Ana SayfaHaberlerÇevirilerÇEVİRİ | Tarihçi Tim Snyder: 'Rusya'yı yanlış okumamız çok ama çok derin...

ÇEVİRİ | Tarihçi Tim Snyder: ‘Rusya’yı yanlış okumamız çok ama çok derin bir sorun. Hem de çok derin’.

2017’de yazdığı Tiranlık Üzerine kitabıyla tartışmalar yaratan Yale Üniversitesinden Profesör Snyder Batı'nın Putin'i neden yanlış anladığını ve geçmişin Ukrayna'daki savaş konusunda bize ne söylediğini anlatıyor: “Şubat 2022, ikinci bir "1938 anı"ydı. Şahsen benim için 1938'e yapılan atıf gerçekten çok önemli çünkü bu korkunç bir hataydı. İngiltere ve Fransa Prag'ın arkasında durmuş olsalardı, İkinci Dünya Savaşı’nı imkânsız hale getirebilirlerdi; ya da en azından savaşın bu şekilde çıkmasını sağlayabilirlerdi.” “Soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte, Batılı liberal siyasi düzen tarih dışı bir uyuşukluğa sürüklendi. Tarih kokteyl partisi sohbeti haline geldi. Sorun şu ki, tarih olmadan birinci sınıf siyasi sorunlarla gerçekten başa çıkamazsınız.”

Viyana’daki Porzellan Cafe şifon yazlık elbiseler ve açık keten gömlekli Viyanalı kalabalığıyla dolup taşıyor. Dışarıdaki masaların üstünde aydınlık ve yüksek bir tavanlı bir oturma yeri var. Viyanalı kalabalığın aydınlığına dışarı taşan öğle yemeği vaktinin uğultusu eşlik ediyor.

İçeride, uğultunun arasında, onu görüyorum Tim Snyder. Tıpkı uzun pozlanmış bir fotoğraftaki yegane hareketsiz nesne gibi insan kalabalığının ortasına bakıyor. Tokalaştıktan ve ben oturduktan sonra, ince bir şekilde gülümsüyor.

Sonrasında, öğle yemeğimizi ertelemeyi önermediğim için içten içe kendime lanet edeceğim. Snyder, Donbas’ın Kramatorsk kentinde tıklım tıklım dolu bir restorana düzenlenen Rus füze saldırısının kurbanları arasında yer alan Ukraynalı yazar arkadaşı Victoria Amelina’nın ölüm haberini alalı daha birkaç dakika olmuş.

Aynı saldırıda aralarında çocukların da bulunduğu on iki kişi daha hayatını kaybetti. Onlarca kişi de hayatlarını tamamen değiştirecek şekilde yaralandılar.

Snyder gözle görülür bir şekilde ne yapacağını şaşırmış durumdaydı. Kulağa ne kadar kaba geldiğini düşünerek başsağlığı dilemeye kalkışmış bulundum.

Ünlü bir romancı Amelina, savaş başladığından beri kendini Rusya’nın Ukrayna’da özellikle sivillere karşı işlediği savaş suçlarını belgelemeye adamıştı. Amelina savaşın başlamasından kısa bir süre sonra, işgalinin 1930’larda Stalin tarafından Ukrayna’nın kültürel ve entelektüel elitinin yok edilmesini tarihsel olarak nasıl çağrıştırdığını yazmıştı. Snyder, bir asır sonra Amelina’nın da öldürülmüş olmasının, yaptığı uyarının en acı biçimde doğrulanması olduğunu düşünüyor: “Bu, Rusya’nın savaşının gerçek amacını gösteriyor. Yani: Bir soykırım…”

Bunun yargıyı renklendiren bir keder olduğunu söyleyebilirsiniz. Fakat restoran diğer müşterilerden temizlenene kadar devam eden öğle yemeğimiz boyunca açıkça görüldüğü üzere, Ukrayna’nın ve Orta ve Doğu Avrupa’nın en seçkin tarihçilerinden biri olan Snyder, Vladimir Putin’in Rusya’sını tasvir ederken tarihsel hatıralarımızın en karanlık kuyularından yararlanmıyor.

