Ana SayfaHaberlerÇevirilerÇEVİRİ | Milan Kundera olmanın dayanılmaz ağırlığı

ÇEVİRİ | Milan Kundera olmanın dayanılmaz ağırlığı

Yazdıkları yüzünden 1950’den 1975’e kadar defalarca Komünist yönetimin gadrine uğradı. 1970’de Komünist Parti onu ihraç ettiğinden işsiz de kalmıştı. Caz müzisyenliği, gündelik işçilik yaptı, bir dergide takma adla astroloji yazdı. 1975’de Fransa’ya yerleşti. “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği”ni Çekçe Paris’te yazdı. Ama ülkeyi terk etmesi yüzünden Çekler onu affetmedi. 20 yıl sonra kitapları anavatanında yasal hale gelince bile “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği “nin Çekce sadece 10.000 sattı. 2008 yılında bir Çek dergisinde Kundera’nın öğrencilik günlerinde muhbirlik yaptığı ve Batı yanlısı bir ajana ihanet ettiği iddia edildi. Ömür boyu ihbarcı olduğunu inkâr etti. Çoğu Amerikalı yazarın yaşam öyküsü onunki yanında bir domatesin ilerleyişi kadar durağan kalır.

Ülkesi Çekoslovakya’nın işçi cennetindeki yaşamın boğucu absürdlüğünü anlatan alaycı, cinsellik yüklü romanlarıyla dünya çapında bir edebiyat yıldızı haline gelen ve Komünist Parti’nin dışladığı Milan Kundera, bu Salı günü Paris’te öldü. 94 yaşındaydı.

Kundera’nın Fransa’daki yayıncısı Gallimard’ın sözcüsü ölümü doğruladı, ölümünün “uzun süren bir hastalık” dolayısıyla olduğunu söyledi.

Kundera’nın popüler kitaplar serisi, 1967’de Prag Baharı sırasında beğeniyle yayınlanan ve birkaç ay sonra Sovyet liderliğindeki birliklerin bu “insancıl yüzlü sosyalizm” deneyini ezmesinin ardından intikamla yasaklanan “Şaka” metni ile başladı. Son romanı “Kayıtsızlık Şenliği”ni (2015) 80’li yaşlarının ortalarında ve Paris’te rahat bir şekilde yaşarken tamamlayabilmişti.

“Kayıtsızlık Şenliği” 2000 yılından sonra yazdığı ilk romanıydı ancak gördüğü ilgi, “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği “nin çok uzağındaydı.

1984’te yayımlandığında büyük başarı kazanan “Dayanılmaz Hafiflik” romansı yıllar içinde en az iki düzine dile çevrildi. Roman, 1988 yılında başrolünde Daniel Day Lewis’in oynadığı bir filme uyarlandığında daha da büyük ilgi gördü.

Romandaki Tomas, Komünist yönetimi eleştiren ve bunun sonucunda geçimini sağlamak için cam silmek zorunda kalan Çek bir cerrahtı. Acımasız bir çapkın olan Tomas, sıkılmış ev kadınları da dahil olmak üzere yeni kadınlarla tanışmaya her zaman açıktı. Ancak seksin yanı sıra Tomas ve diğer üç ana karakter – karısı, baştan çıkarıcı bir ressam ve ressamın sevgilisi – daha büyük bir amaç için romandaydılar.

The New York Times Book Review, romanı 1984 yılının en iyi kitapları listesine koyarken, “yazarın esas marifeti yaşamı boyunca ülkesinin feci tarihi için imgeler bulmak” diye yazmıştı:

“Kundera, dörtlü açmazları acımasızca kullanıyor, her bir çifti diğerinin karşısına her yönden zıt olarak koyuyor, seçeneklerin tükendiği ve insanların insanlıklarını ifade etmenin bir yolunu bulamadığı bir dünyayı tasvir ediyor.”

Kundera kadın karakterleri kullanırken özellikle acımasız olabiliyordu – öyle ki İngiliz feminist Joan Smith, “Misogynies” (1989) adlı kitabında “Kundera’nın kadınlar hakkındaki tüm yazılarında ortak faktörün düşmanlık olduğunu” yazmıştı.

