“Lütfen beni almaya gelin, çok korkuyorum.” İsrail’in yerle bir ettiği evlerinden güneye kaçarken içinde bulunduğu araba İsrail tankıyla vurulan 6 yaşındaki Hind Rajab, telefonun diğer ucundaki sağlık görevlilerine böyle yalvarmıştı. Anne ve babası, daha hızlı bir şekilde tahliye edilsin diye Hind’i teyzesine emanet etmiş, yürüyerek mahallelerini terk etmişti. İsrail ise Hind’in içinde bulunduğu aracı tankla vurmuş, Hind aracın içinde kuzeniyle birlikte hayatta kalmıştı. Küçük kuzeni daha sonrasında katledilen Hind, çaresizce ambulansı aramış, yardım istemiş, son sözleri çağrı merkezince kaydedilmişti.
İsrail, Hind’i kurtarmaya giden ambulansı da vurdu. Hind’in arabanın içindeki cansız bedenine ise ancak 12 gün sonra ulaşılabildi. İçinde sadece Filistinli bir ailenin ve çocukların olduğu küçücük bir araçta tam 335 mermi deliği vardı. İsrail ordusu sadist bir şekilde içinde ağlayan bir kız çocuğunun olduğu aracı taramıştı.
İsrail her zamanki gibi iddiaları reddetti, asla bitmeyecek, asla faillleri ve sorumluları ortaya çıkarmayacak tipik “iç soruşturma”sını başlattı; ABD de her zamanki gibi, İsrail’in iç soruşturması sonuçlanana kadar, dünyanın gözü önünde yaşanan bu katliama dair net bir açıklama yapmayacağını söyledi.
Fakat 29 Ocak 2024’te katledilen Hind Rajab, diğer anonim Filistinli çocukların aksine unutulmamıştı. Bütün korkusunu ve telaşını son dakikalarına sığdırmış, sesiyle ve ismiyle akıllara kazınarak Batılı yaşıtları gibi geride bir hikaye bırakarak veda etmişti. Hind’in ölümü, Batı’daki Filistin eylemlerini hızlandırdı; Hind özellikle ABD’deki öğrenci gösterilerinin sembolü haline geldi. Kampüs protestolarının merkezi Columbia’da öğrenciler bastıkları okul binasının ismini “Hind’s Hall” yaptı, Amerikalı solcu rapçi Macklemore Hind’in adını taşıyan bir “Gazze” marşı besteledi.
Hind’in ölümünden üzerinden bir sene geçti, Macklemore’nun şarkısı bestseller listelerinden düştü, Amerikan kampüslerinde eylemler 4-5 çadır kuran hevesli öğrenci dışında söndü, Filistin’deki katliamlar daha da normalleşti, Trump’ın seçilmesiyle insani yardımların dahi kesilebileceği çok daha karanlık bir cehennemin kapıları aralandı.
Fakat bu karanlığın içinde bir avuç avukat, Hind’in adını nesiller boyu unutulmaması için çok büyük bir mücadele başlattı. Sessiz ve derinden.
Soykırımcının zehir olan tatili
7 Ekim 2023’teki Hamas’ın müzik festivali saldırısından sağ kurtulduktan sonra orduyla birlikte Gazze’ye giden İsrailli asker Yuval Vagdani’nin dört senedir planladığı Brezilya tatili Hind Rajab’ın ismini duya duya yarıda kaldı. İsrail’in Brezilya Büyükelçiliği geçtiğimiz Pazar (5 Ocak 2025) apar topar Vagdani’yi aradı ve hemen ülkeyi terk etmesini istedi. Hind Rajab Vakfı adıyla organize olan bir grup Filistin destekçisi avukat, Gazze’deki soykırıma ortak olan İsrailli askerin Brezilya’ya gelmesi üzerine federal mahkemeye başvurmuş, mahkeme ise Yuval Vagdani’nin “gururla” sosyal medyada paylaştığı Gazze fotoğrafları karşısında savaş suçu işlediği iddialarının makul olduğuna kanaat getirerek polise soruşturma başlatması talimatı vermişti. Bu talimatın üzerine olası bir gözaltı kararından korkan İsrail Büyükelçiliği ise Vagdani’ye bir gece yarısı haber vererek Arjantin’e kaçmasını sağladı.
Ne trajik ki, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra İsrail tarafından yakalanmaktan korkan Nazi subaylarının izinden giden Yuval Vagdani de ortak olduğu bir soykırımın sorumlusu olarak yargılanmamak için Arjantin’e kaçmıştı.
