat gözaltına alındı, davalar açıldı filan, ama değişen bir şey olmadı.
AK Parti, dört şaibeli bakanın Yüce Divan’a gönderilmesine, TBMM’de 21 Ocak 2015 günü yapılan genel kurul oylamalarında “aslanlar gibi” direndi. Muhalefet geçerli 276 oyu bulamayınca, çarkların aynı yönde dönmeye devam edeceği o zamandan anlaşıldı.
İktidar, siyaseti, hangi yolla olursa olsun kendisini ve çevresini zenginleşme aracı olarak gördüğünü, bunun için hukuka, ilkelere ve ahlaki değerlere sırtını dönmekte hiç tereddüt etmeyeceğini, sonraki yıllarda daha açık gösterdi.
Köprünün altından akan sular
Nitekim bugün, 3Y yaratıcı yeni modellerle çeşitlendi, derinleşti ve yukarıdan aşağı neredeyse bütün devlet kurumlarına iyice yayıldı. Anlayacağınız, ‘Yolsuzluk, Yoksulluk ve Yasaklar’la mücadele sözünün verildiği köprünün altından çok sular aktı.
Mafyatik karanlık ilişkiler, ihale yolsuzlukları, yurttaşın malına mülküne çökme, adam kayırma, devlet bankalarından usulsüz kredi sağlama, hemen her devlet kurumunun tepesinde sık sık gördüğümüz nepotizm (yakınlara imkan sağlama), rüşvet, liyakatsiz atamalar, vb. her yanımızı sarmış durumda.
Devletin birçok kademesinde ciddi bir kirlenme yaşandığı söylemek, hafif kalıyor.
İktidar ve etrafındaki menfaat grubunun, her türlü yolla siyasetten nemalanmayı temel karakteristikleri haline getirdiklerini ileri sürmek, sanıyorum haksızlık olmaz. Olağandışı bir gelişme olmadığı müddetçe, bu tercihlerinden vazgeçmelerini beklemek zor görünüyor.
Seçtikleri bu yolda dur durak tanımadan yürüyorlar. Bırakalım muhalefetten gelen ifşaat, eleştiri ve suç duyurularını, kendi içlerinden gelen kimi tatlı sert, kimi çok utangaç uyarıları dahi dikkate almıyorlar.
Bir zamanlar sokaktaki adamları olan Sedat Peker’in son ifşaatı ve onu takip eden enteresan gelişmeler, rüşvet, yolsuzluk ve hukuksuzluğun örümcek ağı gibi iktidar partisini sardığını ve Türkiye’ye hesaplanamaz ölçüde zarar verdiğini çok açık gösterdi.
Yolsuzluk ve rüşvet skandalları unutulur mu?
AK Parti’nin “parti sadakati” yüksek kemik seçmenini bir yana bırakırsak, ahlaki çürüme ve bozulma getiren bu yolsuzluk ve rüşvet çarkından, büyük seçmen çoğunluğu ciddi ölçüde rahatsız.
Seçime kısa zaman kalmasının verdiği telaşla, bugünlerde ekonomideki berbat durumu ve yolsuzluk olaylarını gözlerden saklamak ve alarm veren toplumsal memnuniyetsizliği baskılamak amacıyla, her kesimin ağzına ‘bir parmak bal çalma’ politikası izleniyor.
Belli ki bu gidişle, yolsuzluk ve rüşvet skandalları görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen yönleriyle seçim sonrasına taşınacak; kazandığı takdirde Millet İttifakı bu sorunu kucağında bulacak.
Muhalefet, yolsuzluk ve rüşvet dahil, her bakımdan bir döneme son vermek iddiasında. Liderler, ara ara devletin soyulmasına, yurttaşın alın terinin servet olarak, hukuksuz yollardan yandaşlara transfer edilmesine, ihale yolsuzluklarına, kirli ilişkilere dikkat çekiyorlar, konuyu yargıya taşıyıp hesap soracaklarına değiniyorlar.
Doğrudur, devletin ve bağlı kurumların tepeden tırnağa kirli ilişkilerden arınması yönünde bir çaba içine girilmeden de yeni bir sayfa açılması kolay olmayacaktır.
Açık söylemek gerekirse, yolsuzluk ve rüşvet skandalları öyle olmamış gibi davranılacak, komisyonlara havale edilip, oralarda zamana bırakılacak bir hadise gibi görünmüyor. Çapı ve derinliği itibariyle cumhuriyet tarihinde neredeyse örneği yok. Kamuoyuna yansıyan iddialara bakılırsa, bildiklerimiz buzdağının görünen kısmı.
Adil bir yargı süreci yaşanıp adalet tecelli etmedikçe, bu yaranın kanamaya devam edeceği belli.
“Devr-i sabık” endişesi
Muhalefetin seçimleri kazanıp kazanamayacağına dair şimdiden kesin bir kanaat ifade etmek mümkün değil. Ama seçmene bir şey söylemeden, seçime kadar durumu idare edip, seçimi kazandıktan sonra da okkalı okkalı davaları ard arda gündeme getirmek, muhalefet açısından yapılacak hatalardan en ciddisi olur. Seçmenin neler yapılacağını ve nasıl yapılacağını bilmeye hakkı var.
Buna karşılık, seçim kampanyasının esas olarak yolsuzluk ve rüşvet skandalları üzerinde oturtulması da benzer büyük bir hata olacaktır. Rejim değişimi, yurttaşın temel sorunları ve talepleri ile iktidarın hukuksuz uygulama ve ilişkilerinin ele alınışında bir denge ve makul ölçünün tutturulması gerekir.
Adnan Menderes’le iki bakanın idamı ve Demokrat Parti’ye açılan davalar nedeniyle, sağ muhafazakar seçmenin hafızasında “Devr-i sabık” travmasının derin izleri var. Gençler hariç, orta yaş ve üstündekilerin bugünkü tercihlerinin şekillenmesine bunun belli ölçüde etkisi olabiliyor. Altılı Masa’da yer alan partilerden bazıları da zaman zaman buna işaret ediyorlar.
Makul olanda buluşmak
Bu bakımdan muhalefet, tekil çıkışlar yerine, bu konuyu nasıl ele alacağının çerçevesini seçmene anlatmanın yolunu bulmalıdır.
Muhafazakar seçmendeki travmayı yeniden canlandırmayacak dengeli bir dil ve söylem, evrensel hukuk ilkeleri çerçevesinde dikkat ve titizlikle yapılmış bir hazırlık, duygulardan arınmış, toptancılık ve her türlü intikamcılıktan uzak yaklaşım, konuya dair açıklamalarda net olarak hissedilmelidir.
Her tarafa çekilebilen iddialı “temiz eller operasyonu” türünden şeylerin vaat edilmesi bir başka büyük hata olur ve uzak durulmalıdır. Siyasal tercihle, ideolojiyle ve inançla bağlantı kurmak da aynı ölçüde yanlış olacaktır.
Konu en az parlamenter sisteme geçiş kadar önem taşıyor. Doğru ele alınmadığı takdirde, toplumda kutuplaşma yaratma ve yeni düşmanlıklar oluşturma riski barındırıyor.
Muhalefet seçimlerde ister başarılı ister başarısız olsun, bu durumun farkında olmalı, konuyu şimdiden tek tek siyasetçilerin kişisel tercihleri ve rastgele propagandalarına bırakmamaya gayret göstermelidir. Bu bütün toplumun yararına olacaktır.