Elbette tarihçilerin bunu yapmaması gerekir: Geçmişi bugüne bu kadar iddialı yerleştirmemeliler. Ama o zaman biz de şunu merak edebiliriz – ve daha sonra öğle yemeğimiz sırasında da ediyoruz zaten – tarihçiler ne yapmalılar?

Garson içki siparişlerimizi almaya geliyor ve maden suyumuzun yanında bir Gemischter Satz alıyorum – şehrin üzüm bağlarından gelen geleneksel bir tarla karışımı. Snyder bir şarap spritzer alıyor.

Şu anda 53 yaşında olan Snyder, Yale’de tarih profesörü. Ancak 1996 yılında Oxford Üniversitesi’nden doktorasını aldıktan sonra şehrin İnsan Bilimleri Enstitüsü’nde araştırma görevine başladığından beri Viyana’yı Avrupa’daki evi haline getirmiş durumda. İlk çocuğu burada doğmuş ve bana söylediğine göre, en mutlu anılarının çoğu da burada…

Snyder her zaman daimi bir kötümser olarak eleştirilmiştir; Batılı liberal entelektüel elitin önde gelen bir figürü olarak son yıllarda öylesine hırpalandı ki, artık umutsuzca felaket tellallığına bağımlı hale geldi.

Ancak Ukrayna’daki savaşı tartışmaya başladığımızda, korkunç bir şey olmasına rağmen doğru olanın da bu olduğu fikri ortaya çıkıyordu: Snyder, Şubat 2022’nin ikinci bir “1938 anı” olduğunu öne sürüyor. İngiltere ile Fransa’nın Hitler’in Çekoslovakya üzerindeki tehditlerine boyun eğdiği o yılki Münih konferansına atıfta bulunuyor.

“Şahsen benim için 1938’e yapılan atıf gerçekten çok önemli çünkü bu korkunç bir hataydı. İngiltere ve Fransa Prag’ın arkasında durmuş olsalardı, İkinci Dünya Savaşı’nı imkânsız hale getirebilirlerdi; ya da en azından savaşın bu şekilde çıkmasını sağlayabilirlerdi,” diye düşüncesini benimle paylaşıyor, Snyder.  Sonra ekliyor: “Ukrayna’daki savaş korkunç ama Rusya’nın bastırılmamış olması, (geçmişten) bir şeyler öğrendiğimizi umduğum bir işaret.”

Ancak Snyder başka açılardan da Batılı politika yapıcıların Rusya’yı uzun süredir ve hala sorunlu bir şekilde okumalarından yakınmakta; bu sorun Barack Obama’nın da başına gelmişti. Almanya ve Fransa’yı da hala etkiliyor. “Rusya’yı yanlış okumamız çok derin bir sorun. Hem de çok derin,” diyor.

Snyder’in 2022 sonbaharında, Rusya’nın savaşı başlatmasından altı ay sonra Yale’de verdiği Ukrayna’ya giriş dersi YouTube’a konulmuştu. Bu yazının yazıldığı sırada, bu derslerden ilki (23 tane var) tek başına 1.3 milyon kez izlendi. Öne çıkan takipçilerinden birisi, Snyder’ı geçen yıl Kiev’e davet eden Volodymyr Zelenskyy idi. [Ders için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=bJczLlwp-d8]

Savaş, Snyder’ı ana-akıma doğru çekmedi. 2010 yılında, Holokost ve diğer iki savaş arası dönemde soykırımların gerçekleştikleri topraklara odaklanan Bloodlands adlı kitabı, Snyder’i alanındaki en önde gelen tarihçilerden biri haline getirdi, kitabında farklı bir yaklaşım olarak soykırımı gerçekleştirenlere değil gerçekleştiği topraklara odaklanması özellikle önemliydi. (Bununla birlikte, dünyanın en önde gelen Almanya tarihçilerinden biri olan Richard J. Evans, onu oldukça sert bir şekilde eleştirdiğini de hatırlatayım).

