Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIZor zanaat (4) Demir ve kan (ya da, Tek Parti veya...

Zor zanaat (4) Demir ve kan (ya da, Tek Parti veya Başkanlık Sistemi sorunu)

“Türkiye şimdiye kadar zaten birkaç defa kaçan elverişli ân uğruna dikkatini yoğunlaştırmalı ve gücünü korumalıdır. Türkiye’nin Mudanya, Lozan ve Montrö antlaşmalarıyla çizilmiş sınırları sağlıklı bir devlet yaşantısına elverişli değildir. Çağımızın büyük sorunları, 1876 ve 1908’de, hattâ 1950 – 2016 arasında yaşanan büyük yanılgılarda olduğu gibi nutuklar ve çoğunluk kararlarıyla değil, demir ve kanla çözülecektir.”

[22-23 Kasım 2022] Yukarıdaki spot’ta verdiğim alıntı sahte. Ben uydurdum. Anlamlı bulduğum bir yarı-paralellik uğruna. Orijinali, tarihsel gerçekliği aşağıdaki gibi:

“Prusya şimdiye kadar zaten birkaç kere kaçan elverişli ân uğruna dikkatini yoğunlaştırmalı ve gücünü korumalıdır. Prusya’nın Viyana antlaşmalarıyla çizilmiş sınırları sağlıklı bir devlet yaşantısına elverişli değildir. Çağımızın büyük sorunları, 1848 ve 1849’da yaşanan büyük yanılgıda olduğu gibi nutuklar ve çoğunluk kararlarıyla değil, demir ve kanla çözülecektir.”

Bu sözler, Otto von Bismarck’a ait. Hani, bundan önceki yazımda, Anton von Weber’in tablosunun merkezindeki beyaz üniformalı adam vardı ya, gururlu, bacaklarını açmış, mekânını dolduran? İşte o zat. Machiavelli’den türetebileceğimiz realpolitik anlayışını böyle anlatıyor.

Yıl 1861. Avrupa’da Liberalizm ile Nasyonalizm neredeyse elli yıldır çarpışmakta. Marksizmin sınıf-indirgemeci sosyolojisinde “burjuva devrimleri” denen; daha nötr bir ifadeyle modernleşme ve/ya ulus-devlet devrimleri diyebileceğimiz süreçlerde, liberal bir gündem (veya aşama) ile milliyetçi bir gündem (veya aşama) üstüste binebiliyor. Örneğin Fransız Devrimi 1789-1792 arasında görece liberal. Sonrasında, Avusturya destekli siyasî mülteci ordularının tehdidi karşısında milliyetçileşiyor ve milliyetçilik üzerinden devletçi otoritarizm öne çıkıyor. Önce Jakobenleri, sonra Napolyon’u iktidara getiriyor. 

Derken, felâketle sonuçlanan 1812 Rusya seferinin ardından Napolyon da 1813’te Leipzig’de, 1815’de Waterloo’da yeniliyor. Viyana Kongresi yarım kalmış çalışmalarını sürdürüyor ve Eski Düzeni (ancien régime) elinden geldiğince tekrar kuruyor. Şurada burada, monarşi ve aristokrasileri geri getiriyor. Beka ve güvenlik öne çıkıyor. İçişleri bakanları, emniyet müdürleri, gizli polis teşkilâtları güçleniyor. Boğucu bir ortam doğuyor.

Bu Restorasyon Avrupası’nda, Fransız Devrimin liberal gündemini geri getirmek isteyenler de var, buna geçit vermemek niyetinde olanlar da. 1830 ve 1848’de cumhuriyet yanlıları öne çıkıyor. Ama en son 1848’deki Milletlerin Baharı dalgasının da yenilip geri çekilmesiyle birlikte, ağırlık milliyetçiliğe kayıyor. Monarşi ve aristokrasinin devrilmesi şöyle dursun, Almanya’da Prusya Krallığı ve Junker soyluluğunun temsilcisi Başbakan Bismarck, Almanya’nın birleştirilmesi millî dâvâsının başına geçiyor; keza İtalya’da Sardunya-Piyemonte Krallığı ve bir diğer aristokrat, Başbakan Kont Cavour, İtalya’nın birleştirilmesi millî dâvâsının başına geçiyor. Kazanıyorlar ve biri, demokrasiden vazgeçip Almanya’nın büyüklüğünü benimseyen Alman halkını; diğeri, demokrasiden vazgeçip İtalya’nın büyüklüğünü benimseyen İtalyan halkını peşinden sürüklüyor. Devrim mi? Evet, devrim — diyor Engels (Tarihte Zorun Rolü). Özetliyorum. Bizim istediğimiz cumhuriyet devrimi değil, ama pekâlâ devrim işte. Alman birliği için her zaman iki alternatif vardı ve istemediğimiz oldu. Tarih her zaman iyi yanından gelişmez. Birçok durumda, işte böyle kötü yanından ilerleyiverir.

