Yönetmen Zeki Demirkubuz’un Ekim 2012’de attığı o meşhur tweet bu aralar yeniden çok popüler:
“Bu ülkeye ve bu hayata dair hiçbir şeyin, hiçbir zaman benim dilediğim gibi olmayacağını biliyor, artık bundan acı duymuyorum”
Tweet, büyük umutlarla girilen seçimin ardından ülkenin yüzde 48’inin içine düştüğü ülkeye ve siyasete dair, yeis, umutsuzluk, bıkkınlık, apati hislerine tercüman oluyor.
Her ne kadar Mart 2024’de yerel seçimlerin demokrasi ateşini biraz daha harlaması beklense de muhalif partilerin birbirine düşmesi, parti içi liderlik mücadeleleri, liderlerin seçim sonrası depresif halleri, seçmenleri ikna etmekteki başarısızlıkları hatta bunu yapmaktaki umursamazlıkları, partilerin kendi tabanlarına hoş görünmek için muhalefetin en doğru yaptığı şey olan ittifakı günah keçisi ilan edip, ittifaktan uzaklaşma sinyalleri vermeleri Mart 2024 yerel seçimleriyle ilgili heyecanı da en azından şimdilik örseliyor.
Son altı ayda anlık olarak siyaseti takip eden, çocuklarına kadar siyasileşmiş, dünyanın seçime katılma rekorlarını kırmış bir toplum artık siyasi haberlerle ilgilenmiyor, televizyon tartışmalarını izlemiyor, siyasetle ilgili köşe yazıları okunmuyor.
Muhtemelen bu yazı da o akıbeti yaşayacak.
14 Mayıs’tan bu yana yasın tüm aşamaları yaşandı; inkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme: “Hile yapıldı”, “depremzedeler bile..”, “iki milyon fark Suriyeliler sayesinde”,”Kılıçdaroğlu yüzünden”, “bu ülke düzelmez”, “yerel seçimleri de alır Erdoğan”
Eğer muhalefet bu atmosferi değiştiremezse hala canlı bir demokrasinin kanıtı olan yüzde 48’lik muhalif blok eriyecek, siyaset alanı siyaset profesyonellerinin ve radikallerin elinde kalacak. Muhalefet marjinalleştirilecek ve kriminalize edilecek, bir süre sonra muhalefet adına geride hapiste, sürgündeki siyasetçiler ve iktidarın ana politikalarını onaylayan tescilli muhalifler kalacak.
Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Rusya’da böyle oldu.
Fakat neyse ki Rusya ile temel bir farkımız var.
Türkiye’de siyasi kimliklerimiz aynı zamanda sosyal kimliklerimizi de yansıtıyor.
Yani bizim gibi bir toplumda siyasetten vazgeçmek büyük bir lüks, hayatla ilgili verilmiş çok radikal bir karar.
İstesek de vazgeçemeyiz.
Nitekim Zeki Demirkubuz da o tweeti attıktan birkaç gün sonra Kurban Bayramı görüntülerine tepki gösterip “hayvan mezarlığına gömülmeyi” vasiyet etmiş, birkaç ay sonra patlak veren Gezi olaylarına destek vermiş, 2015’de HDP’ye oy vereceğini açıklamış.
Zaten o tweeti de bir seçim yenilgisinden sonra değil, Altın Koza’da yarışan Yeraltı’na ödül vermeyen jüriye “Gerzeklerden sıkıldım artık Türk festivali yok” dedikten bir ay sonra atmıştı.
Ama herhalde bu bıkkınlığın tek sebebi filminin hak ettiği değeri görememesi değildi.
Demirkubuz, röportajlarında anlattığına göre Köy Enstitüsü’nden dönüşmüş bir öğretmen okulunda okuyup solcu olmuş, 70’lerde hızlı bir solcu olarak yaşamış, 12 Eylül’de idamla yargılanıp hapiste yatmış, sonra hapisten o sosyalist fikirlerinin radikalliğini bırakarak çıkmış.
O tweeti okuduğunda herkesin ilk aklına gelen yıllarca kendi fikirleri doğrultusunda ülkeyi değiştirmeye çalışmış idealist bir insanın, ülkenin değişmesinden ümidini kestiği ve mücadeleden bıktığıydı.
Ama belki de bu bir bıkkınlık değil de bir farkındalıktı.
Tekrar okuyalım:
“Bu ülkeye ve bu hayata dair hiçbir şeyin, hiçbir zaman benim dilediğim gibi olmayacağını biliyor, artık bundan acı duymuyorum”
Evet çok haklı, yaşadığımız ülkede ve hayatta hiçbir şey hiçbir zaman bizim dilediğimiz gibi olmayacak.
O an gelmeyecek, büyük kurtuluş günü, asrı saadet, büyük uyanış, büyük aydınlanma, devrim, inkılap adı her neyse o hiçbir zaman yaşanmayacak.