Snyder’ı Amerika’nın liberal entelektüel kubbesine çıkaran 2017 tarihli kitabı “Tiranlık Üzerine” kitabı oldu: Amanpour’a özel röportaj verdi, Daily Show’da sorgulandı, Rachel Maddow tarafından göklere çıkarıldı. “Tiranlık Üzerine”, Trump’a karşı 128 sayfalık bir manifesto niteliğindeydi.

Amerika’nın kültür savaşlarında böylesine önemli bir figür haline gelmekten nasıl keyif aldığını sorduğumda Snyder ısrarla “Bu konularda sürtüşme ve insanlarla polemiğe girmek için bulunmuyorum” diyor. “Ben hiç de dışa dönük bir insan değilim. Sekiz saat boyunca arşivde oturunca çok daha mutluyum . . . Benim için harika bir gün, arşivlerde geçirdiğim bir gündür.”

Bu sırada başlangıç yemeklerimiz geldi. Snyder, focaccia üzerinde yabani otlarla servis edilen kızarmış acılı karides tabağı tercih etmişti. Ben ise dana tartar aldım. Özellikle aksini söylemem rağmen tam bir Alman damak tadına uygun şekilde hafif geldi.

İlgi ve spot ışıklarını rahatsız edici bulan biri olarak Snyder spot ışığı cümbüşüne çekilmiş görünüyor; çünkü Tiranlık Üzerine’yi yine polemikler yaratan iki kitabı daha izledi.

“[Tiranlık Üzerine’yi] yazdım çünkü yazmak zorunda olduğumu hissettim” diyor, Snyder.

Ve sonra ekliyor: “Her şeyi berbat ettiğimi hissettim – sanki ben yeterince bu işin altından kalkamamıştım, diğer tarihçiler ve yazarlar da yeterince çaba göstermiyor gibiydiler ve şimdi de Amerikalılar her şeyi berbat edecekmiş gibi.”

Bu ilginç bir ifade ve kabadayılıktan ziyade acılı bir alçakgönüllülükle söylenmiş

Snyder’ı tarihçi yapan şeyin ne olduğu sorusuna döndüğümde, bazı parçalar yerine oturmaya başlıyordu. Snyder’ın kendi anlayışına göre, tüm çalışmalarını motive eden şey güçlü bir etik anlayışı ve duygulanımdı: “Bazı meslektaşlarımın, ilerlemenin tek yolunun sadece tarihçi olmak olduğu görüşüne katılmıyorum, buna katılamam çünkü bu bana hitap etmiyor. Ben tarihçi oldum, çünkü bir dizi başka şeyi önemsiyorum”.

Snyder’ın entelektüel akıl hocalarından biri ve Oxford’daki tez danışmanı İngiliz tarihçi Timothy Garton Ash idi.

Garton Ash, Doğu Avrupa’daki kendi deneyimlerine dayanarak, entelektüellerin kamusal yaşamdaki rolü üzerine 1995’te yazdığı ünlü makalesinde, “Eleştirmek istediği oyunda rol alması için aniden tribünlerden kaldırılan bir tiyatro eleştirmeni düşünün” diye yazmıştı. “Bu tür bir tutum benim hayat hikayemde normal” diyor Snyder.

Snyder, öğrenciliğe başladığında, entelektüel açıdan neyin değerli olduğu konusunda daha çıkarcı bir anlayışa sahip olduğunu anlatıyor. O zamanlar bir ‘silah kontrolü müzakerecisi’ olmayı hedefliyormuş. tarihi ise büyük güç politikalarının işleyişini anlamanın bir aracı olarak görüyormuş.