1861-1863 anayasal krizi, belki tâyin edici dönüm noktası, liberalizm ile milliyetçi otoritarizm arasındaki bu boyölçüşmede. 1861’de Kral IV. Friedrich Wilhelm ölünce, kardeşi Prens Wilhelm Prusya tahtına çıkıyor. Prusya Meclisi (Diet, Landtag) hayli liberal ve giderek daha da liberalleşiyor. Kral ile meclisin arası kötüleşiyor. 1862’de Diet, ordunun yeniden örgütlenmesi için gerekli finansmanı sağlamayı reddediyor. Kralın bakanları meclisi ikna edemiyor, kral ise herhangi bir tâviz vermeye yanaşmıyor. O sırada Rusya büyükelçisi olan Bismarck, Eylül 1862’de St Petersburg’dan geri çağrılıyor ve kabinenin başına geçiriliyor. Başbakan ve Dışişleri Bakanı sıfatıyla 23 Eylül’de göreve başlamasından bir hafta sonra (bkz yukarıda soldaki resim), 30 Eylül’de Prusya Meclisinin Bütçe Komisyonu önünde, ünlü “Kan ve Demir” (Blut und Eisen) konuşmasını yapıyor. Engels’in iki alternatifinin varlığını hem zımnen onaylıyor, hem de iyi alternatif dediği çözümü horluyor, küçümsüyor. “1848 ve 1849’da yaşanan büyük yanılgı” diye, dönemin Frankfurt Parlamentosu’nun çok uzun tartışmalardan sonra kabul ettiği anayasanın akibetini kastediyor. Federal bir birlik kurulacak ve kralın yanısıra ulusal bir meclis seçilecekti. Nisan 1849’da Frankfurt Parlamentosu, Alman Birliğinin İmparatoru ünvanını (o sırada hayatta ve Prusya kralı olan) IV. Friedrich Wilhelm’e sunuyor. Kabul etmeyeceğini akıllarına bile getirmiyorlar. Ama Kral, diğer Alman prenslerinin onayı olmaksızın imparatorluğu halktan almayı (halkın imparatoru olmayı) reddediyor. Dolayısıyla Frankfurt Parlamentosu, Alman liberallerinin elinde avucunda hiçbir başarı kalmaksızın dağılıyor. Zamanla, merkezden uçlara doğru bir kayma meydana geliyor. Hem sağın (Bismarck) hem solun (Marx ve sonra Lenin) gözünde, bunlar hep konuşur ama hiçbir şey yapamaz yaftası liberallere yapışıveriyor.

İşte buna karşı Bismarck, 30 Eylül 1862 konuşmasında Prusya’nın amaçlarına ancak “demir ve kan”la ulaşabileceğini savunuyor. Meclisteki liberal çoğunluğa, bırakın özgürlüğü de bana ordunun reorganizasyonu için gerekli parayı veren demeye getiriyor. Hâlâ vermediklerinde de, kralın üstünlüğünü korumak uğruna demokrasiyi ve hukuk devletini çiğneyip geçmekten çekinmiyor. Mevcut Prusya anayasasına göre, bütçe ancak hem Kral hem Meclis üzerinde anlaştığı takdirde yasalaşabilir. Ama, diyor Bismarck, milletvekillerinin bütçeyi onaylamaması halinde ne olacağı belirtilmemiş. Bu “hukukî boşluk”tan hareketle, son benimsenen 1861 bütçesini geçerli kabul edip hükümeti bu temelde çalıştırmayı sürdürüyor. Buna karşı 1863’te Meclis artık Bismarck’la çalışamayacağına dair bir karar tasarısını benimsediğinde, Kral kabineyi anayasaya aykırı biçimde ele geçirmekle suçladığı Meclisi feshediyor. Ardından Bismarck, bir kanun hükmünde kararname (KHK) ile basın özgürlüğünü kısıtlama yoluna gidiyor. Buna tepki, 1863 seçimlerinde Terakki Partisi etrafında örülen liberal bir koalisyonun Diet’te üçte ikinin üzerinde çoğunluk sağlamasına yol açıyor. Ama Kral Wilhelm müteaddit çağrılara rağmen Bismarck’ı görevden almayı reddediyor.

Derken, 1866’daki Avusturya-Prusya Savaşı’nda Prusya’nın yeni ordusunun ezici zaferi geliyor. Diğer küçük Alman devletleri Avusturya’dan uzaklaşıp Prusya hegemonyasına giriyor. Alman Konfederasyonu dağılıyor ve yerine (Avusturya’yı ve hâlâ Avusturya’ya yakın duran Güney Alman devletlerini dışlayan) Kuzey Alman Konfederasyonu kuruluyor. Onun da üzerine, 1870 savaşında Fransa’ya karşı kazanılan zafer ve 1871’de Alman İmparatorluğu’nun ilânı geliyor.

“Demir ve kan” galip geliyor. Kardeşi IV. Friedrich Wilhelm’ın Frankfurt Parlamentosu’ndan almayı reddettiği imparator ünvanını, I. Wilhelm ordunun ve diğer Alman prenslerinin elinden almayı kabul ediyor. Zaferle (zaferlerle) birlikte, Prusya içindeki bütün kuvvet ilişkileri de tepeden tırnağa değişiyor. Liberal itirazlar daha 1866’da tükeniyor. Meclisin direnci kırılıyor. Tarihçiler dahil hemen bütün aydınlar başarının yanına, Bismarck’ın yanına, monarşinin yanına, geleceğin Tek Parti’sinin yanına, geleceğin geleceğinin Başkanlık Sistemi’nin yanına geçiyor.

- Advertisment -