Diğer bazı eleştirmenlere göre de Kundera erkeklerin korkunç davranışlarını ifşa etmeyi seviyordu.

Yine de, Kundera kitaplarındaki güçlü kadınları bile nesneleştirilme eğilimindeydi ve daha az şanslı olanlar bazen rahatsız edici ayrıntılarla mağdur ediliyordu. Örneğin ilk romanı “Şaka “nın anlatıcısı, eski bir düşmanının karısını intikam almak için baştan çıkarmış, seks sırasında onu tokatlamış ve sonra onu istemediğini söylemişti. Kadının ise kocasının yaptıkları umurunda değildi; çünkü çok havalı bir yüksek lisans öğrencisine aşıktı. Son bir rezalet olarak da, perişan haldeki kadın, sonradan müshil olduğu ortaya çıkan bir avuç dolusu hapla kendini öldürmeye çalışmıştı.

Kundera’nın Çek kültürünün Stalinizm tarafından silinebileceği korkusu – tıpkı gözden düşmüş liderlerin resmi fotoğraflardan çıkarılması gibi – 1979’da İngilizce olarak yayınlanan “Gülüşün Unutuşun Kitabı “nın ana konusuydu. Çoğu Batılı okurun bir “roman “dan beklediği şey tam olarak bu değildi: Bu kitap kurgu, otobiyografi, felsefi spekülasyon ve daha pek çok şey olarak anlatılan yedi öyküden oluşan bir diziden oluşuyordu. Ancak Kundera yine de onu bir roman olarak adlandırdı ve bir dizi Beethoven varyasyonuna benzetti.

John Updike 1980’de The Times Book Review’da yazdığı yazıda kitap için “parlak ve orijinal, bizi doğrudan içine davet eden bir saflık ve zekâyla yazılmış; aynı zamanda tuhaf, hemde okuru dışarıda bırakan bir tuhaflıkla bunu yapıyor” demişti.

‘BELİRSİZLİĞİN GERÇEĞİ’

Kundera’nın Orta Avrupalı düşünür ve sanatçılara (Nietzsche, Kafka, Viyanalı romancılar Robert Musil ve Hermann Broch ve Çek besteci Leos Janacek vd) derin bir yakınlığı vardı. Kundera, tıpkı Broch gibi, “belirsizliğin hakikati” dediği şey dahil olmak üzere, “yalnızca romanın keşfedebileceği şeyi” keşfetmeye çalıştığını söylerdi.

Yazarın romanları bu mirasın ağırlığından neyse ki kurtulmuştu. Kundela bunu üzerinde çalıştığı metinler hakkında kendi yorumlarını yüksek sesle dillendiren bir oyunbazlık ve latife yoluyla yapar, araya bizzat girerdi.

“Gülüşün ve Unutuşun Kitabı “nda trajik bir figür olan Fransa’da kimsesiz bir Çek dul olarak hayata başlayıp bir peri masalında zalim çocukların elinde ölüp giddn Tamina’yı yazmaya işte böyle başlamıştı:

“Dünyada her saniye iki ya da üç yeni kurgusal karakterin vaftiz edildiğini hesaplıyorum. Bu yüzden Vaftizci Yahya’nın o büyük kalabalığına katılma konusunda her zaman tereddütlüyümdür. Ama ne yapabilirim ki? Ne de olsa karakterlerimin isimleri olmalı…”

Kundera 1983’te The Paris Review’a şöyle demişti: “Hayatım boyunca en büyük tutkum, sorunun azami ciddiyeti ile biçimin azami hafifliğini birleştirmek olmuştur. Anlamsız bir biçim ve ciddi bir konunun birleşimi, dramlarımız (yataklarımızda yaşananlar ve Tarih’in büyük sahnesinde oynadıklarımız) ve onların korkunç önemsizliği hakkındaki gerçeği hemen ortaya çıkarır. Var olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşarız.”