Ancak Doğu Avrupa’daki devletler, özellikle Polonya ve Çekoslovakya, ve onların özellikle komünist yönetim altındaki entelektüel gelenekleri hakkında daha fazla şey öğrendikçe farklı bir yöne doğru çekilmiş:

 “Bir şekilde Doğu Avrupa’daki bu insanlar güç ve iktidar dışında her şeyden bahsediyorlardı, değil mi? Çünkü konuşamıyorlardı. Felsefe, edebiyat ve tarihle ilgileniyorlardı. Orada fizik eğitimi almış insanlar bile bu hümanist söylemin içinde yer alıyordu.”

Snyder şu anda bölge genelinde özgün araştırmalar yapabilen çok az sayıdaki tarihçiden biri. On dil konuşabiliyor. “Tarihin inanılmaz özgürleştirici bir eğitim biçimi olduğunu düşünüyorum”, diyor.

Başlangıç tabaklarını bitirdikten sonra, sohbetimiz yine Rusya’ya ve kamusal tartışmalarımıza daha fazla tarihsel bağlam eklemenin aciliyetine döndü. Snyder yumuşak bir dille konuşuyor ve sözlerini büyük bir dikkatle tarttığı izlenimini veriyordu. Ancak ileri sürdüğü fikirler en hafif tabirle kışkırtıcıydı. İlk olarak Ukrayna’daki durumu 1938 ile kıyaslamasını gündeme getirdim.

Durakladı: “Bahsettiğimiz benzetmede Rusya, [Nazi] Almanya’sıdır. Bence bu genel olarak verimli bir karşılaştırma ancak aynı zamanda da bir tabu. Ve genel olarak tabu olması başından beri sorunlarımızdan birisi oldu.”

İnsanlar Putin’in Rusya’sına faşist demekte “garip bir şekilde tereddüt ediyorlar.” “Ancak [Nazi Almanya’sı ile] benzetmenin geçerli olduğu pek çok düzey var.”

Snyder’a göre Batı’nın Rusya konusunda tarihsel netlikten yoksun olması ölümcül bir hata olmuştur ve Putin’i yanlış okumamızın merkezinde de bu yer almaya devam etmektedir. Snyder, çatışmaya yönelik “pragmatik” çözümlere odaklanmamızı ve Putin’i bir tür mizahi, nihayetinde anlayabileceğimiz, Batı standartlarında bir güç simsarı olarak kavramsallaştırmamızı kesinlikle kınıyor.

Snyder, Putin’in radikal fikirlerinin Batılı analizlerde feci şekilde küçümsendiğine inanıyor. “Gelin görün ki ‘ilginç bir şekilde’ fikirlerin önemli olduğu ortaya çıktı!

Çok yakın zamana kadar [Batı’nın] Putin’le ilgili politika tartışmaları teknokrasi, pragmatizm ve istikrar konularındaki kendi yargılarımız tarafından şekillendiriliyordu; bence bu kategoriler çoktan aşındı.”

Akabinde, Hitlerizm’in zehirli ideolojisinin, dinamik olsa bile, tartışmalı bir şekilde en başından beri var olduğunu, Hitler’in zihninde Alman toplumundaki “völkisch” fikirlerin bir çorbasından oluştuğunu Snyder’e söylüyorum. Hitlerizm, olduğu gibi, Nazi devletinin işleyiş biçimini şekillendirmeye devam etti. Ancak Putinizm ile sinik, güce aç bir kleptokrasiye alışmış çalışma yöntemi bundan başka bir şey olmayan, yani “modus operandi” tersine, yönetebileceği tek ideolojiye ulaşmış olmuyor mu?

Snyder bu argüman konusunda tereddüt ediyor. Ona göre Putin’in fikirleri çok daha uzun bir süredir filizleniyordu; biz sadece bu fikirlere karşı kördük:

 “Putin [2012’de] devlet başkanlığı makamına geri döndüğünde, Rusça bildirilerinde, radyo röportajlarında ve basılı yayınlarında net bir dünya görüşü görebiliyordunuz, ki bu aslında Şubat 2022’den bu yana bize daha tanıdık gelen dünya görüşüdür, buna göre devletler değil, medeniyetler söz konusudur; çıkarlar değil, misyonlar söz konusudur.”

