Ana SayfaHaberlerÇevirilerÇEVİRİ | Yirmi yıl CNN muhabiri olarak çalıştım. Gazeteciler olarak gerçekleri çok...

ÇEVİRİ | Yirmi yıl CNN muhabiri olarak çalıştım. Gazeteciler olarak gerçekleri çok daha iyi haberleştirmeliyiz

20 yıllık gazetecilik deneyimi olan eski CNN muhabiri Arwa Damon yazdı. Damon şimdilerde Atlantik Konseyinde çalışıyor:” Filistinliler, yaşadıkları korkunç acılara ilişkin tepkilerin ve haberlerin neden sessiz kaldığını sorgularken gayet haklılar. Gazze Şeridi'nden bir konuk aldılar diye "her iki tarafı da" haberleştirdiklerini düşünen kanalların yüzüne şunu vurmak gerekiyor: Haberinizin geri kalanı askeri operasyonlara bu kadar ağırlık veriyorken ya da daha da kötüsü, bir Amerikan ya da İsrail bombasının diğer ucunda savaşın nasıl bir his olduğunu tatmamış, bunu bilmeyen ya da bu korkuyu hissetmemiş çoğunlukla yaşlı beyaz adamlardan oluşan konuklar ağırlıyorken tarafsızlıktan söz edemezsiniz. Bu uzmanlar, bu senaryoda savaşın "Araplara" ait tarafını yaşamamış ya da deneyimlememiş insanlar!”

Sıklıkla alıntılanan bir deyiş vardır: “Savaşın ilk zayiatı hakikattir.”

İşaret edilen bu “zayiatın”, yani gerçeklerin, hakikatin zayiatının savaşın masum bir yan ürünü olmadığını, kasıtlı olarak hedef alındığını düşünüyorum.

Gazetecilik sektörünün yirmi yıllık bir emektarı olarak (ki yirmi yılım çoğunlukla savaş ve şiddet haberleriyle geçti) her bir “tarafın” kendi mesajlarıyla (bazıları buna propaganda da diyebilir) insanları nasıl cezbetmeye ve manipüle etmeye çalıştığına doğrudan tanıklık edebilirim. Taraflardan biri daha yüksek bir ahlaki duruşa sahip olduğunu iddia etse bile, her bir “tarafın” nasıl yalan söyleyeceğini veya nasıl gerçeği örtbas etmeye çalışacağını biliyorum.

Ayrıca, sahadaki kaynaklardan, görgü tanıklarından, yetkililerden, hatta trolleri ve devlet destekli siber ordularıyla başlı başına bir canavar haline gelmiş sosyal medyadan kamuoyuna sunulan çok sayıda bilgi arasında gezinmenin ne kadar zor olduğuna da birinci elden şahidim. Buna bir de gazetecilerin dünya kamuoyuna sunulan görüntü ve fotoğraflara verdikleri tepkiler ile hayatta kalanlardan duyduklarına verdikleri duygusal reaksiyonları ekleyin.

Medya olarak, olayların gidişatında oynadığımız rolün farkına varmamız gerekiyor. Rolümüz ya olayları alevlendirmek ya da empati ve anlayış köprüleri inşa ederek insanları eğitmek ve onlara bir şeyler açıklamak olmalı.

Hamas’ın 7 Ekim saldırısından bu yana, İsrail ile Gazze Şeridi arasında olup bitenler konusunda aldığımız haberlerine baktığımızda, şu sonuca varıyorum: Kendimizi ve insanlığımızı katıksız ve mutlak biçimde insanlık dışı olan bir çılgınlık uçurumuna doğru fırlatıyoruz.

Bu olaylar beni 11 Eylül 2001’deki terörist saldırılar sonrasında Irak savaşının dramalarına götürüyor. Hatırlayacak olursak bu, birçok Batılı medya kuruluşu, özellikle de Amerikan medyası Irak Savaşını ve ABD’nin “iyiye karşı kötü” anlatısını alkışlıyordu. Hemen herkes kontrolden çıkmış bu trene binmişti.

Aşırı basitleştirme hayati ölçüde tehlikelidir.