Çek dilinde yazılmış olmasına rağmen, hem “Gülüşün ve Unutuşun Kitabı” hem de “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği”, Kundera’nın ülkesinde siyasi ve özgürlükten umudunu kestikten sonra 1975’te yerleştiği Fransa’nın berrak ışığında yazılmıştı.

Kundera’nın göç etme kararı, o dönemde Çek entelijansiyasının önündeki seçeneklerin altını çizmişti. Binlerce kişi ülkeyi terk etti. Kalanlar ve direnenler arasında, biri yaklaşık üç yıl olmak üzere çeşitli hapis cezalarına çarptırılan oyun yazarı Vaclav Havel de vardı. Hayatta kalarak 1989’daki başarılı Kadife Devrim’e liderlik etti ve Slovakların kendi yollarına gitmeye karar vermelerinin ardından önce Çekoslovakya’nın ardından da Çek Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olarak görev yaptı.

Bu büyük dönüşümle birlikte, Kundera’nın kitapları 20 yıl sonra ilk kez anavatanında yasal hale gelmişti. Ancak orada ne kitaplarına talep ne de kendisine sempati vardı. Bir tahmine göre “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği “nin Çekce sadece 10.000 kopyası satıldı.

Pek çok Çek, Bay Kundera’yı yurttaşlarını terk etmiş ve kolay yolu seçmiş biri olarak görüyordu. Ve 2008 yılında bir Çek dergisinde çıkan, Kundera’nın öğrencilik günlerinde muhbirlik yaptığı ve Batılı bir ajana ihanet ettiği iddiasına hemen inanma eğilimindeydiler. Miroslav Dvoracek adlı ajan 14 yıl hapis yatmıştı. Kundera ise onu ihbar ettiğini ömür boyu reddetti.

PARTIDEN UZAKLAŞTIRILMA

Kundera’nın ilk romanı “Şaka “nın çalkantılı geçmişi, Çekoslavkaya içinde siyasi mücadele verirken karşılaşılacak sorunların iyi bir örneğiydi.

Prag Baharı sona erdiğinde, kitap alaycı, erotik ve anti-Sosyalist olarak kınanmıştı.

“Şaka “nın ana anlatıcısı Ludvik, 1950’lerde Prag’da bir üniversite öğrencisidir ve bireyselliği nedeniyle parti üyeleri tarafından şüpheyle karşılanmaktadır. “Kendi kendine düşünüyormuş gibi gülümsüyorsun,” derler ona. Sonra, saf bir kadın arkadaşından, gönderildiği yaz eğitim kampındaki “sağlıklı atmosferi” öven bir mektup alır. Kendisi onu özlerken onun mutlu olmasına içerleyen genç Ludvik korkunç bir hata yapar:

“Ben de bir kartpostal aldım” diyor, “ve (onu incitmek, şok etmek ve kafasını karıştırmak için) şöyle yazdım: ‘İyimserlik insanların afyonudur! Sağlıklı bir atmosfer aptallık kokar! Çok yaşa Troçki!’”

Ve hemen bir duruşma olur. Küçük şakası yüzünden Ludvik partiden atılır ve askeri bir cezaevinde kömür madencisi olarak çalışmaya mahkûm edilir.

Kundera’nın kaderi tam olarak böyle olmadı ama Komünistler 1948’de iktidarı ele geçirdiğinde, 18 yaşından beri desteklediği partiden iki kez ihraç edilmişti bile.

İlk ihracı, kendi deyimiyle önemsiz bir söz yüzünden 1950’de gerçekleşti ve “Şaka “nın ana konusuna ilham verdi. Yine de eğitimine devam etmesine izin verildi; 1952’de Prag’daki Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun oldu ve ardından fakülteye dünya edebiyatı eğitmeni olarak atandı ve öğrencileri arasında film yönetmeni Milos Forman da vardı.

Kundera 1956’da Komünist Parti’ye geri alındı ancak reformu savunduğu için 1970’te tekrar ihraç edildi. Bu seferki ihraç sonsuza kadardı. İşinden atılmıştı ve kendisinin de dediği gibi, “Kimsenin bana başka bir iş teklif etmeye hakkı yoktu.”