Bu fikri altyapının büyük bir kısmı, Snyder’a göre 20. yüzyılın başlarında yaşamış Rus gerici filozof Ivan Ilyin’i Putinizmin arkasındaki canlandırıcı akıl olarak merkez sahneye koyduğu 2018 tarihli “Özgürlüksüzlüğe Giden Yol” kitabından geliyor.

Bu sırada, garson ana yemeklerimizle geri dönüyor. Snyder, yine en iyi kararı veriyor: Eierschwammerl risotto, hem de mükemmel all’onda kıvamında. Yaz mevsimindeyiz, Eierschwammerlsaison, Cantharellus cibarius mevsimi ve Viyana’daki her restoran bu mantarla yapılmış lezzetler sunuyor. Ben, brokoli çiçekleriyle birlikte gelen pastırmaya sarılmış daha sağlam bir tavuk göğsü tercih ettim, hepsi biraz Good Housekeeping dergisinden çıkmışa benziyor.

Ve soruyorum, bu Putin’in savaşı mı, yoksa Rusya’nın savaşı mı? Snyder, “Bu savaş, adı Vladimir Putin olmayan pek çok kişi tarafından yürütülüyor,” diyor. “Kramatorsk’ta Victoria ve o çocukları öldüren füzeyi ateşlemek için düğmeye basan kişi … şu anda Ukrayna’da savaşan ve öldüren on binlerce Rus askeri … Hepsi… ”

Bunun ampirik olduğu kadar ahlaki bir nokta olduğunu da ekliyor. “Putin ölecek ve o öldüğünde, bu diğer her şeyin affedildiği anlamına mı gelecek? Bütün suçlar? Sürgünler, çocukların kaçırılması, kadınların tecavüze uğraması, erkeklerin hadım edilmesi, Ukrayna’nın seçkinlerinin öldürülmesi? Bunların herhangi biri, bunun yalnızca Putinin savaşı olduğu fikrine göre nasıl kabullenilebilir?”

Biz Snyderle buluştuğumuzda, Wagner savaş lordu Yevgeny Prigozhin’in başarısız isyanının üzerinden henüz bir hafta geçmişti. Bu nedenle, Snyder’in tanımladığı Rus toplumunun faşist bir yöne sapması göz önüne alındığında, Putin’in ölümünü alkışlarken ne dilediğimize dikkat etmemiz gerekip gerekmediğini de merak ediyordum.

“Putin gerçekten bizim sorunumuz değil,” diye yanıtlıyor Snyder. “Demek istediğim, son 30 yıl Rusya’yı etkileme konusunda aslında pek de bir yeteneğimiz olmadığını açıkça gösterdi … Rusya’da hiçbir şeyi değiştirmediğimizi defalarca ispatlamış olduk.”

Akabinde devam ediyor: “Prigozhin olayını açıkçası oldukça güven verici buluyorum, çünkü bize Ukrayna’daki durumu gayet iyi anlayan Ruslar olduğunu da gösteriyor; Ruslar aynı zamanda daha büyük bir stres olduğunda Ukrayna’yı tamamen unutabiliyorlar. Gerçek bir veraset mücadelesi sürerken tek konuştukları kendileri oluyor. Rusya’nın bu savaş hakkında ne düşündüğü konusunda kendimizi endişeli çemberler içine çekip duruyoruz. Böylece Rusların kendi çıkış yollarını bulacaklarını anlamamıza kendimiz izin vermiyoruz. Bizim odak gruplarımıza, çalışmalarımıza ve çıkış rotalarımıza ihtiyaçları yok. Antropolojik olarak konuşursak, bizim çıkış rampalarımız onların otoyolları için geçerli değil, bu aptalca benzetmeyi mazur görün lütfen.”

