Ana SayfaGÜNÜN YAZILARI“Zamanın ruhu” hakkında, Cemal Kafadar’dan üç paragraf

“Zamanın ruhu” hakkında, Cemal Kafadar’dan üç paragraf

Önce “‘Koşullar’ ile ‘özgür irade’ arasında”yı (25 Haziran), ardından “Zeitgeist”ı yazmıştım (2 Temmuz 2022). Tarihçinin, bir yandan geçmiş kuşak, olay ve süreçleri içerden anlama sorumluluğu ile diğer yandan, bir insan, bir vatandaş, bir dünyalı olarak aynı olay ve süreçlere ilişkin kendi vicdanî, ahlâki kanaatlerini koruma hakkı arasındaki ilişkiyi, belki çelişkiyi, kendi kendime uyguluyor; faraza elli yıl önceki halimi hem anlamaya hem yargılamaya çalışıyordum.

[2 Temmuz 2022] Meğer arkadaşım, keza tarihçi, Harvard öğretim üyesi Cemal Kafadar da benimkine benzer bir değerlendirme yapmış, Magma dergisi veya web sitesinde, neredeyse bir buçuk yıl önce. O sırada covid salgınıyla açığa çıkan eşitsizlikler gibi George Floyd’un öldürülmesinin tetiklediği ırkçılık karşıtı dalga da, tarihin ve mirasının sorgulanmasını beraberinde getiriyor. Akademide, müfredatın yeniden yazılması (rewriting the curriculum) gündeme geliyor. Sokaklarda, köle tacirleri ve sahiplerinin heykelleri devriliyor; Churchill’ler, Jefferson’lar da bu tepkilerden payını alıyor. Serkan Ayazoğlu, bu konularda uzun bir söyleşi yapmış Cemal Kafadar’la; “Salgın ve Irk Yarası” başlığı altında, 8 Şubat 2021’de yayınlanmış. Tamamı için bkz https://www.magmadergisi.com/baykus/salgin-ve-irk-yarasi. Konumuzla ilgili üç kritik paragrafı aşağıya alıyorum. Yukarıya, Thomas Jefferson’ın ve Benjamin Franklin’in portrelerini koydum; aynı dönemin insanları olmalarına rağmen, aralarındaki farkı Cemal anlatıyor. Önümüzdeki günlerde, kendi şahsımda belki bütün bir kuşakla, ama asıl kendi kendimle yüzleşmeye devam edeceğim.

Tarihi olayları kendi içinde, kendi döneminin şartlarıyla değerlendirmeliyiz ama ya o olay ırkçılık ve ayrımcılık gibi bugüne doğrudan dokunuyorsa ne yapmalı?

Bu kolay aşılır bir mesele değil. Zikrettiğin prensip yine doğru, evet o günün şartları, dünyası içinde bakmalı ama bu orada gördüğümüz şeyleri, kişileri, kurumları yüceltmek ya da batırmak anlamına gelmemeli. Daha önemlisi bugüne dair kalıntılarını, etkilerini, günümüzün zulümlerini meşrulaştırıcı kullanımlarını meşrulaştırmak anlamına gelmemeli. Kristoforo Kolombo ne yapmışsa yapmış onu 15. yüzyıl şartlarında anlayalım demek başka onu ikonlaştırmak, heykelini dikmek, kâşifliğine başka yönlerini örtecek şekilde vurgu yapmak başka. Ayrıca kendi şartları içinde bakarsan “vaay büyük kâşif geldi” diye karşılanmıyor 1490’larda, o gün de hakkında türlü türlü rivayetler dolaşan meşkuk bir karakter.

Yeni bir bakış açısından söz ediyorsunuz sanırım?

Tarihçilerin tekrar tekrar düşünmesi gereken bir durum var burada. Keşif kelimesi bile sorgulanabilir ve sorgulanıyor. Kimin için keşif, ne anlamda keşif. O günün şartlarına bakalım, tamam, ama o gün içinde itiraz edenler de var. Tamam, kölecilik değişik şekillerde değişik toplumlarda binlerce yıl var olmuş ama köleciliği hiç tanımamış, tanısa da kabul etmemiş toplumlar da var. Mesela Dürziler hiç kabul etmiyor, biz Dürzü kelimesini hakaret gibi kullanmayı olağanlaştırmışız ama haklarında ne biliyoruz? Osmanlı dünyasını oluşturan unsurların, Müslim-gayrimüslim, kölecilik konusunda farklı tavırları var mıydı? Bir tek İstanbul’un ya da Anadolu’nun Rumeli’nin Müslümanlarını ele alsak bile, muhakkak farklı tavırlar buluruz hakkıyla çalışsak. Yani, evet, bugünün değerleri ile yargılamayalım ama o günün değerlerini de yekpare imiş gibi ve gri tonları tanımazmış gibi düşünmek zorunda değiliz. Oryantalizmin özcülüğü ve indirgemeciliği -Türkler budur, İslam şudur- Osmanlı toplum yapısını ve değerlerini savunduğunu iddia edenler dâhil bu konularda konuşanların çoğunun içine işlemiş.

Heykellerin altına plakalar koyulup kişiyi objektif şekilde tanıtmak da tartışılıyor ABD’de…

George Washington, Thomas Jefferson, Benjamin Franklin gibi “kurucu atalar” (Founding Fathers) birbirinden farklı. “Dönemin şartlarıyla ve değerleriyle” dediğimizde hangisini kıstas alacağız? George Washington köleciliğin bitmesi gerektiğine dair bir şeyler mırıldanan ama çocukluğundan itibaren yüzlerce kölesi olmuş bir ağa-paşa. Ölümünden sonra kölelerinin azad edilmesini vasiyet ettiğine dair rivayeti de günümüz tarihçileri çok sağlam bulmuyor. Thomas Jefferson kuruma dair eleştirel konuşan ve kaldırmaktan yana olan ama ırkların eşit olamayacağını kabul eden, altı yüz kadar kölesi olmuş, birinden çocukları olmuş bir patriyark. Benjamin Franklin gençliğinde köleciliği yaşamış ama sonradan kökten karşı çıkmış ve bu uğurda siyasi mücadele vermiş bir adam. Bugünün değerlerini 18. yüzyıla taşımayalım derken 18. yüzyılın kendi değer karmaşasını göz ardı etme tehlikesi var. O devirde kökten ilgacılar da var, köleciliğin yekten ve def’aten kaldırılmasını isteyen. Dürziler gibi Quakerlar da köleliği hiç kabul etmemiş bir dini azınlık mesela. İkinci savaşa gitmeyi reddedip İslam’ın Serüveni’ni yazan büyük tarihçi Marshall Hodgson bunlardandır, mekânı cennet olsun. Tabii tartışacak insanlar, bunlardan hangisinin heykeli bugün bize yakışır diye. En azından heykelin altında ne yazdığımızı bir düşünelim diye. Bunları konuşmuşken İstanbul’a bir James Baldwin heykeli ne kadar yakışırdı. Makbul insan kim? Her toplum bu soruyu tekrar tekrar sorar ve hürmet ifade eden davranışlarıyla kodlar. Dolayısıyla bir Kadir Mısıroğlu ziyareti sadece bir ziyaret değildir.

- Advertisment -