Sonraki birkaç yıl boyunca caz müzisyenliği (piyano çalıyordu) ve gündelik işçilik yaparak para kazandı. Arkadaşları bazen onun kendi isimleri ya da takma isimler yoluyla bir şeyler yazmasını sağlıyordu. Bu şekilde astroloji köşe yazarı oldu.

Yani Kundera’nın aslında yıldız falı bakma deneyimi de vardı. Bu nedenle, R. olarak tanıttığı bir dergi editörü haftalık bir astroloji köşesi önerdiğinde, “yayın kuruluna yazarın, meslektaşları tarafından dalga geçilmekten korktuğu için adının açıklanmasını istemeyen parlak bir nükleer fizikçi olacağını söylemesini” tavsiye ederek kabul etti.

Hatta R.’nin, batıl inançları bilinseydi rezil olacak bir partili olan genel yayın yönetmeni için bir yıldız falı bile tutmuştu. R. Daha sonra, patronun “yıldız falının kendisini uyardığı zorluklardan korunmayı başardığını” söylemişti.

İkisi de buna çok gülmüştü. Ancak kaçınılmaz olarak yetkililer bu parlak nükleer fizikçi-astrologun gerçek kimliğini öğrenecek ve Kundera ona yardım etmek isteyen dostlarını korumanın hiçbir yolu kalmadığını kesin olarak anlayacaktı.

Londra’da, “The Joke/Şaka”nın ilk İngilizce çevirisi o kadar berbat edilmişti ki, bundan ne anlam çıkarılacağını bilmek zordu. Bölümler yeniden düzenlenmiş ya da çıkarılmıştı. Kitaptaki ironi hicve dönüşmüştü. Prag’da tecrit edildiği için bu konuda yapabileceği çok az şeyi vardı. (1992’ye kadar onu tatmin eden bir baskı yapılamadı. Bunun için şöyle başlayan bir yazar notu yazdı: “Eğer beni ilgilendirmeseydi, kesinlikle güldürürdü: Bu, ‘The Joke’un beşinci İngilizce versiyonudur.”)

1980 tarihinde New York Times’da, Kundera’nın mücadelesi için yazılan “çoğu Amerikalı yazarın yaşam öyküsünü bir domates bitkisinin ilerleyişi kadar durağan gösterdiği” ifadesi çok doğruydu.

Milan Kundera 1 Nisan 1929’da bugün Çek Cumhuriyeti sınırları içinde kalan Brno’da Milada Janosikova ve Ludvik Kundera’nın oğlu olarak dünyaya geldi. Ünlü bir konser piyanisti ve müzikolog olan babası ona piyano çalmayı öğretmişti. Kundera ilgi alanı edebiyata, özellikle de Fransızcaya kaymadan önce müzik alanında bir kariyer yapmayı düşünüyordu.

Salmagundi edebiyat dergisi için 1987 yılında kendisiyle röportaj yapan bir gazeteciye “Küçük yaşlardan itibaren Baudelaire, Rimbaud, Apollinaire, Breton, Cocteau, Bataille, Ionesco okudum ve Fransız sürrealizmine hayranlık duydum” demişti.

1939’dan 1945’e kadar Alman güçleri tarafından işgal edilen bir ülkede büyüyen genç Kundera, savaştan sonra Komünizmi benimseyen milyonlarca kişiden biriydi. Bu kazananlar ve kaybedenler listelerinin yapıldığı parlak bir dönemdi.

“Gülüşün ve Unutuşun Kitabı “nda “Eski adaletsizlikler giderildi, yeni adaletsizlikler işlendi” diye yazıyordu, Kundera. “Fabrikalar kamulaştırıldı, binlerce insan hapse girdi, tıbbi bakım ücretsiz oldu, tütüncüler dükkanlarına el konulduğunu gördü, yaşlı işçiler ilk kez kamulaştırılan villalarda tatil yaptı ve yüzümüzde mutluluğun gülümsemesi vardı.”