11 Eylül’de New York’taydım ve henüz gazeteci değildim. Dünya Ticaret Kulelerinden ikincisinin yıkılışına tanık olduğumda bedenim korku ve kafa karışıklığıyla sarsılıyordu. İlk başta sokakların ne kadar ürkütücü, ne kadar ıssız olduğunu fark etmiştim. Dışarı çıkanlar sadece kan bağışlamak ya da bir şekilde bir parça yardım etmek isteyenlerden oluşuyordu. O zamanlar şöyle düşündüm: “Birbirimize bu şekilde davranmalıyız. Bu, benim de parçası olmak istediğim türden bir iyilik”ti.

Ama sonra her şey birden değişiverdi.

Müslümanlara, Orta Doğu ve Kuzey Afrika kökenli insanlara yönelik nefret ve kin kusulduğunu gayet net hatırlıyorum. Suriye kökenli bir Arap-Amerikalı olduğum halde, sırf sarışın ve yeşil gözlü olmam dolayısıyla bu nefretin doğrudan bir hedefi olmaktan kurtulmuştum. Ayrıca, tüm Arapların ve Müslümanların bir şekilde bu terörist fırçasıyla nasıl boyandığına şahit olduğumu hatırlıyorum. Nüans ve anlayıştan yoksun haberleri hatırlıyorum. Beni gazeteci olmaya iten işte bu oldu.

Arapların Irak savaşına duydukları öfkenin medya sektöründeki pek çok kişi tarafından bir şekilde Arapların El Kaide’ye destek verdiği şeklinde çarpıtıldığını çok net hatırlıyorum. Arap dünyasının tüm nüfusuna kıyasla az sayıda kişinin “Amerika’ya ölüm” ve “İsrail’e ölüm” sloganları atmalarının (çünkü bu ikisi Arapların zihninde manyetik olarak birbirine bağlı şeylerdir) nasıl olup da sanki en yüksek ve kuvvetli sesmiş gibi sunulduğunu anımsıyorum. Fakat hakikat aslında şuydu: Araplar Irak’ta bir Amerikan savaşı istemiyorlardı. El Kaide’yi destekledikleri için değil, Irak diktatörü Saddam Hüseyin’i destekledikleri için bile değil, hatta çoğu Saddam’ı desteklemiyordu. Araplar açıkça savaşı desteklemiyor, istemiyorlardı. O dönemde Batı medyası da hayati bir rol oynadı. ABD ve müttefiklerinin Iraklıları, Arapları ve Müslümanları kötüleme ve insanlıktan çıkarma kampanyalarına yardım ve yataklık etti.

Geçmişi bu kadar derinden hatırlamamıza rağmen, içinde yaşadığımız bugün çok farklı ve muhtemelen de daha tehlikeli bir dönem. Birçok komutan ve hatta Başkan Joe Biden geçmişten alınan dersler konusunda uyarılarda bulunurken aynı anda da “zaferin” ilan edileceği ve “barış” için bir plan yapılması gerektiği bir zaman dilimi konusunda da konusunda uyarılarda bulunuyorlar.

Korkarım ki bu planlama söyleminde, devlet başkanlarından sokaktaki insanlara kadar gördüğüm ve duyduğum her şeye dayanarak şunu ifade edebilirim: Şu anda yaratılan duyguların yoğun etkisi hiçbir şekilde planlanmıyor. Daha da rahatsız edici olanı bu planda hepimizin bir şekilde suç ortağı olduğu insanlığın tamamen çöküşü olasılığıdır.

İçinde bulunduğumuz bu günler 11 Eylül sonrası dönemden oldukça farklı. Potansiyel olarak daha bölücü, tehlikeli ve yıkıcı bir dönemden geçiyoruz. Çok daha derin, karanlık bir tarih ve derinlere gömülü bir kuşak travması var. Tüm bunlar bu savaşın duygusal bileşenini daha da yoğun hale getiriyor. Hiç kuşkunuz olmasın: Savaşta duygular hayati bir rol oynar. Savaşın bir “enformasyon savaşı” olmasının bir nedeni var. Unutulmamalıdır ki askeri stratejinin önemli bir bileşeni sadece karadaki birliklerin hareketi veya stratejik hedeflerin vurulması değil, aynı zamanda psikolojik operasyonlardır. Bu psikolojik operasyonlar sadece savaşın yürütüldüğü nüfusu ve bölgeyi değil, hepimizi hedef alır.

