Dünyadaki en büyük yerinden edilme krizlerinden birini yaşayan Venezuelalılara, Arjantin, Brezilya, Şili, Kolombiya, Kosta Rika, Ekvador, Meksika, Panama, Peru ve Güney Karayipler’deki ülkeler kapılarını başta dostane bir şekilde açmıştı. Artık pek çok ülke sosyal ve ekonomik bağlamda doyma noktasına geldi. Bu ülkelerin bazılarında huzursuzluklar başladı.
Kolombiya hem aldığı göçmen sayısı hem de artan huzursuzluk seviyesi ile bu listenin başında geliyor. Yaklaşık 1,8 milyon ile en fazla Venezuelalıyı topraklarına alan ülkedeki var olan toplumsal problemler, yaşanan göç ile birlikte daha fazla görünür oldu. Grevlerle başlayan protestolar, vergi reformunun yasalaştırılmaya çalışılmasıyla ölümlerin yaşandığı büyük bir toplumsal hareketliliğe dönüştü. Peki tarihte karşımıza bu iki ülkeyle ilgili neler çıkıyor:
İlk Rota: Venezuela ve Kolombiya 1819 ile 1830’a kadar bugünkü Panama ve Ekvador’u da içine alan bir coğrafyada, Simon Bolivar’ın kurduğu “Gran Colombia”- “Büyük Kolombiya” isimli ülkenin içinde tek bir ulus halinde bulunuyordu. Bu dönemde gelişen “ortak paylaşım”, iki ülke bölündükten sonra aralarındaki 2 bin kilometreden daha fazla olan sınıra rağmen devam etti. Chavez’in 1998’de seçilerek, Venezuela’yı, kendi isimlendirdiği, ‘21.yüzyıl sosyalizmine’ hazırladığı yıllarda; Kolombiya, Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELN), Kolombiya Devrimci Silahlı Kuvvetleri (FARC) gibi silahlı örgütlerle ve uyuşturucu ticaretiyle mücadele etmeye çalışıyordu.
Kolombiya 1970’lerin sonundan 2016’ya, FARC ile barış anlaşmasının yapıldığı zamana kadar iç çatışmalarla sürekli mücadele etmek zorunda kaldı. Aynı yıllarda Venezuela, 1979’daki petrol krizi ile birlikte yakaladığı ekonomik yükselişi 2013’e kadar nispeten sürdürebilmiş bir ülkeydi. Bu yıllarda, silahlı örgütlerin, işsizliğin, kötü yaşam koşullarının yerinden ettiği 8 milyon Kolombiyalıdan en az 1 buçuk milyonu, kendilerine göre nispeten daha iyi ekonomik koşullara sahip olan sınır komşuları Venezuela’ya göç etti. 2015’e gelindiğinde bu rotanın yönü değişti.
İkinci Rota: 2011 yılı itibariyle, dünyanın en zengin petrol yataklarını barındıran ülkesi olarak ilan edilen Venezuela, 1990’lara kadar demokratik seçimlerle iş başına gelen hükümetler tarafından yönetildi. Öyle ki, bu demokratik yönetim tarzı nedeniyle ABD tarafından Latin Amerika’nın model ülkesi olarak sunuluyordu. OPEC’e göre, dünya petrol rezervinin %24,8’ini elinde bulunduran Venezuela, Chavez’in 21.yüzyıl sosyalizm modeli gereği kendi petrollerini çıkarmaya ve işletmeye karar vererek, Petróleos de Venezuela, S.A. (PDVSA) ismiyle devlete ait doğalgaz ve petrol şirketini kurdu. Petroldeki yabancı sermayeye kapanış ve 1998’den 2013’teki ölümüne kadar başta kalan Chavez ile başlayan, yerine gelen Maduro ile devam eden otoriter yönetim biçimi, ABD’nin ülkeye ağır ekonomik yaptırımları başlatmasına neden oldu. Bu yaptırımlar sonucu petrol satışları ve bu satışlara paralel olarak refah seviyesi düşen ülke halkı, açlıkla mücadele noktasına geldi. 2020 yılı yoksulluk endeksinde birinci sırada yer alan Venezuela’dan, aynı yıl mart ayında pandemi nedeniyle sınırlar kapanmadan önce her gün 5 bin insan başta Kolombiya olmak üzere sınır ülkelerine kaçmaya çalışıyordu.
Bugün, her ne kadar Kolombiya’nın kendi iç sorunları sebebiyle ülkede Venezuelalı göçmenlerle ilgili huzursuzluk büyüse de göçün rotası değişmeden önce Venezuela’da iyi karşılandıklarını söyleyen Kolombiyalı aileler, ülkelerine sığınan Venezuelalıları evlerinde misafir edebiliyor. Aslında 1970’lerin sonundan beri bölgede göçün kendisi değil rotası değişiyor.