Hemen ardından daha zarif bir cümle kuruyor: “Polonyalıların dediği gibi, bu iki farklı masal.”

Batı, Rusya’da kendi ulus-devletinin aynısını görmediğini unutmuş görünüyor. Snyder, “Weberci karizmatik liderlik kavramları” tarafından yönlendirilen tamamen farklı bir güç paradigması olduğunu bizlere hatırlatıyor.

“Mesele şu ki, Rusya’nın bir iç politikası olamaz,” diyor Snyder:

“Seçkinler tüm parayı çaldılar, tüm yasalar çoktan yozlaştı. Rusların çoğunun hayatında neredeyse hiçbir sosyal hareketlilik ya da değişim olasılığı yok, bu yüzden dış politika bunu telafi etmek ve yönetişim için hammadde, yani senaryolar ve masallar sağlamak zorunda.”

İkimiz de tatlıyı atlayıp kahve içmeyi tercih ediyoruz. Şimdi daha sakin olan Snyder bir bacağını yukarı kaldırıyor ve kolunu arkasına atıyor.

“Tarih biraz matematik gibidir,” diyor. “Ne kadar derine inerseniz aslında o kadar tuhaflaşır. Tuhaflaştıkça da daha güzel hale gelir.”

Siyasi söylemimizde acilen daha fazla takdire ihtiyaç olduğuna inanıyor. “Sorun şu ki, tarih olmadan birinci sınıf siyasi sorunlarla gerçekten başa çıkamazsınız.”

Snyder’a göre, soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte, Batılı liberal siyasi düzen tarih dışı bir uyuşukluğa sürüklendi. “Tarih”, diyor, “kokteyl partisi sohbeti haline geldi.”

“Bu, ‘araçlar’ paradigmasının, yani siyasetteki yönetsel paradigmaların zaferiydi” diye açıklıyor ve ekliyor: “Artık ‘neden’ hakkında çok fazla konuşmamıza gerek yok, çünkü her şeyi çözdüğümüzü sanıyoruz.”

Bu durum Batı’yı dünya çapındaki ilişkilerinde daha beceriksiz ve demokratik temellerinde daha zayıf hale getirdi çünkü “tarih olmadan … en aptalca efsaneler bile normal hale gelir. Amerika’nın büyük olduğu ya da dokuzuncu yüzyılda Kiev’de bir vaftiz töreni olduğu gibi [Ukrayna’nın Rusya ile eş-anlamlılığını meşrulaştırmak için özellikle Putin tarafından tercih edilen bir senaryo].”

“Tarih bize daha fazla bakış açısı verir”, diyor Snyder.

Artık Porzellan neredeyse boşalmıştı ve garsonlar akşam yemeği için masaları hazırlamakla meşgul.

Geçmişin, tüm tuhaflığına rağmen, çoğu zaman bugünü aydınlatan yolları vardır. Snyder masanın üzerindeki akıllı telefonlarımıza işaret ediyor: Geçmişe karşı teknokratik zaferimizin sembolleri. Yine de, Homeros efsanesinin bile bize onlar hakkında söyleyecek bir şeyleri vardır. “Odysseia’da sirenler telefonlar kadar karşı konulmazdır, çünkü her denizciye sadece kendisi hakkında şarkı söyleme gücüne sahiptirler. Bu da tam olarak bu şeyin sahip olduğu algoritmik süper gücün aynısı” diye düşünüyor.

“Belki de bu benim aşırı muhafazakâr tarafımdır, fakat hepimiz tarih hakkında biraz daha fazla bilgiye sahip olsaydık, bugünü okumak için daha donanımlı olurduk…”

Kaynak: https://www.ft.com/content/9a23b1a7-da4e-466b-99f4-9f7f369fe128

Çeviri: Hasan Ayer

- Advertisment -