İsrailli bir askerin gece yarısı gelen telefonla apar topar tatilini yarıda kesip Brezilya’dan kaçması, uzun bir süredir Gazze’deki soykırımı gündelik hayatın bir başka normali haline indirgeyen İsrail’in dengelerini sarstı. Katliamların durmasını değil, “dünya kamuoyunun tepkisini çekmeyecek ölçüde steril” yürütülmesini savunan ana muhalefet lideri Yair Lapid, Netanyahu ve hükümetinin askerleri koruyamadığını söyledi, İsrailli askerlerin anneleri Başbakan Netanyahu’yu suçlayan bir mektup kaleme aldı.
Muhalefetinden iktidarına İsraillilerin bu paniği yersiz değil. Zira Hind Rajab Vakfı’nın avukatları başta olmak üzere birçok hukukçu, yaratıcı davalar aracılığıyla dünyanın dört bir yanında İsrail’in dokunulmazlık zırhını delmeye başladı bile.
ABD başta olmak üzere Batı’nın ördüğü bu dokunulmazlık zırhını eritecek formül ise oldukça basit: Evrensel yargı yetkisi ve soykırımcı İsrail askerlerinin yüzsüz şımarıklığı.
“Anne bak soykırımdayım”
İsrail askerleri için Gazze’deki yıkım ve soykırım artık adeta bir bilgisayar oyunu. 1.5 senedir önlerine hiçbir engel çıkmayan İsrailli askerler, öylesine şımarmış bir gaddarlık içerisindeki yaktıkları evleri, okulları, kütüphaneleri sergiliyor, patlattıkları binaların önünde selfie çekiyor, yağmaladıkları evlerin içerisine girip Filistinli kadınların kıyafetlerini, mahremlerini sergiliyor, değerli eşyaları çalıyor. Bütün bunları da kendi sosyal medya hesapları, Telegram gibi sohbet grupları üzerinden Filistinlilerin “insan olmadığına” dair mesajlarla paylaşıyor, katlettikleri, evlerini yerle bir ettikleri, çocuklarını öldürdükleri Filistinlilerle bir de dalga geçiyor.
Filistin destekçisi İsrailli tarihçi Lee Mordechai gibi birçok gönüllü internet siteleri veya Twitter’daki “trackingisrael” gibi sosyal medya hesapları ise İsrailli askerlerin kendi çektikleri fotoğrafları, videoları derliyor, İsrailli askerlerin kimliklerini belirliyor ve kamuoyuna ifşalıyor. Kendilerini ele veren İsrailli askerler için bir sonraki adım ise avukatlar tarafından atılıyor. Soykırım, işkence gibi insanlığa karşı suçlar için birçok ülkede “evrensel yargı yetkisi” ilkesi kabul edilmiş durumda. Örneğin Brezilya kanunları, Brezilya vatandaşı olmayan bir yabancının, Brezilya toprakları dışındaki yabancı bir ülkede yabancılara karşı işlediği bu tür ağır insanlığa karşı suçlar karşısında Brezilya mahkemelerini yetkili kabul ediyor ve bu yabancı faillerinin ülkeye gelmesi durumunda yargılanabileceklerini öngörüyor. İşte birçok aktivist avukat da bu tür düzenlemelerin bulunduğu ülkelere giren İsrailli askerleri takip ediyor, doğru zamanda suç duyurusunda bulunarak olası bir gözaltı kararının çıkabileceği soruşturmaları başlatmak için çabalıyor.
Hind Rajab Vakfı, tek başına 1000 İsrailli askerin dosyasını Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne sunmuş durumda. Dünyanın dört bir yanındaki avukatlar da farklı dosyalar ve delillerle İsrailli askerleri takip ediyor, gittikleri ülkelerde cesur bir hakimin karşılarına çıkması umuduyla suç duyurusunda bulunuyor. İsrail medyası ise yine bu vakfın ve yöneticilerinin “terörist” olduğunu söyleyerek bu kampanyaya tipik bir yanıt vermeye çalışıyor.
İsrailliler bu taktiğe pek yabancı değil. Nazi subayı Adolf Heichmann da İsrail tarafından benzer hukuki gerekçelerle Latin Amerika’dan kaçırılmış ve Kudüs’te yargılanmıştı. Nitekim yargılamayı bizzat yerinde gözlemleyen Hannah Arendt bu dava sürecinde Nazi subaylarının kötülüğü, soykırımı ne kadar sıradan ve gündelik olarak algıladığını fark etmiş, yazdığı “Kötülüğün Sıradanlığı” eseri nedeniyle tepki çekmişti.
