Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIYolsuzluklar, barış ve biz

Yolsuzluklar, barış ve biz

Yolsuzlukların Kürt barışından daha önemli olduğunu çok büyük bir keşif yapmış gibi coşkulu bir dille söylemiş Mahsun Kırmızıgül. Barış isterken yolsuzluğa karşı çıkmak mümkün değil mi? İkisi bir arada istenemez mi? Öyleyse yolsuzlukla barışı karşı karşıya koymak neden? Yolsuzluk bugünün sorunu değil, dün de daha az önemli değildi ve dolayısıyla bugün onu yeni bir durummuş gibi barışın önüne koymak ciddi bir muhakeme eksikliği ve mantıksızlıkla malul olmak değilse sadece bir bahaneden ibaret görünüyor.

Meşhur karikatürü görmüşsünüzdür. Eşinin “kimdi o kadın?” sorusuna vererek cevabı olmayan adam panikle “millet aç, aç!” diyordu.

Türkiye’de bazı çevreler, özellikle de egemen sınıfın temsilcileri Kürt barışı mümkün hale gelince şaşkınlık ve telaşla aynı ahlakçı refleksin bir benzerini veriyorlar. Belli ki çok mutlu değiller ve adaletsiz duruşlarına adil görünen bahaneler üretmek için hayal gücünün sınırlarını zorluyorlar.

Kürtlerden oy istenirken tüm unutulanlar şimdi yeniden hatırlanıyor. Üniter devlet vurgusu ve 1982 Anayasasının dokunulmazları yeniden dolaşımda. PKK’nın varlığını yeni fark etmiş görünen bazı siyasetçiler ve TV kanalları için de geçerli bu. Duyan da o siyasetçiler altılı masaya PKK tarafından yapılan destek açıklamalarına o günlerde “hayır olamaz, beni oyunla satın alamazsın” repliğiyle cevap vermişler, o kanallar da onları hararetle desteklemiş sanır.

Görünen o ki, bastırılan veya geçici olarak Suriyelilere aktarılan etnik önyargı da olduğu gibi geri geliyor. Ve barışa yaklaştıkça, onu önemsizleştirecek bir dil “Kürt sorununa barışçı çözüm”ün yerine oturuyor.

Yoksulluk, yolsuzluk ve geçim sıkıntısı da şiddetin tasfiyesi ve barışın tesisinin önüne geçmiş görünüyor.

“Onca yoksulluk varken!”

Yolsuzlukların Kürt barışından daha önemli olduğunu çok büyük bir keşif yapmış gibi coşkulu bir dille tekrarlayan Mahsun Kırmızıgül bu yaklaşımın örneklerinden birini veriyor.

“şunu bilin… Terörden daha büyük bir sorunu var bu ülkenin. O da, “YOLSUZLUK  Yolsuzluk, terörden on kat daha tehlikelidir.

Sokağa çıkın, insanlara dokunun. Milletin anası ağlamış anası. Bugün… Emekliler yaşam mücadelesi veriyorlar. Bir profesörün, hâkimin, savcının, doktorun, öğretmenin, askerin, memurun, işçinin aldığı maaş yürek yakıyor.

Şunu çok iyi bilin ki… Bu ülkeye barış gelse bile, bu denli büyük yolsuzluk ve adaletsizlik olduğu sürece bu ülke asla iflah olmayacak”

diyor. Acaba çocuğu bir sınır karakolunda nöbet tutan veya dağda olan bir baba da aynı tespitleri yapar mıydı, yolsuzlukların terörden daha büyük bir sorun olduğunu söyler miydi bilmiyorum ama Kırmızıgül’ün bu coşku dolu paylaşımını, argümanının sefaletini fark etmeden kullandığı özgüvenli dili görünce aklıma muhtemelen 2013 yılında Vahap Coşkun Hoca ile maruz kaldığımız bir “an” geldi.

Çözüm Sürecinin en güçlü olduğu ve gümbür gümbür ilerlediği zamanlardı. İnkarın bitmesi ve hakların iadesi adına önemli adımlar atılıyor, demokratikleşme paketleri hızla yasalaşıyor ve gerçekten bir “Sessiz Devrim” yaşanıyordu.

