Bir işe başlarken Allah’tan işlerini kolaylaştırması için okunan popüler bir dua olan “Rabbi Yessir”in (Allahım kolaylaştır) bazı bölgelerde “yüzdeki nur” anlamında kullanıldığını, 2021 yılında Meral Akşener’in Karar TV’de Elif Çakır ve Taha Akyol’a verdiği röportajda fark etmiştik.
Akşener, “kim cumhurbaşkanı olacak”, “kazanacak aday” tartışmaları sürerken; dindar olduğunu söylediği ablasının İmamoğlu’nun yüzünde “Rabbi Yessir” gördüğünü söylemişti.
Akşener, daha sonra iki yıl boyunca Cumhurbaşkanlığı adaylığı için çoğu kez ad vermeden, ima ederek, “kazanacak aday” diyerek İmamoğlu ve Yavaş’ı işaret etti.
İmamoğlu’na açılan davadan sonra Saraçhane’ye gitti, makamında ona sarıldı, Kılıçdaroğlu Almanya’dayken onla mitinge çıktı, Kılıçdaroğlu’nun adaylığına direndi, nihayet seçime birkaç ay kala bu yüzden masadan kalktığında da İmamoğlu ve Yavaş’ı partilerine isyan edip, Samsun’a çıkmaya çağıracak kadar ileri gitti.
Her ne kadar şimdi İmamoğlu ve Yavaş’ı aday olmayı kabul etmedikleri için cesur olmamakla suçlasa da masaya dönüş şartı olarak bu iki ismin Cumhurbaşkanı yardımcısı adayı olmasını sağladı, bunu yapmakla övündü, seçim kampanyası boyunca da bu iki isimle meydanlara çıktı.
Dışarıdan bakanlar için İYİ Parti-İmamoğlu ilişkileri, İmamoğlu-CHP ilişkisinden iyi görünüyordu.
İmamoğlu’nun da Kılıçdaroğlu’na ve CHP’lilere karşı Akşener’e ve İYİ Partililere daha yakın hissettiği açıktı.
Seçimden sonra da bu yakınlık sürdü.
İmamoğlu’na yakın medyada seçim yenilgisinin faturası Kılıçdaroğlu, CHP ve tüm altılı masa aktörlerine çıkarılırken, Sinan Oğan’ın yüzde 7’lik oyu gibi seçim sonucunu doğrudan etkilemiş bir vaka varken ve Oğan’a kayan tepki oyları İYİ Parti’den gitmişken, İYİ Parti ve Akşener eleştirilerden muaf tutuldu, hatta Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı çıkması takdir edildi.
İYİ Parti de seçimlerden önce “Hangi CHP’li aday olmalı” tartışmalarında girdiği CHP içi kavgada, seçimlerden sonraki “CHP’nin başkanı kim olmalı” mücadelesinde de taraf odu.
Kılıçdaroğlu aleyhine açıktan konuşamayan CHP’liler yerine İYİ Partililer, onlara yakın gazeteci ve akademisyenler Kılıçdaroğlu eleştirilerinde başı çekti, onlar adına konuştu.
Hatta daha yakın zamana kadar İYİ Parti, CHP ile ittifak kurup kurmayacağına CHP Kongresi’nde Kılıçdaroğlu’nun kazanıp kazanmayacağına göre karar vereceğini bile açıkladı.
Peki ne oldu da şimdi Akşener, İmamoğlu’nu partisinin içişlerine karışmak, operasyon çekmekle suçladı ve bunu savaş ilanı olarak gördüğünü açıkladı?
İmamoğlu’nun yüzündeki “Rabbi Yessir” mi kayboldu?
Akşener ve İYİ Partililer somut olaylarla operasyondan kasıtlarını açıklıyor.
Ama esas meselenin üzerinden atlıyorlar.
Çünkü mesele kişisel değil, yapısal görünüyor.
O yapısal sorun da bu iki parti arasında birbirine operasyonu, içişlerine karışmayı mümkün kılan yakınlaşma ve mesafesizlik.
Akşener’in CHP’li iki büyükşehir belediye başkanını, CHP’nin liderine isyana çağırmasının üzerinden daha bir yıl bile geçmemişken şimdi CHP’yi kendi içişlerine karışmakla suçlaması “karma” değilse de talihin bir ironisiydi.