Enformasyon savaşının kendisini ve bunun duygular-travmalar üzerinde nasıl bir etkisi olduğu, bu yöntemin insanların duygularından nasıl faydalandığını açıklayacak analistlere ihtiyacımız var. Enformasyon savaşının mekaniğinden bahseden ya da bunun savaşın önemli bir yönü olduğunu söyleyen askeri ya da diğer türden analistleri kastetmiyorum. ,

Kastettiğim bilgi üzerinden yürütülen bu mücadelenin aklımızı ve birbirimize karşı düşüncelerimizi nasıl etkilediğini açıklayabilecek psikolojik analistlerin çalışmaları. İnsanların ” hayvan”, “fare” ve “ışığın çocuklarına karşı karanlığın çocukları” gibi cümleleri ya da kavramları duyduklarında verdikleri tepkiyi göstermeliyiz. Hatta bu tepkileri analiz etmeli, bunun tüm bir nüfusu nasıl bir canavar gibi gösterdiğini ve tüm bunların riskinin ne olduğunu da ortaya koymalıyız.

Dünya üzerindeki hiçbir silahlı oluşum geçmişte yaşanan acılara işaret etmeden, “Bakın bize neler yapıyorlar. Çektiğiniz şu acılara bir bakın. Sizi en büyük korkularınızdan koruyabilecek tek şey benim” demeden kendisine destek ve güç toplayamaz.

Hiçbir ulus, düşmanını “daha az değerli bir hayat” biçimi olarak resmetmeden kendi sınırları içinde ya da küresel müttefiklerinden savaş için destek toplayamaz. Bu her şekilde sizinkinden daha değersiz bir hayattır. İnsan olmayan bir hayat. Sizin olduğunuz şekilde insan olmayan bir hayat. Sizin gibi sevmeyen, sizin gibi gülmeyen, sizin gibi acı çekmeyen bir hayat. Bu şekilde, bilinçli ya da bilinçsiz, sivil zayiatını daha baştan kabul etmiş oluruz.

Bunun tekrar olmasına izin vermemeliyiz. Medya olarak kendimizi insanları canavarlaştırma kampanyalarının bir piyonu haline getiremeyiz.

Medya olarak, haberlerin parçası olan bir taraf olarak tüm bunların duygusal boyutuna anlamamız gerekiyor. Duygusal analizler, kolektif ve kuşaklar arası travmalar, daha da önemlisi bizi bu noktaya getiren tüm etkiler hakkında konuşabilecek uzmanlara ihtiyacımız var. Bizi belli bir noktaya getiren olayları analiz etmek başka bir şeydir, duyguların bu eylemleri nasıl yönlendirdiğinden bahsetmek ise bambaşka, daha derin ve ihtiyaç duyduğumuz bir şey.

Şahit olduğum bu kutuplaşma, ister antisemitizmin yükselişte olması, ister artan İslamofobi olsun, çok korkutucu. Altı yaşındaki Filistin kökenli Amerikalı bir çocuğun nefret suçu nedeniyle bıçaklanarak öldürüldüğünü duymak son derece dehşet verici.

Bir Arap arkadaşımın Batı’da yaşayan akrabasının kendisine tükürüp “Hepiniz gebermelisiniz” demesini duymak beni oldukça rahatsız ediyor.

Ya da Yahudi bir annenin, oğlunun bir Yahudi kutlaması olan Bar Mitzvah’ı hakkından sosyal medyada paylaşım yaptığı için takipçilerini kaybettiğini belirtmesi de aynı derecede yürek burkucu.

Benzer şekilde Londra’daki bazı Yahudi okullarının korkudan dolayı kapandığını duymak çok üzücü.

Batı medyasının Filistinlilere daha fazla yer vermesi gerekmekte. Hepimizin Filistinlileri gerçekten dinlememiz ve sözlerini ilk kez duyuyormuşuz gibi ele almamız lazım. “Filistinlilerin içinde bulunduğu kötü durumun”, yetmiş yıldan uzun bir süredir devam ettiği için, yanlış bir şekilde “normalleştirilmesi” söz konusu. Medyanın “ilgi odağı” da sınırlı olduğu için umursamadan yoluna devam ediyor.

Filistinliler, yaşadıkları korkunç acılara ilişkin tepkilerin ve haberlerin neden sessiz kaldığını sorgularken gayet haklılar. Gazze Şeridi’nden bir konuk aldılar diye “her iki tarafı da” haberleştirdiklerini düşünen kanalların yüzüne şunu vurmak gerekiyor: Haberinizin geri kalanı askeri operasyonlara bu kadar ağırlık veriyorken ya da daha da kötüsü, bir Amerikan ya da İsrail bombasının diğer ucunda savaşın nasıl bir his olduğunu tatmamış, bunu bilmeyen ya da bu korkuyu hissetmemiş çoğunlukla yaşlı beyaz adamlardan oluşan konuklar ağırlıyorken tarafsızlıktan söz edemezsiniz. Bu uzmanlar, bu senaryoda savaşın “Araplara” ait tarafını yaşamamış ya da deneyimlememiş insanlar!

