Ana SayfaHaberlerHayatı Romanova

Hayatı Romanova

Fatma Baysal (Romanova) Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türk pilotları eğitmesi için Atatürk’ün davetiyle Türkiye’ye gelen bir Rus pilotla evlenip Moskova’ya gitti ve bir daha da dönemedi. 2005’te 90’lı yaşlarında öldüğünde Radikal yazarı Suat Taşpınar onunla ‘büyük sır’rını anlattı. Fakat o yazıda Romanova’nın fotoğrafı yoktu. Moskova’da yaşayan gazeteci Fuad Safarov bugün (31 Mayıs) Medyagünlüğü’nde bu eksiği de gideren bir yazı kaleme aldı.

Fatma Baysal (Romanova) Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk’ün ricasıyla eğitim için Ankara’ya gelen Rus pilot Mihail Romanov’la evlenip Rusya’ya gitti. Kocası 32 yaşında ölünce Türkiye’ye dönmek istedi ama Stalin’in ‘demir perde’si buna izin vermedi. Moskova Radyosu’nda Türkçe spikeri oldu, 1980’de emekliliğe ayrıldı. O tarihten, 90 yaşında öldüğü 2005’e kadar iki odalı küçük evinden hiç çıkmadı. Öldüğünde, yedi yıldır onunla konuşup “Hayatı Romanova” adlı bir kitap yazmak için uğraşan fakat sadece telefonun -o da sadece çok kısa sürelerle- öbür ucundaki kişi olabilen gazeteci Suat Taşpınar Radikal’de, onunla olan “sırrını ifşa eden” bir yazı yazdı:

Fakat Radikal’deki yazıda Fatma Romanova’nın fotoğrafı yoktu. Bu eksiklik de 16 yıl sonra bugün (31 Mayıs) Moskova’da yaşayan gazeteci Fuad Safarov’un Medyagünlüğü’nde kaleme aldığı yazıyla giderildi.

Aşağıda önce ağırlıklı olarak Mihail Romanov’un anlatıldığı bu yazıyı, sonra da Suat Taşpınar’ın bütünüyle Fatma Romanova’ya ayrılmış 2005’teki yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz.

***

Atatürk’ün takdirini kazanan Sovyet pilot

Fuad Safarov, Moskova

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ricası üzerine Moskova’dan gönderilen iki ünlü Sovyet pilotundan biri olan Mihail Romanov’un (1912-1944) trajik şekilde son bulan ilginç bir öyküsü var. 

1930’lı yılların başlarında Atatürk, Türk pilotlarının eğitimi için Sovyetler’den yardım talebinde bulundu. Bunun üzerine Moskova’dan onay alan dönemin Sovyetler Birliği Ankara Büyükelçisi Lev Karahan, Türkiye’ye en iyi pilot eğitmenlerinin gönderilmesini organize etti ve bu iş birliği kapsamında Romanov’la Sergey Anohin Türkiye’ye gönderildi. 

Atatürk ve Mihail Romanov

Konuyla ilgili olarak Rusya’nın İstanbul Başkonsolosluğu resmi sosyal medya sayfasında şu bilgiler veriliyor:

“Nisan 1935’te Mustafa Kemal Atatürk’ün ricası ile Türkiye’ye planör ve paraşüt sporunun uçuş öğretmenleri geldi. Sovyet tarafı Türkiye’ye 5 planör, U-2 uçağı ve ekipman hediye etti. Sovyet pilotları S. M. Anohin ve M. F. Romanov 3 ay içerisinde 200 planörcü yetiştirdi. İlk Türk kadın pilot Sabiha Gökçen de SSCB’de staj gördü. 1934 yılının Nisan-Mayıs aylarında SSCB’de bulunan Türk pilotları, birkaç uçak takımının içerisinde 1 Mayıs törenindeki gösterilere katıldılar. Türk paraşütçü Fatma, pilot Romanov ile evlendi. Daha sonra o, kocasıyla birlikte SSCB’ye gitti ve Moskova Radyosu’nun Türkçe Bölümü’nde görev yaptı.” 

Türk Hava Kuvvetleri emekli subayı, Türk havacılığı tarihi araştırmacısı Mustafa Kılıç da, Türk Hava Kurumu Başkanı Fuat Bulca’nın yönetimindeki 25 Mayıs 1935 tarihli Genel Merkez Kurulu raporundan bir bölümü şöyle paylaşıyor:

“… Türkkuşu’nun kurulmasında ödenemez yardımları dokunan Sovyet Büyükelçisi Karahan’ın kılavuzluğu ile komşu ülkeden Bay Sergei Anohin ve Bay Misha Romanov öğretmen olarak çağrılmış. Bu kıymetli unsurlar memleketimize gelirken Sovyet hükümetinin çok nezaketli bir hatır hoşluğu olarak Türkkuşu’na armağan etmiş olduğu 5 (beş) planörü de birlikte getirmiştir. (Bir başka kaynağa göre planörlere ilaveten 3 (üç) adet eğitim uçağı da gönderilmişti.)” 