Sosyalizm adına yapılan kötülüğün devrime ihanet değil, başından beri devrimin doğasında var olan bir zehir olduğunu çok geç anladığını söylüyordu Kundera…

Komünizm 1989’da sona erdiğinde, özel hayatı hakkında çok az konuşan Kundera, 14 yıldır eşi Vera Hrabankova ile birlikte önce Rennes’de sonra da Paris’te üniversite hocası olarak Fransa’da yaşadı. Çekoslovakya 1979 yılında vatandaşlığını iptal etti. Kundera bundan iki yıl sonra Fransız vatandaşı olmuştu. Çek Cumhuriyeti 2019’da anavatanının vatandaşlığını Kundera’ya iade etti. Hayatta kalan yakınları hakkında hemen bilgi edinilemedi.

Kundera’nın Fransızcaya geçmeden önce Çekçe yazdığı son kitap 1990 tarihli “Ölümsüzlük” kitabı oldu. Bundan sonra yazdığı romanlar daha az siyasi ve daha açık bir şekilde felsefi olmuştu: “Yavaşlık” (1995), “Kimlik” (1998) ve “Cehalet/Bilmemek” (2000).

Bu grup içinde, Hemingway ve Goethe’nin cennette karşılaştıklarındaki dostlukları gibi parlak buluşlar içeren “Ölümsüzlük” en olumlu karşılananı olmuştu.

“Yavaşlık” ile Kundera, hiçbir son yazmayarak ve birinci şahıs söyleminin güvenli sınırını aşarak bir çok okuru dehşete düşürdü: “Ve kendime soruyorum: Kim rüya görüyordu? Bu hikâyeyi kim hayal etti? Kim hayal etti? Kadın mı? Erkek mi? İkisi birden mi?”

Kundera, uzun kurmaca eserlerinin yanı sıra kısa öyküler ve “Jacques ve Efendisi” adlı bir oyun da yazmıştı. Ayrıca, “Roman Sanatı” başlığı altında toplanan, kendisinin ve diğer yazarların çalışmalarını aydınlatan birkaç deneme de kaleme aldı.

Kundera sık sık Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilmiş ancak hiç bir zaman ödülü kazanamamıştı.

Esrarengiz, özel ve modern Batı toplumunun karmaşası ve dağınıklığı konusunda biraz huysuz olan Kundera, 2000 yılından 2014’e kadar, aslen Fransızca yazdığı “Kayıtsızlık Şenliği” adlı bir roman daha yarattığının duyurulmasına kadar büyük ölçüde kamuoyunun gözünden uzakta yaşadı.

Paris’te geçen ve 100 sayfayı ancak aşan romanı eleştirmenler zayıf buldu. Kundera romanda kahkaha, eşek şakaları, umutsuzluk, seks ve ölüm gibi tanıdık temaları beş arkadaşın gezintileri eşliğine işlemişti.

Kundera’nın “Kayıtsızlık Şenliği” kitabında yazdığı gibi: “Uzun zamandır bu dünyayı altüst etmenin, onu yeniden şekillendirmenin ya da tehlikeli akıntısını durdurmanın artık mümkün olmadığını biliyorduk. Mümkün olan tek bir direniş vardı: Onu ciddiye almamak.”

1985’te aldığı birkaç ödülden biri olan Kudüs Ödülü’nü kabul ederken de benzer bir not düşmüştü.

Kabul konuşmasında “Güzel bir Yahudi atasözü vardır,” demişti: “İnsan düşünür, Tanrı güler.

Peki ama Tanrı neden güler? Çünkü insan düşünür ve gerçek ondan kaçar. Çünkü insan ne kadar çok düşünürse, bir insanın düşüncesi diğerininkinden o kadar çok ayrılır. Ve son olarak, çünkü insan asla düşündüğü gibi değildir.”

Kaynak: https://www.nytimes.com/2023/07/12/world/europe/milan-kundera-dead.html

Çeviri: Hasan Ayer

- Advertisment -