Karar TV’de Ali Bayramoğlu’nun sunduğu ‘Hal ve Gidiş’ programının geçen haftaki bölümünün (25 Mart) konusu ‘Avrasyacılık’tı. Konu doğal olarak bir aşamada Türkiye-Rusya ilişkilerine gelince, program konuğu, dış politika uzmanı Galip Dalay ilginç bir kıyaslamada bulundu.
Dalay, 2003’te Irak’ta Türk subaylarının başına geçirilen çuval hadisesine gösterilen tepkiyle, geçtiğimiz yıl Suriye’de 30 askerin canına mal olan Rus bombardımanına gösterilen tepkiyi karşılaştırıp aradaki oransızlığa dikkat çekti. Dalay’a göre, bu oransızlığı, Türkiye’de Avrasyacılığın (milliyetçiliğin) ve devletin Batı nefreti ve Rus sempatisi yaklaşımlarını gözardı ederek anlamak mümkün değildi. Dalay, bunun da, ‘ideolojik Avrasyacılığın’ -mesela Turgut Özal ve İsmail Cem gibi isimlerin de sahiplenip kullandığı jeo-politik Avrasyacılıktan farklı olarak- ülke içinde kurmak istedikleri rejimin kaçınılmaz olarak anti-demokratik olacağının başka bir göstergesi olduğuna dair kanaatini dile getirdi.
Galip Dalay keza, son bir ayda İdlib’de Türkiye’nin denetlediği bölgelerde gözlenen yoğun Rus bombardımanına verilen cılız tepkilerin de dikkat çekici olduğunu söyledi.
Rusya İdlib’de ‘yeni normal’ peşinde mi?
Evet, Rusya son bir aydır İdlib’de Türkiye’nin denetlediği bölgelerde, ekonominin can damarlarına yönelik yoğun bir uçak bombardımanı yapıyor, fakat bunları Türkiye’den duymak pek mümkün olmuyor. Çünkü muhalefet dış politikayı ‘siyaset üstü’ görmeye devam ediyor, buna ‘milli’ konularda iktidarın suçlamalarına maruz kalmak korkusu eşlik edince oradan ses çıkmıyor.
Neyi ne kadar “göreceğini” öğrenmiş olan iktidar basını da bu ‘cız’ konuya girmeyince kamuoyu sanki hâlâ geçen yıl Şubat ayında İdlib’de yapılmış son mutabakata harfiyen uyulmakta olduğunu düşünüyor.
Bazı haberler çıkmıyor değil; fakat onlar tümüyle Türkiye’nin bombardımanları kınadığına dair ve o bombardımanı yapan da Rusya değil rejim! Rusya, rejimin üstündeki gücünü kullanıp onu durdurmalıdır!
Yani dış politikanın öbür alanlarında olduğu gibi ‘ne oluyor’ sorusunun cevabına yaklaşmak için yine dış basına bakmak gerekiyor.
Bugün (29 Mart) Deutsche Welle Türkçe’de (DW) çıkan tek bir haber, muhalefetin ve iktidar basınının bir aydır verdiği haberlerin toplamından daha fazla haber ve hakikat içeriyor.
“Rusya Türkiye’ye karşı İdlib’de ‘yeni normal’ mi yaratıyor?” başlıklı haberde, sürecin böyle gitmesi halinde Türkiye sınırlarına doğru yine yoğun bir göç dalgasının başlamasının kaçınılmaz olduğu görüşü öne sürülüyor:
“DW Türkçe’ye değerlendirmelerde bulunan araştırmacı-gazeteci Levent Kemal, mevsim şartlarına dikkat çekerek, ‘her sene olduğu gibi takvimsel bir saldırı planlaması nedeniyle tansiyonu yükseltiyor. Biz Suriye’de her sene Nisan-Mayıs aylarında bir operasyon bekleriz’ dedi.
“Rusya’nın ‘muhalif bölgelerin ya da Türkiye kontrolündeki bölgelerin ekonomik kaynaklarını hedef aldığına’ vurgu yapan Kemal, Rusya’nın ‘buradaki insanların yaşam standartlarını zorlaştırmayı planladığını’ belirtti.
“(…)
“Rusya’nın ‘yeni bir normal yaratmakta olduğunu’ vurgulayan araştırmacı Levent Kemal, ‘Türkiye’yi ekonomik hedeflerini vurduğu muhalif bölgeler üzerinden hem ekonomik ve mülteci yüküyle tehdit ederken hem de almak istediği bölgelere yönelik hamleleri için şimdiden meşru bir zemin oluşturmaya çalışıyor’ ifadelerini kullandı.”
Türkiye’yi takip eden yabancı haber kaynaklarında Türkiye hakkında çıkan haberlerin bir özelliği de şu: Bu haberlerde Türk uzmanların görüşlerine de yer veriliyor ve bu uzmanlar, yerli gazetecilerin kendilerine sormadıkları sorularla orada karşılaşıyorlar ve ancak oralarda bir şeyler söylüyorlar.
Mesela bu örnekte DW Türkçe Abdullah Ağar’la konuşmuş. O da durumun vahametine dikkat çekiyor ve bunun bir göç dalgası yaratabileceğini hatırlatıyor:
“’Saldırılarla İdlib’in istikrarsızlaşması, insanların aç kalması demek. Orada zaten gergin bir yaşam var’ diyen Abdullah Ağar da böyle bir durumda gidilecek adresin Türkiye olduğunu söyledi.”
DW Türkçe’nin geniş haberinin tamamı için:
Yeni bir ‘patlama ânı gazeteciliği’ arifesinde…
Türkiye’de, bazen sansür bazen otosansür üzerinden işleyen bir ‘büyümekte olan haberi görmeme’ pratiği var. Daha çok ‘milli’, ‘ideolojik’ meselelerde sergilenen bu gazetecilik türünde ‘tatsız’ haberler izlenmiyor, fakat süreç işbâ noktasına varıp da patlayınca, artık o habere bigâne kalınamıyor. Gazeteciler, izleyip de yazmadıkları süreci bildikleri için ‘patlama’ya o kadar da çok şaşırmıyor, fakat okurlar ‘nereden çıktı şimdi bu’ deyip çok şaşırıyorlar.
Süreç ilerliyor… Okurlar bir süre sonra gazetelerinde “İdlib’de yeni ve yoğun bir göç dalgası başladı” haberleriyle karşılaşırlarsa şaşırmasınlar!