Fatma Romanova

Kılıç, Atatürk’ün 3 Mayıs 1935 Türkkuşu açılış konuşmasının bir bölümünde, “… Bu ödevimizi başarmada, bizlerden değerli yardımlarını esirgemeyen, dostumuz Rus Sovyet Cumhuriyetine ve onun Sayın Büyükelçisi Bay Karahan’a önünüzde açıkça teşekkür etmekten kıvanç duyarım” dediğini aktarıyor. Atatürk aynı etkinlikte her iki Sovyet pilotunu takdir ederek şükranlarını sunuyor.  

1938 yılında Türk eşi Fatma ile Sovyetler’e dönen Romanov, havacılık görevine devam ediyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında Romanov ve ekip arkadaşlarına, Nazilerin bulunduğu bölgelerdeki orman alanlarında savaşan Sovyet gerillalarına malzeme taşıma görevi veriliyor. Bu, Sovyet gizli servisi NKVD’nin gizli misyonlarından biriydi. 

Rus tarihi kaynaklara göre, savaşın ilk günlerinde bu misyon için görevlendirilen planör uçaklar kapasite bakımından yetersiz kalıyordu. Planörler gerillalara ulaşıyor ama dönemiyor, bu nedenle ele geçmemesi için yerinde yakılıyordu. Bunun üzerine dönemin Sovyet lideri Josef Stalin, Havacılık Endüstrisi Halk Komiseri A. Şahurin’e, “Planörün dönebilmesi için bir tür motor koymak mümkün mü” diye sordu. 

Bunun üzerine geliştirilen iki motorlu planör uçuşun denemesi Anohin ve Romanov tarafından yapıldı.  

Mihail Romanov’un mezarı.

Vladimir Kazakov’un 1988 yılında yazdığı “Savaşın Hava Bağlantıları” adlı kitabında Romanov’un yeni motorlu planörü tanıtması da anlatılıyor. Test uçuşunun ardından planör pilotları, “Mişa, (Mihail’in küçültülmüşü) yeni planör nasıl?” diye sorulunca Romanov kurnazca bir gülümsemeyle, “Saray!” diye cevap veriyor. Rusçada “saray” bir çeşit baraka anlamına geldiği için pilotlar bu yanıta anlam veremiyor ve şaşırıyor. Bunun üzerine Romanov, “Ben Türkçedeki sarayı kastettim yani bu planör düzen ve oynaklık açısından tam bir saray” diye açıklama yapmak zorunda kalıyor. 

Bu başarılı denemelerin ardından Romanov, savaş yıllarında planörle gerillalara malzemeler taşımak misyonuna devam etti. Moskova yakınlarındaki Medvejye Ozera (Ayı Gölü) köyünde bir uçak poligonunda görevli olan ünlü pilot, burada deneme uçuşları yaptı. 1944 yılındaki bir deneme uçuşu sırasında 32 yaşında hayatını kaybetti. Sovyetler’in en önemi madalyalarından Kızıl Yıldız Nişanı ile ödüllendirildi. Eşi Fatma Romanova ise Türkiye’ye dönmek istemesine rağmen kendisine izin verilmedi. Bunun üzerine Moskova Radyosu’nun Türkçe Bölümü’nde spikerlik yapmaya başlayan Fatma Romanova, 2005 yılında hayatını kaybetti.

***

Fatma Romanova sahiden var mıydı?

 Suat Taşpınar, 12 Haziran 2005, Radikal

“Öldü” dedi ahizenin ucundaki kadın sesi, “6 Nisan’da kaybettik.” İnce bir sızı yokladı göğsümü, telefona sıkıca sarıldım. Hayatımın kadınını kaybettiğimi anladım. Son yedi yıldır öyle ya da böyle, onsuz yapamadığım kadın… Bir an yüzünü görürüm diye penceresinin dibinde pervane olduğum kadın… Aşkın değilse de iflah olmaz bir tutkunun ateşlediği mektuplarımı muhtemelen hiç açmadan yakan kadın… Telefonda umutsuzca uzatmaya çalıştığım konuşmaları hep ahizeyi suratıma kapatarak bitiren huysuz ve tatsız kadın…

Fatma Baysal öldü. Fatma Romanova öldü. Ve ben artık sırrımı ifşa ediyorum.

Her şey 1935’te Ankara’da başlar.

Değil benim, babamın bile henüz doğmadığı bir tarihte! Atatürk’ün emriyle, Türk Kuşu pilotlarını eğitmek için Rus pilotlar davet edilir.