İşte İsrailliler bu sembolik davadan yıllar sonra bu kez faili oldukları bir soykırımı normalleştirerek milyonlarca insanın yıllarca unutmayacağı kalıcı delilleri gerilerinde bıraktı, yıllar önce bizzat kendilerinin dayandığı hukuki teorilerin ağına düştü.
Ve böylece İsrailliler uzun bir zaman sonra yanları başlarında işlenen korkunç bir soykırımın varlığını en azından fark ettiler.
İstemeye istemeye de olsa katledilen çocukları görmek, tatillerini bu yüzden bölmek zorunda kaldılar. Omelaslılar gibi.
Omelas’ı terk edenler
Ursula K. Le Guin’in “Omelas’ı Terk Edip Gidenler” adlı eseri, refah ve mutluluk içinde yaşayan Omelas kentinin bütün bu bolluğun çok şık bir kamu binasının bodrum katındaki bir hücrede işkence gören bir çocuğun acılarıdan beslendiği sürreal kısa bir kurgu hikaye. Omelas halkının bütün refahı bu işkence gören bir çocuğun çilesine bağlı:
“Omelaslı çocuklara, sekiz ile on iki yaşları arasında anlayabilecek duruma geldiklerinde anlatılır ve bu çocuğu görmeye gelenler çoğunlukla gençlerdir. ama sık sık yetişkinlerden biri de çocuğu görmeye ya da bir kez daha görmeye gelir. mesele onlara ne kadar iyi anlatılırsa anlatılsın, bu genç seyirciler gördüklerinden şaşkına döner, sersemleşirler. aşmış olduklarını sandıkları tiksinti duygusuna kapılırlar. tüm açıklamalara rağmen öfke, kızgınlık, çaresizlik hissederler. çocuk için bir şeyler yapmak isterler. ama ellerinden gelen hiçbir şey yoktur. eğer çocuk, o iğrenç yerden gün ışığına çıkarılırsa, temizlenir, beslenir ve rahat ettirilirse bu iyi bir şey olacaktır, doğru; fakat bu yapılırsa eğer, o gün ve o saatte ‘omelas’ın tüm refahı, güzelliği ve hazzı yok olacak, yıkılacaktır. koşullar bunlardır. omelas’taki her bir yaşantının iyiliğini ve güzelliğini tek, küçük bir düzelme uğruna feda etmek; tek bir insanın mutluluğu uğruna binlerin mutluluğunu fırlatıp atmak: suçluluk duygusunu içeri almak olacaktır bu.”
Bu çocuğun halini gören birçok Omelaslı hayatına normal bir şekilde devam etse, bu korkunç insanlık suçunu normalleştirip düşünmemeye çalışsa da sahip oldukları refahın böylesine bir işkenceye dayandığını öğrendikten sonra durumu kabullenemeyip şehri terk edenler, Omelas’ı terk edip gidenler de vardır:
“genç insanlar çocuğu gördükten ve bu korkunç paradoksla yüz yüze geldikten sonra gözyaşları içinde ya da gözyaşsız bir hiddetle eve dönerler çoğu kez. haftalar veya yıllar boyu düşünebilirler bunun üzerinde. ama zaman geçtikçe anlamaya başlarlar ki çocuk salıverilse bile özgürlüğünü elde edemez: sıcaklık ve yiyeceğin vereceği, küçük, belli belirsiz bir zevk, tamam, ama hepsi bu. gerçek bir coşkuyu tanımayacak kadar aşağılanmış ve aptallaşmıştır. korkudan kurtulamayacak kadar uzun bir süre korkarak yaşamıştır. alışkanlıkları insanca muameleye uyum göstermez. öyle ki onu koruyacak duvarlar, gözleri için karanlık ve üstüne tüneyeceği dışkı olmazsa mahvolacaktır. gerçekliğin korkunç adaletini anlamaya başlayıp kabullenince bu acı adaletsizlik için akıttıkları gözyaşları kurur. yine de gözyaşları ve öfkeleri, iyiliklerini sınamaları ve çaresizliklerini kabullenmeleridir belki de yaşamlarındaki ihtişamın gerçek kaynağı. mutlulukları ruhsuz, sorumsuz bir mutluluk değildir. çocuk gibi kendilerinin de özgür olmadıklarını bilirler. duygudaşlığı bilirler. mimarilerini soylu kılan, müziklerine o görkemi veren, bilimlerini yücelten şey, işte bu çocuğun varoluşu ve onun varlığını bilmeleridir. o çocuk sayesinde çocuklara böylesine iyi davranırlar. bilirler ki zavallı çocuk karanlıkta acı çekmezse öteki, flüt çalan çocuk, genç süvariler yazın ilk sabahı, tüm güzellikleriyle gün ışığında yarışmaya hazırlanırken o coşkulu müziği yaratamaz.
