Serbestiyet: Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın, Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atanmasının ardından başlayan öğrenci protestolarına ilişkin açıklamaları hakkındaki görüşünüzü merak ediyoruz. Kalın, dün gece (10 Ocak) CNN Türk’te konunun ana muhalefet partisi tarafından siyasallaştırıldığını; CHP’nin konuyla bir ilgisinin olmaması gerektiğini; Cumhurbaşkanının atama yetkisinin tartışma konusu yapılamayacağını; yine de bir tartışma olacaksa bu tartışmanın tek meşru tarafının üniversite ve öğrenciler olacağını söyledi.
Sorumuz şöyle: Bir toplumda üniversite siyaset dışı bir mesele midir? Ana muhalefet partisinin üniversite tartışmasının dışında kalması gerektiği düşüncesini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Vahap Coşkun: Öncelikl, ilkesel bir şey söyleyeyim: Siyaset bizim bir arada bulunmamızdan, toplum olarak birlikte yaşamamızdan kaynaklanan sorunları çözmeye yönelik en medeni yol. Dolayısıyla kamuyu ilgilendiren, toplumu ilgilendiren her konu bir anlamda siyasidir. Siyasi aktörlerin bunlarla ilgilenmesinden daha doğal bir şey olamaz.
Eğitim son derece önemli bir konu, dünyanın her yerinde son derece önemli bir konu. Özellikle Türkiye gibi ülkelerde sınıf değiştirmenin en etkili yollarından biri olması, eğitim üzerinde ayrıca durmamızı gerektiriyor. Yani ilkokulda, ortaokulda, lisede, üniversitede nasıl bir eğitim sisteminin olacağı elbette ki siyasal alanda konuşulması ve tartışılması gereken bir konu. Dolayısıyla “bu konu siyasileri ilgilendirmez” ve “siyasiler bu konunun içine girmesin” şeklindeki bir yaklaşımı eşyanın doğasına aykırı buluyorum. Bu olayla ilgili olarak, yani Boğaziçi Üniversitesi özelinde ise dört önemli noktanın vurgulanması gerektiği kanaatindeyim.
Birincisi: Siyasi kimliği bu kadar baskın olan bir kişinin Türkiye’nin en önemli üniversitelerinden birisine atanması kaçınılmaz bir şekilde diğer siyasi partilerin dikkatini çekecek ve onların çatışmaya girmesine sebebiyet verecektir. Geçmişte, önceki cumhurbaşkanları dönemlerinde siyasal kimlikleri ile maruf rektörlerin atanması şu anki AK Parti yöneticileri tarafından ağır bir şekilde eleştirilmişti. Bu doğaldı. Dolayısıyla şu anda diğer muhalefet partilerinin de bu rektör atamasını eleştirmesi son derece doğal.
İkincisi: Eğer olayın siyasi tonunun sertleşmesinden bir rahatsızlık duyuluyorsa, bu siyasi tonun koyulaşmasında en önemli katkının iktidar ve temsilcileri tarafından yapıldığını da unutmamak lazım. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan, protestocuları “öğrenci değil, terörist” olarak nitelendirdi. Ayrıca ana muhalefet partisinin en önemli aktörlerinden birini, İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nu yasa dışı bir terör örgütüyle ilintilendirdi. Şimdi ana muhalefetin buna cevap vermesi, buna ilişkin ithamlar karşısında kendisini savunması ve bunu eleştirmesi de siyasetin doğasındandır.
Üçüncüsü: Sayın Kalın’ın açıklamasında benim en tehlikeli gördüğüm noktalardan biri, Cumhurbaşkanının atama yetkisinin sorgulanamayacağını imâ eden ifadeleri. Demokratik bir toplumda, yetkililerin tamamının yetkileri, Cumhurbaşkanı dahil olmak üzere, sorgulanır. Bunları doğru bir şekilde kullanıp kullanmadıkları hem kamuoyu tarafından sorgulanır hem de diğer toplumsal kesimler tarafından sorgulanır. Demokrasi budur. Hiç kimse sorgulanmamış bir yetkiye dayanarak halktan aldığı görevi yerine getiremez. Burada da Cumhurbaşkanının bu yetkisinin, yetkiyi doğru kullanıp kullanmamasının sorgulanması son derece doğaldır. Siyasetin ve demokrasinin içerisinde yapılan bir tartışmadır. Bunun olmamasını yadırgamak gerekir.
Dördüncüsü: Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atanması ile alevlendi ama Türkiye’de ciddi mânâda bir üniversite sorunu var. Üniversitelerde çok katı bir merkeziyetçilik sorunu var. Ve bu üniversitelerin neredeyse tamamı birbirine benzer şekilde eğitim veriyor. Bu kadar katı bir merkeziyetçi yapının dünyanın başka bir yerinde örneği var mıdır, zannetmiyorum. Çünkü üniversiteler kendi geleneklerini yaratan kuruluşlardır. Onların özerkliğe sahip olmaları aynı zamanda bilimsel üretimlerine de olumlu katkı yapmaktadır. Keza rektör atamaları da çok ciddi anlamda problem oluşturan hususlardan birisidir. Cumhurbaşkanının bir profesörü herhangi bir denetime tâbi olmadan, herhangi bir nitelik aramaksızın istediği üniversiteye atayabilmesi, o üniversite ile hiçbir ilgisi olmayan kişileri bir sabah o üniversiteye rektör olarak atayabilmesi, gerçekten Türkiye’de üniversitelerin gerilemesinin en önemli sebeplerinden biridir. Elbette ki rektörlerin nasıl atanacağı konusunda dünyanın tamamında geçerli tek bir model yoktur, bu modellerin hepsi tartışılabilir ,ama herhalde şu anda Türkiye’de uygulanan model kadar tahribat yaratan ve şu andaki model kadar demokratik ve üniversite kültüründen uzak bir yaklaşım yoktur.
Dolayısıyla elbette bu konu siyaseten tartışılacaktır. Muhalefet partileri elbette bunları gündeme getirecektir. Bu şekilde toplumda bir hassasiyet yaratmaya çalışacaktır. Bunda herhangi bir şekilde gocunulacak bir durum yoktur. Ayrıca siyasi aktörlerin, toplumsal meselelerin başka siyasiler tarafından tartışılmasını bir tehlike olarak görmesinin de son derece ironik olduğunu belirtmem lazım.