Pilotlardan biri Ankara’daki baloların birinde, göz kamaştıran bir Türk kızıyla tanışır. Kızın adı Fatma Baysal’dır. Daha 20’sinde bile değildir. Aşk kapıyı çalar.

Birlikte Moskova’ya gider, evlenirler. Adı Fatma Romanova olur.

Stalin zulmünün tırmandığı yıllardır. Ama aşk her zorluğa yama vurur. Bir kızları olur.

Derken 2. Dünya Savaşı başlar. Kocası cephededir. Kızıyla, yabancı ve yalancı bir dünyada yapayalnız kalır Fatma hanım.

Ve acı haber gelir: Almanya’ya taarruz sırasında uçağı düşürülen kocasının cepheden cenazesi bile gelmez.

Türkiye’ye dönmek ister. Ama ‘demir perde’ inmiştir artık. Dönemez. Ailesiyle tüm bağları kopmuştur.

Moskova Radyosu’nun Türkçe yayın bölümünde çalışmaya başlar. Spikerlik yapar. Yaşadıkları onu zor bir insan yapmıştır. Bu yüzden ismi unutulur, ‘Nazlı’ diye çağrılır. Güzelliğiyle hâlâ göz kamaştırır. Ama bir daha evlenmez.

Yıllar yılları kovalar. Radyodan emekli olur ve 80’lerin sonunda, son nefesini verdiği güne dek inzivaya çekilir. Tek varlığı kızı, bir Rus Yahudisi ile evlenip Amerika’ya göçer.

Fatma Romanova, Moskova’da beş katlı Hruşçev apartmanının ikinci katındaki iki odalı dairesinde tek başına yaşar. Yaşı 90’a dayanmıştır artık. Yüzünde yılların çok ağır izleri vardır.

Bir zamanlar erkeklerin peşinde pervane olduğu o güzel kadın, aynalara küstüğü gün, insanlara da küser. Dostu zaten yoktur. Tanıdıklarına da kapıyı açmaz olur. Kızının yolladığı parayla bakıcılığını yapan komşusundan başka kimse yoktur hayatında.

Türkiye yüreğinde bir kor da olsa, aklından geçmez. Çünkü hâlâ sokakta Stalin zulmünün sürdüğü, demir perdenin sıkı sıkıya kapalı olduğu vehmiyle yaşamaktadır.

Türkiye ile hiçbir bağı yoktur. Ölümü bekleyen, hem sağlığını hem dengesini günbegün yitiren bir ihtiyarın dramıdır gerisi.

Belki Ankara Palas’ta o ilk dansı yaptığı, yüreğini kanatlandıran o geceye lanet ederek ölür yalnız odasında. Belki kocasının silik fotoğrafına son bir buse kondurup, aşkını kendisiyle beraber götürür son nefesinde. Kim bilir?

Ben Fatma Romanova’nın öyküsünü ilk duyduğumda sene 1998’di.

Genç bir gazetecinin zapt edilmez heyecanıyla uykusuz günler geçirdim.

Onunla röportaj yaptığımı, ‘Hayatı Romanova’ diye kitabını yazdığımı, ve hatta hayatının filme çekildiğini düşledim.

İlk telefon ettiğim günü, berbat bir hattın ucunda “Alo! Alo! Kimsiniz?” diye haykıran tiz ve kotrolsüz sesini hatırlıyorum.

Telefonu kapatmasın diye ter döktüğümü, 70 yıl öncenin Ankara Palası’ndan yankılanıp gelen duru Türkçesiyle sık sık, “Lütfen beni rahatsız etmeyiniz, rica ederim” deyişini hatırlıyorum.

Sonrasında fasılalarla devam eden kısa telefon görüşmelerimizi, ikna edebilmek için yazdığım mektupları, yolladığım bir kutu lokumu, kimi yaz akşamları belki perdeyi aralar da dışarı bakar diye, arabamın içinde penceresini dikizleyişimi hatırlıyorum.

Gerisi bana ait bir hikâye.

Sadece zamanla ‘acar gazeteci’ reflekslerimi dizginlediğimi, derin ıstıraplar yaşayıp hayatının son demine gelmiş yalnız bir kadının dünyasına onun izni olmadan girmemem gerektiğine kendimi ikna ettiğimi söyleyebilirim.

Yani gazetecilikten önce insan olduğumu, aşılmaması gereken sınırlarda zor da olsa durmak gerektiğini anladığımı…

Sonrası sadece beklenen haberi ‘atlamamak’ için birkaç ay arayla çevrilen telefonlardan ve “Alo! Alo!” diye yırtılan sesi duyup ahizeyi indirmekten ibaret birkaç yıl…

Cuma günü telefonu açan genç kadın, “Öldü” dedi, “6 Nisan’da. Bu evde artık ben yaşıyorum.”

- Advertisment -