şimdi inanıyor musunuz onlara? daha inanılır oldular değil mi? ama anlatacağım bir şey daha var ve buna inanmak pek kolay değil.
zaman zaman, çocuğu görmeye giden ergen kızlar ve oğlanlardan biri ağlayarak veya hiddetle dönmez evine. daha doğrusu, evine dönmez. kimi zaman daha yaşlı bir adam ya da kadın bir-iki gün susar kalır, sonra evini terk eder. bu insanlar sokağa çıkar, sokakta bir başlarına yürürler. yürüdükçe yürürler ve güzel kapılardan omelas kentinin dışına çıkarlar. omelas’ın tarlaları boyunca yürür dururlar. her biri tek başına gider, oğlan veya kız, erkek veya kadın. gece bastırır; yolcular köy sokaklarından, sarı ışık yanan pencerelerin arasından geçer ve tarlaların karanlığına doğru gider. her biri, tek başlarına batıya veya kuzeye doğru, dağlara doğru giderler. yollarına devam ederler. omelas’ ı bırakır, karanlığın içine doğru yürürler ve geri gelmezler. gittikleri yer çoğunuz için mutluluk kentinden bile daha zor tahayyül edilebilir bir yerdir. onu hiç betimleyemem. belki de yoktur. ama nereye gittiklerini biliyor gibiler omelas’ı bırakıp gidenler.” (çeviri kaynağı: ekşi sözlük talking head yazarı: https://eksisozluk.com/the-ones-who-walk-away-from-omelas–289940)
İşte İsrail’in de bütün refahı ve bolluğu, bütün kamu gücü ve devlet kurumlarıyla sistematik olarak işlediği insanlık suçlarını devam ettirmesi, Batı ittifakının kendisiyle çelişmesine rağmen desteğini kaybetmemesi, Amerikan yasalarına aykırı şekilde açıkça insan haklarını ihlal eden bir ülkeye silah ihraç eden ABD yönetiminin en sıkı müttefiki olması da Omelas gibi küçücük çocukların acı çekerek katledilmesine bağlı. Omelas öyküsündeki hikayeyi gerçekleştirip daha da ötesini yazan İsrail, Gazze’de Hind Rajab gibi binlerce çocuğu vahşice katletti.
İsrail ve destekçilerinin bu “Omelas” sanrısından çıkması için bu tür davalar çok önemli. “Ne yaparsak yapalım bize bir şey olmaz” diyenlerin huzurunu bu tür soruşturmalar, sürpriz gözaltı kararları ve yaratıcı hukuk teorileri bozuyor, bozmaya da devam edecek.
Bu süreçte Filistin’i destekleyen bu avukatlara da bizzat İsrail’in içindeki Filistin destekçisi Yahudiler el uzatıyor, İbranice kaynakları takip edip çeviriyor, sosyal medya taraması yaparak Gazze’ye ilişkin görsel ve yazılı delilleri derliyor. 7 Ekim’den bu yana İsrail’e tepkili birçok muhalif Yahudi ülkedeki faşist atmosferden rahatsız olup terk etti, Omelas’ı geride bıraktı. Fakat Omelas’ta kalıp çocukları o bodrum katlarından kurtarmaya çalışanlar da var.
İsrail her ne kadar Trump dönemiyle daha da şımaracak gibi dursa da uzun vadedeki savaşı eninde sonunda kaybedecek. Sadece Brezilya’da değil, dünyanın dört bir yanında yapılan “kafa tatilleri” ani bir gözaltı, soruşturma kararıyla bölünecek, zamanında İsrail’in işlediği bu soykırıma ortak olanlar 2. Dünya Savaşı sonrası Naziler gibi yakalanma, hukuk önüne çıkarılma korkusuyla yaşayacak.
6 yaşındaki Hind Rajab’ın hikayesi ve ruhu, son haykırışları soykırımcıların peşini bırakmayacak.
Soykırımcı olmanın bir bedeli olmalıydı herhalde dimi?