Üç gün süren ilk duruşması bugün (7 Haziran) sona erecek olan Uygur Mahkemesi (Uyghur Tribunal) sürecinde, Çin’in Uygur Özerk Bölgesi’nde “Yeniden Eğitim Merkezi” adıyla kurduğu, uluslararası kamuoyunda yaygın olarak toplama kampı diye tanımlanan birimlerde bulunmuş ya da daha önceki yıllarda Çin’de hapis yatmış kişilerin tanıklıklarına baş vurulacak ve konuyla ilgili araştırmacıların vereceği ifadeler dinlenecek.
Uygur Mahkemesi nedir?
Uygur Mahkemesi uluslararası platformlarda çalışmış hukukçular, akademisyenler ve insan hakları savunucularından oluşan 9 kişilik bir heyet tarafından yürütülecek özel bir mahkeme. Heyetin başkanlığını Miloseviç’in Uluslararası Ceza Mahkemesi’ndeki yargılamasına öncülük eden saygın hukukçu Geoffrey Nice yapıyor.
İnsan hakları savunucularının çağrısıyla oluşturulmuş sembolik mahkemenin kararlarının uluslararası hukuk açısından bağlayıcılığı yok. Uluslararası hukuk uzmanlarına göre, mahkemece incelemeye alınmış binlerce sayfa rapor ve tanık ifadeleri Çin aleyhine yaptırım sonucu doğurmayacak ama Çin’e dair yeni uluslararası girişimlere öncülük edebilecek.
Çin mahkemeyi tanımıyor
Mahkemeye Çin Halk Cumhuriyeti de savunma vermek ve belge paylaşmak amacıyla davet edildi. Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Zhao Lijian özel mahkemeyi tanımadıkların vurguladığı konuşmada “mahkeme değil yalan üretme merkezi” ifadesini kullandı.
Tanıklar Çin’deki yakınları için endişeli
Mahkemenin hemen öncesinde Uygur Mahkemesi’nin kurulmasına öncülük eden Dünya Uygur Kongresi Başkanı Dolkun İsa’nın Çin’de yaşayan kardeşi Hushtar İsa’ya müebbet hapis cezası verildiği öğrenildi. Dolkun İsa mahkemede tanıklık edecek başka kişilerin de çeşitli tehditler aldığını fakat Çin’in korkutma girişimleri karşısında geri adım atmayacaklarını duyurdu.
İşkence tanıklıkları
Uyghur Tribunal Youtube kanalından canlı olarak yayımlanan mahkemede işkence gördüğünü anlatan tanıkların yer yer konuşmakta zorlandıkları görülüyor.
Kamplarda öğretmen olarak bulunmuş Kalbinur Sıddık, eğitim adı altındaki faaliyetler boyunca insanların prangaya bağlı olduklarını ve Çinli görevlilerin eziyet etmekten zevk aldıklarını anlattı. Kadın tutukluların cinsel saldırıya da uğradığını anlatan Sıddık, “gördüklerimi unutamıyorum” diye konuştu.
90’lı yıllarda bir köy hastanesinde kadın doğum uzmanı olarak çalışan Dr. Şemsinur Gaffur, Çinli görevlilerin mobil ultrason cihazlarıyla evleri tek tek dolaşıp hamile kadınları tespit ettiklerini, izin verilen sayının üzerinde çocuğu olan köylülerin evlerinin yıkıldığına şahit olduğunu anlattı.
Uzun yıllardır Hollanda’da yaşayan Asiye Abdulahad, Çin resmi makamlarından sızan ve elektronik ortamda kendisi gibi pek çok Çin uyruklu insana gönderilen China Cables belgelerini uluslararası basın kuruluşlarına ilettiği için Hollanda’da bile kendini güvende hissetmediğini söyledi. Çin özel emniyetinin, belgeleri elinden alması karşılığında eski eşine servet teklif ettiğini anlatan Abdulahad, bir paylaşımının ardından Çin gazetesi Global Times’ın bir editörünün kandisine “tehdit alırsan Çin’den değil yakınlarından alırsın” diye bir mesaj gönderdiğini, bunu da Hollanda’da yaşayan bir Uygurdan aldığı şaşırtıcı tehditin izlediğini söyledi. Çocuklarıyla beraber yaşadığı Hollanda’daki evine polisin güvenlik sistemi kurduğunu, buna rağmen nöbet tutarak yaşadıklarını belirtti.
“Beni vurmalarını istedim”
2006 yılından beri vatandaşlık aldığı Kazakistan’da yaşayan Omir Bekali, 2017’de iş amacıyla Uygur Özerk Bölgesi başkenti Urumçi’de bulunduğu sırada gözaltına alınarak kampa götürüldüğünü anlattı.
Kampta gördüğü işkenceleri ayrıntılı bir şekilde anlatan ve işkencecilerinden kendisini vurmalarını istediğini söyleyen Bekali, gördüğü işkence türlerini su işkencesi, elektrikli sandalye, kollardan asılma olarak sıraladı.
Ailesinin girişimleri ve Kazakistan diplomatlarının devreye girmesiyle serbest bırakıldığını anlatan Bekali Çin’den ayrıldıktan sonra Çin’de yaşayan ailesinin onayıyla uluslararası basına konuştuğunu ve ailesine kendisi için bedel ödetildiğini vurguladı. Bekali, ifadesini “Ruhum bedenimde olduğu sürece halkımın acısına şahitlik etmekten vazgeçmeyeceğim. Gerçeğin bir gün kazanacağına inanıyorum” sözleriyle bitirdi.
“Telefonunda Türk Bayrağı görseli olanlar kampa yollandı”
Pakistanlı eşiyle birlikte Uygur Bölgesi’nde yaşadıkları dönemde bölgedeki pek çok kişiyle birlikte bilgisayar ve cep telefonlarının kontrole alındığını anlatan Zumret Davut, telefonların galerisinde kayıtlı Türk Bayrağı, Kur’an ayeti görseli veya WhatsApp, Facebook uygulamaları bulunanların kamplara götürüldüğünü anlattı. 2018 Mart’ında kendi üzerine kurulu şirketin işleri için kendi hesabıyla Pakistan’da iş yaptıkları kişiler arasındaki para transferleri nedeniyle tutuklandığını ve sorgulamalar sırasında sürekli darp edildiğini anlattı.
Karakoldan kampa yollandıktan sonra bir gün ekmeğinin bir kısmını kampa yollanmış şeker hastası yaşlı bir kadınla paylaştığının kameralardan tespit edilmesi sonucu iki görevlinin gelip kendisini dövdüğünü anlatan Davut, aldığı darbeler sırasında yanlışlıkla Allah demesi üzerine görevlilerin daha fazla darp etmeye başladıklarını söyledi.
“Allah’ın var olmadığını söylemeyi öğrettiler”
Davut, Çinli görevlilerin Allah’ın var olmadığını ama Şi Cinping’in var olduğunu ve Şi’nin Çin vatandaşları için çok güzel şeyler yaptığı üzerine konuşmalar yaptıklarını anlattı. “Bana Allah’ın var olmadığını söylemeyi öğrettiler. Beni yendiler. Bunları birkaç defa yazmak zorunda bırakıldık” diye konuşan Zumret Davut, 2018 Haziran’ında eşinin Pakistan Büyükelçiliğini devreye sokması sonucunda serbest bırakıldığını söyledi ve tahliye olurken kendisine, kampa gelmeden önce aşırılıkçı eğilimlerden etkilendiğine ve uluslararası medyaya konuşmayacağına dair kâğıtlar imzalatıldığını belirtti.