Cehalet her neyse hiç bitmeyecek, o “korkunç fikirli” insanlar, o berbat fikirler, ayrımcılıklar, yok olmayacak, azalsa da hep var olacak.
Ve biz bunun hayatın kaçınılmaz bir gerçeği olduğunu kabullenip, bundan kahrolmaktan vazgeçeceğiz.
İnsanların bir Türkiye, bir dünya hayali olmasında bir beis yok.
Ama Türkiye, hiçbir zaman İslamcıların, Kemalistlerin, solcuların ya da milliyetçilerin hayallerindeki ülke olmayacak.
Ne toplum bir gün topluca hidayete erecek, asr-ı saadet, “Osmanlı barışı” geri gelecek ne de bir anda herkes aydınlanacak ve bilimsel laik bir cennete dönüşeceğiz, köylerde Köy Enstitüleri açılacak, tarikatlar, cemaatler kapanacak, kadınlar başörtülülerini çıkaracak, Kürtler Kürtçe’yi, Aleviler Aleviliği unutacak.
Hakikatin tekliğine iman etmiş dindar ve laiklerin ülkesinde kabullenmesi zor bir gerçek ama dünyayı anlamlandırmanın farklı yolları var.
Rakip fikirler, partiler, ideolojiler, inançlar; kötü, aptal, ilkel, geri oldukları için değil, öyle düşünmek de mümkün olduğu için varlar.
Bu, kendi doğrularımızdan, siyasetlerimizden, inançlarımızdan vazgeçmek demek değil ama herkesten bize benzemesini beklemekten vazgeçmek demek.
Pek çok insan için bütün ömürlerini bu çoğul hakikatler, çoğul hayat tarzları içinde geçireceklerini kabul etmek acı verici olabilir.
Ama büyük çoğunluk bunun için şükretmeli.
Çünkü bu hayallerin pek çoğunda toplumun en az yarısı ya yok ya da sindirilmiş, susturulmuş, yenilgiyi kabul etmiş olarak bir kenarda oturmayı kabul ederlerse varlar.
Yani birilerinin hayali, diğerlerinin kabusu aslında.
Neyse ki Türkiye hiçbir zaman kimsenin hayalindeki ülke olmayacak.
Sevmediğimiz fikirler, insanlar, partiler, cemaatler, örgütler, gruplar hayatımızda kalmaya, var olmaya, görünmeye, ses çıkarmaya devam edecekler.
Bir an gelecek ve hepsi ortadan kaybolmayacak.
Biz de bütün bu çoğulculuğa, farklılıklara, çok sesliliğe ve farklı hakikatlere katlanacağız. Bunu çok hoşgörülü olduğumuz için değil, çaresizlikten, yapacak başka bir şeyimiz olmadığı için yapacağız.
Özellikle, okullardan itibaren ideal bir toplum endoktrinasyonuyla yetiştirilmiş ve o kafasındaki ideal topluma uymayan her farklılık karşısında öfkelenen, huzursuzlanan, güvensiz hisseden, müzakere etmekten vazgeçen, itici bir elitizmle kendini marjinalize eden muhaliflerin bu farkındalığa çok fazla ihtiyacı var.
Bütün tarikatlardaki insanları ‘kurtaramaz’sınız, bütün başörtülü kadınları ‘özgürleştiremez’siniz, bütün cahilleri ‘aydınlatamaz’sınız, insanların resmi ideolojiye mesafesinin sebebi ‘nankörlük’leri değil, Türkiye hoşunuza gitmeyen insanların da vatanı.
Devlet de bunları değiştirmek için bir sopa değil. Yapamadı da zaten.
Şimdi aynı siyasi misyonerlik, evsahibi kibri çeyrek asırlık iktidarlarını garanti altına alan muhafazakarlarda da var. Şimdi onlar devletin sopasıyla hayallerindeki toplumu kurmayı deniyorlar.
Ama hikayenin sonu yine hüsran, yine bıkkınlık ve öfke olacak.
Yani Zeki Demirkubuz’un o tweeti siyasetten elini ayağını kesmek, yeise düşmek değil, tam tersine iyi siyasetin sihirli formülü.
Türkiye’de muhalefeti partiler, adaylar değil, önce bu farkındalık kurtaracak.
Karşı taraftakilerden nefretin zehrini akıtacak, ikna için samimi diyaloğa imkan sağlayacak, yaratıcı ve iyi stratejilere kapılar açacak, siyasetin dilini değiştirecek sık sık tekrarlanması gereken bir aydınlanma mantrası aslında o tweet.
Bu ülkeye ve bu hayata dair hiçbir şey, hiçbir zaman sizin dilediğiniz gibi olmayacak ve artık bundan acı duymaktan vazgeçin ve bunu bilerek siyaset yapın…