İYİ Parti, CHP içindeki adaylık tartışmaların, CHP içindeki liderlik tartışmaların doğrudan bir parçasıydı. Neredeyse CHP içinde bir hizbe dönüşmüştü.
Ama haksızlık etmemek gerek, bunu CHP’ye operasyon çekmek için yapmadılar.
Doğal olarak bu tartışmaların bir parçası haline geldiler.
Çünkü sorun iki partinin birbirine fazla benzemesi, neredeyse aynı tabana konuşması, aynı oy havuzundan oy almaya çalışması.
İYİ Parti, MHP içinde AK Parti ile ittifaka karşı olan daha seküler, Atatürkçü, İslamcılık karşıtı MHP’liler tarafından kuruldu.
Partinin cansuyu bu fikir ve kadrolardı.
Daha sonraki muhafazakar, merkez sağ, liberal, Kürt transferler, Ömer’in Yolu gibi PR faaliyetleri o yüzden eklektik durdu.
Nihayet, parti seçim kaybedince de ittifaklardan çekilirken, kendi içindeki eklektik ittifaklardan da çekildi, Durmuş Yılmaz, Bahadır Erdem, Ahad Andican gibi merkez sağ, liberal çizgideki isimler, Salim Ensarioğlu gibi Kürt merkez sağdan transferler bir vesileyle partiden ayrıldı, parti içine doğru yani bu kuruluş özüne doğru kapandı.
Bu ideolojik büzüşme de dışarıdan partinin erimesi gibi görünüyor.
Aslında parti erimiyor, parti olarak özü olan ana farkın etrafında katılaşıyor.
Her ne kadar bu tekeden süt çıkarmak için 24 saat açık siyaset bilimciler tarihi yeniden yazmak gibi acul işlere girse de “Seküler Milliyetçilik”, aynı anda hem muhafazakarları hem de Kürtleri dışlayan, bu yüzden Türkiye’de merkez siyaset olamayacak bir fikirdi.
Zaten o yüzden de olmadı.
Doğal olarak de İYİ Partililer, büyük muhafazakar kitleler, Kürtlerle değil CHP’nin tabanıyla diyalog kurabildi. CHP’nin oy havuzuna gözünü dikti.
Bunun zorunlu ittifak halini gördük, şimdi de itilaf halini göreceğiz.
İttifak halindeyken bile kavga etmişlerdi, şimdi ihtilaf halinde olacakların da ilk işaretleri gelmeye başladı.
Şimdiden İYİ Partililer, İmamoğlu’na ve CHP’ye karşı, PKK-DEM kartını kullanacaklarının işaretlerini vermeye başladı.
Çünkü birbirine benzeyen İYİ Parti ve CHP arasında en temel fark Kürtler ve DEM Partisi ile ilişkiler. O yüzden Şeyh Said tartışması bir anda bir krize dönebiliyor. Şeyh Said’i asmış CHP, Kürtleri kaybetmemek için ılımlı davranırken, İYİ Partililer İstiklal Mahkemesi hakimleri gibi konuşabiliyor.
Çünkü İYİ Parti, ancak CHP’nin ana çizgiden sapma olan Kürt meselesindeki bu pozisyonunu CHP tabanına şikayet ederek oy devşirebilir.
Bunu da önümüzdeki seçimlerde bol bol yapacakları anlaşılıyor.
Muhtemelen yerel seçim kampanyasında AK Parti ve MHP’nin iki seçim kazandıkları bu konu üzerinde konuşmasına bile gerek kalmayacak.
Hatta İYİ Parti’nin milliyetçi harareti karşısında Kürtler için AK Parti ehveni şer bile görünebilir.
Yani özetle İYİ Parti’nin temel meselesi evet CHP ama CHP yüzünden oy kaybetmek ya da CHP’nin içişlerine karışması değil, CHP’ye benzemek.
Ve şimdi tümüyle seküler milliyetçi çizgideki kadroların etkisine giren bir İYİ Parti’nin elinde CHP’den daha CHP’lilik, CHP’den daha Atatürkçülük, gerçek Atatürk milliyetçiliği dışında elinde bir kart kalmadı.
CHP’den ittifaktan hızla kaçan İYİ Parti, hızla daha CHP’li bir İYİ Parti oluyor.
Fakat, bu tartışmada okları şimdi CHP’ye yakın medyanın yaptığı gibi sadece İYİ Parti’ye çevirmek haksızlık olur.