Diğer taraftan, Batılı olmayan medya, özellikle de Arap ve Arapların sahip olduğu medya kuruluşları, Hamas saldırısından sağ kurtulanların ya da rehin alınanların ebeveynlerinin, arkadaşlarının ve ailelerinin acısını ve travmalarını görmezden gelmeye devam etmemeli.

Pek çok farklı kanalın bu olaylarla ilgili haberlerini izledim, belki kaçırmış olabilirim lakin Hamas saldırısının İsrail’de yol açtığı acıdan bahsedildiğini bir kez bile görmedim. Bu tür yayınlarda Yahudi ve İsrailli insanların seslerine yer verilmesi gerekiyor. İsraillilerin hepsi hükümetlerinin politikalarını, yasadışı yerleşimleri veya Filistin’deki baskıyı ve işgali desteklemiyor. Ayrıca dünyadaki tüm Yahudiler Siyonizm’i ya da İsrail’in yaptıklarını desteklemiyor.

Basın olarak temel sorumluluğumuzdan vazgeçemeyiz: Tüm tarafları sorgulamak, yüzleştirmek ve araştırmak, kim tarafından işlenirse işlensin yalanları ve suçları ortaya çıkarmak bizim görevimiz. Tüm medya kuruluşları, bir kişinin acısını haberleştirdiğinizde bir şekilde “taraf” tutmuş olacağınız düşüncesine sahip, ve artık bu düşünceyi aşmalıyız.

Acı acıdır. “Düşmanımızın” yaşadığı acıyı da görmemiz gerekiyor. Bazıları için (ki ben bunların azınlık olduğuna inanıyorum; ya da azınlık olduklarına inanmak istiyorum) “düşmanlarının” acısını görmek onlara neşe ve intikam duygusu getiriyor. Fakat çoğunluk için, bizim çabalarımız neden belirli bir şekilde tepki verdiklerini sorgulamalarına ve araştırmalarına neden olacak, hatta umuyorum ki daha çok empatiye yol açacaktır.

Dostun ve düşmanın siyah beyaz olmadığını anlamamız gerekiyor. İnanıyorum ki gerçekleri gördüklerinde birçok insan şartlandırıldıkları şeyin belki de resmin tamamı olmayabileceğini fark edecektir.

Medya olarak bizim kutuplaşmayı ve nefreti körüklemede oynayabileceğimiz aktif rolün farkına varmamız ve bunu bir kişinin ya da bir toplumun acısını yok sayarak ya da görmezden gelerek yapabileceğimiz gerçeğini kabul etmemiz gerekiyor.

Nihayetinde daha şiddet dolu bir dünyaya yol açan 11 Eylül sonrası derin nefretin körüklenmesinde hayati bir rol oynamıştık. Bu rolü tekrar oynamamak için aşırı bilinçli hareket etmeliyiz.

Bu gidişatın nereye vardığını şimdiden görebiliyorum. Bu düşmanlık sarmalını ve kontrol edemeyeceğimiz bir çılgınlığı besleyen büyüyen canavarı şimdiden sezebiliyorum. Gördüğüm şey sadece bizim neslimizi değil, gelecek nesilleri de etkileyecek daha fazla nefret ve şiddetle dolu bir dünya.

Medyanın bunu önlemedeki rolü ve potansiyelini de görmekteyim. Evet, bu durumun değiştiremeyeceğimiz pek çok yönü var. Fakat yine de ayrılıkları körüklemediğimizden emin olmaya çalışabiliriz. Üzerimizdeki tümbaskılardan daha güçlü ve daha iyi olabilmeliyiz. Bu baskılar hükümetimizden, patronlarımızdan ve hatta kendi duygularımızdan bile kaynaklanıyor olabilir.

Hakikatin, yalandan daha güçlü olduğu bir dünya inşa etmeliyiz!

Kaynak: https://www.atlanticcouncil.org/blogs/menasource/cnn-media-truth-gaza-israel-hamas/

Çeviri: Hasan Ayer.

- Advertisment -