Gelgelelim herkes bu mutluluğu paylaşmıyordu. Özellikle Türkiye’nin hali vakti yerinde sınıfı mutsuzdu. Ama ayrıcalıklı zümrenin radikal çocukları çoğu kez seküler ulusalcı ebeveynleri gibi açıkça saldırmıyorlardı barışa. Aksine onlar da elbette çözümden yanaydı. Ama atılan hiçbir adım onları mutlu etmiyor, hep bir eksiklik oluyor, iade edilen her hak anında anlamsızlaşıyor ve değersiz hale geliyordu. Şairin “solgun bir gül oluyor dokununca” dediğine benzer biçimde iade edilen her hak “ne olmuş ki, ne var ki bunda” türünden dudak bükmelerle küçümseniyordu.

Bazıları için Kürt Sorununun çözümü de daha o günlerde anlamsızlaşmış görünüyordu. Çünkü çözümün gelmekte olduğunu hissediyorlardı ve “ötekilerin iktidarında bu sorun çözülecek” kaygısı, tüm zamanların en büyük dileğini veya idealini solduruyordu.

İşte tam o günlerde Vahap Hoca Diyarbakır’dan gelmişti ve biz Beyoğlu’nda bir yerde çay-kahve içerken Boğaziçi Üniversitesinden tanıdığım bir arkadaş da gelip masamıza oturmuştu. Heyecanlı ve sertti. Konuyu kendisi açtı ve tespitini şöyle yaptı: “Benim için Kürt Sorununun çözümü önemli değildir. Eğer Kürdistan’da taşeronlaşma ile işçi sınıfı sömürülecekse bunun (çözümün) önemi yoktur!”

İşçi hakları konusunda o kadar duyarlıydı ki bu “burjuva çözümü” onun için anlamlı olamıyordu.

Kötü niyetli değildi o arkadaş. Gerçekten inanarak söylüyor, o dönemin sürece muhalif argümanlarından birini tekrarlıyordu. Çevresinin egemen fikirlerini diğer bir ifadeyle. “Bir toplumdaki egemen fikirler egemen sınıfın fikirleridir” diyen Marx da bizimle masaya otursa ve ona sınıfsal bir refleks verdiğini söylese, onca saygı duyduğu filozofu bile paylayacak kadar tepkiliydi. Bu sebeple Diyarbakır’dan gelip de ona “deli misin yahu, yaşama hakkı taşeronlaşmadan daha önemsiz olabilir mi?” anlamında itiraz eden kişinin argümanlarını duymuyordu bile.

Bugünkü “temiz toplum” tiratlarıyla barışa saldıranları görünce hiçbir şeyin değişmediğini anlıyor insan. Yolsuzluklar önemsizdir diyene rastlamadım. Barış derken “yolsuzluklara bakmayın” diyene de.

Barış isterken yolsuzluğa karşı çıkmak mümkün değil mi? İkisi bir arada istenemez mi? Öyleyse yolsuzlukla barışı karşı karşıya koymak neden?

Bana göre de önemsiz bir sorun değil yolsuzluk. Ama yolsuzluk bugünün sorunu değil, dün de daha az önemli değildi ve dolayısıyla bugün onu yeni bir durummuş gibi barışın önüne koymak ciddi bir muhakeme eksikliği ve mantıksızlıkla malul olmak değilse sadece bir bahaneden ibaret görünüyor. Emekçileri taşerondan korumaya ilişkin ani ve dönemsel bir duyarlılık geliştirmek gibi.

Barışı ıskalamamak

O günlerde oturup hararetli biçimde tartışmıştım o arkadaşla. Ama bugün sadece gülümserdim herhalde.

Çözüm ilerledikçe bu tür yakınmalar hep olacak elbette. İleride daha çok olacak belki. Seçkin muhitlerdeki egemen fikirler, bazen sol bazen de Türkçü söylemlerle dile gelecek.

Bu yüzden çocuklarının ayağı taşa hiç değmeyecek tuzu kuruların yakınmalarına laf yetiştirmeye gerek yok. Tuzu kuru olmayanlar ise çok iyi anlayacaktır barışın değerini. Barıştan hazzetmemenin ekonomi politiğini de. Ve onların sayıklamalarına itibar etmeyecektir.

Bırakalım geçmişin hayaletleri tarih sahnesini huzur içinde terk etsin. Biz yüz yıllık bir acıyı dindirmeye bakalım.

- Advertisment -