Meselenin bir de İmamoğlu tarafı var.
Akşener’in ablasının iki yıl önce İmamoğlu’nun yüzünde gördüğü “Rabbi Yassir”e peki ne olmuş olabilir?
İmamoğlu’nun yüzünde “Rabbi Yassir” olup olmadığının Akşener’in ablası dışında bir görgü tanığı yok.
Ama bundan beş yıl önce İstanbul’da yaşayanların bile adını duymadığı, metrobüsün son duraklarından birinde bulunan bir banliyö belediye başkanı iken bir anda yıldızını parlatan, 2019’da bir kamerayla pazarları dolaşarak, büyük bir medya gücüne karşı yürüttüğü seçim kampanyasındaki güler yüzlü, rahat diyalog kuran, hoşgörülü, sade profiliydi.
Hatta bir esnafla kavga ederken ortaya çıkan hırçın Trabzonluluğu yerel seçimlerde en çok başını ağırtan görüntü olmuştu.
Fakat bugün İmamoğlu, bu profilin epey uzağında görünüyor.
Ama iktidarla verdiği mücadele yüzünden bu görüntüden uzaklaşmadı.
Tam tersine oradaki mücadelesi ilkesel, kamu için verilmiş bir mücadele olarak göründü.
Esas partisi ve ittifakı içindeki mücadelesi kişisel özelliklerini görünür kıldı.
Sırasıyla Kaftancıoğlu, Mansur Yavaş, Kılıçdaroğlu ile şimdi de Akşener ile içine girdiği ama hiç içindeymiş gibi davranmadığı güç mücadeleleri, kavgalar, polemikler siyasetin bir doğal sonucu gibi yaşanmadı.
Bu kavgalarda kullanılan yöntemler, tartışmalara içine sokulan medya gücü ve gizli-saklı yapılması; vefa, güven gibi duygularla etrafında ahlaki meselelere de dönüştü.
Üzerine artık Güldür Güldür Show’da herkesin anlayıp güldüğü espriler yapılan Cumhurbaşkanlığı adaylığı için gösterdiği hırs ve çaba, bunun için CHP’nin 25 yıl sonra aldığı İstanbul’u feda ediyor görünmesi, davetli olmadığı saraydaki baloya sihirli değneğiyle değerek onu hazırlamış Kılıçdaroğlu ile içine girdiği güç mücadelesi İmamoğlu’nun imajını dönüştürdü.
Aslında İmamoğlu, uzun yıllar sonra Türkiye’de siyaseti Erdoğan’dan sonra en profesyonel yapan isimlerden biri.
Etrafında çok güçlü bir danışmanlar ağı var, her adımı geniş bir danışmanlar çevresi tarafından tartışılıyor, metinleri yazılıyor, siyasetleri belirleniyor.
Kendisine yakın medyalar, gazeteciler, organik ve inorganik olarak ona destek veren geniş bir sosyal medya ağı var.
Karizması, siyasette tuttuğu yer ve ağırlık kendi tercihi değil, AK Parti ve Erdoğan’ı İstanbul’da iki kere yenmiş, anketlerde en popüler siyasetçilerden biri olarak çıkan bir siyasetçinin terazilerde ağır basması normal ama bu ağırlık önce CHP içinde şimdi de ittifak ortağı İYİ Parti’de güç dengelerini sarstı.
Kıyametin gelişini hızlandırmak isteyen Evanjelikler gibi, kariyerini hızlandırmaya çalışırken yaptığı siyasi hamleler İmamoğlu’nun “üzüldüğünü” söylediği ama içinde olmaktan beri durmadığı tartışmaların ortasına çekti.
Sadece kendisi değil, çevresi ve destekçileri de bu polemiklerin içinde, neredeyse herkesle kavgalara tutuştu.
Bu acelecilik beş yıl önce bir kamerayla pazarlarda dolaşarak elde edilmiş bir imaja da günün sonunda zarar verdi.
İmamoğlu, aşırı strateji, aşırı profesyonellik, aşırı kurumsallık, bir an önce menzile varmak için hızlandırılmış bir kariyerin mağduru gibi görünüyor.
Akşener’in ablasının yüzünde gördüğü “Rabbi Yessir’den savaş ilanına getiren de bu olabilir.
Akraba kavgaları her kavgadan sert olur. Fikren akraba olan İYİ Parti-CHP arasındaki de öyle olacak gibi görünüyor.