Ana SayfaÖZEL HABERKADEM’in “Camiler Hepimizin” çağrısı ve “KADEM’in şerrinden Allah’a sığınan” muhafazakâr erkekler

KADEM’in “Camiler Hepimizin” çağrısı ve “KADEM’in şerrinden Allah’a sığınan” muhafazakâr erkekler

Camilerin kadın, erkek, çocuk, genç herkes için “yaşam mekânına” dönüştürülmesini isteyen KADEM’li kadınlar sosyal medyada büyük tepki gördü. Tepkilerini KADEM’in kapatılması talebiyle Cumhurbaşkanı ve İletişim Başkanlığı’na şikâyete vardıranlar dahi oldu… KADEM’in taleplerini haklı bulan iki dindar kadın, yaşananları Serbestiyet’e değerlendirdi. Nevin Meriç: “Kadınların camilerde ne işi var, orada ne işi var, burada ne işi var demekle yol alınmıyor”, Ayşe Sula Akbal: “En rahatsız olduğum şeylerden biri de erkeklerin camide kadın görünce bir tuhaflaşması; hiç anlayamıyorum."

Kadın ve Demokrasi Derneği KADEM’in, kadınların camileri kullanımı konusunda toplumsal farkındalık oluşturmak, sorunları gidermek ve mevcut şartları iyileştirmek hedefiyle başlattığı “Camiler Hepimizin” projesinin sonuç çalıştayı, 25 Nisan 2023’te İstanbul’da düzenlendi. Açılış konuşmasını KADEM Başkanı Doç. Dr. Saliha Okur Gümrükçüoğlu’nun yaptığı çalıştaya, KADEM Mütevelli Heyet Başkanı Sümeyye Erdoğan Bayraktar, ilahiyat, sosyoloji, sanat tarihi, mimarlık gibi farklı disiplinlerden akademisyenler, alanında uzman isimler ve sivil toplum temsilcileri katıldı.

“Camiler Hepimizin” çalıştay raporunda yer alan maddelerden bazıları şöyle:

  • Kadınların camilerde yaşadığı sorunlar dini değil, sosyolojik temellidir. Bu sorunların çözümü için de zihinsel bir dönüşüm gerekmektedir. Cami görevlilerinden başlayarak toplumun tümüne yayılan eğitim ve farkındalık faaliyetlerine ihtiyaç vardır.
  • Camilerin kadınlara ayrılan bölümlerindeki temizlik ve güvenlik sorunu yaygın olarak gözlemlenmiş, camilerin bu anlamda daha sıkı denetlenmesi, kurumlar arası iş birliğinin yapılması önerilmiştir.
  • Kadınların sosyal ihtiyaçlarını karşılayabilmesi, çocuklarıyla vakit geçirebilmesi için, cami içlerinde uygun bölümlerin tahsis edilmesi önemlidir. Camilerin yapım sürecinde kadınların hem ekonomik hem de fiilen yer alması, söz sahibi olması gerekmektedir.
  • Camiler sadece namaz kılmak için kullanılan mekânlar olmaktan çıkarılmalı; dinlenmek, sohbet etmek, eğitim almak gibi ihtiyaçların da giderildiği “yaşayan mekân” statüsü kazanmalıdır.
  • Camilerin gençler ve çocuklar için yaşam alanı ve cazibe merkezi olabilmesi için projeler geliştirilmelidir.

Çalıştaydan bir gün sonra KADEM Twitter hesabından projeye dair bilgiler ve görüntülerle başkan Saliha Okur Gümrükçüoğlu’nun konuşmasından kesitler paylaştı. Bu paylaşımların hemen ardından yüzlerce Twitter kullanıcısı erkek (az da olsa kadınlar da vardı) sert bir dille KADEM’e din öğretmeye, had bildirmeye başladı ve devamında “KADEM’in şerrinden Allah’a sığınmaya”,kapatılması talebiyle Cumhurbaşkanı ve İletişim Başkanlığı’na şikâyete varıldı.

Peki “Camiler Hepimizin” çalıştayının açılış konuşmasında ne teklif ediliyordu, projede ne vardı ki bunca tepki gördü? Saliha Okur Gümrükçüoğlu konuşmasını camilerin kadın, erkek, çocuk, genç herkes için “yaşam mekânına” dönüştürülmesi önerisine dayandırmıştı:

“Hz. Peygamber döneminde kadınlar özgür bir şekilde camiye gidebiliyor; vakit, cuma ve bayram namazlarına katılabiliyorlardı. Peki, ne oldu da kadınlar cami hayatının bu kadar dışında kaldı? Bunun temel sebebi, Kur’an’dan ve sünnetten kopuk toplumsal normlar, dinle bağdaşmayan geleneksel kodlardır.

“Kadınlar camilerde abdest almak, namaz kılmak gibi temel dinî ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri uygun şartlara dahi sahip değiller. Kadınlar için ayrılan bölümler; bodrum katlarda, izbe ve çoğunlukla temiz olmayan köşelerde, ayakkabılıkların arkasında veya caminin dışında olabiliyor. Soğuk, rutubetli, kullanılmayan eşyaların, süpürgelerin, temizlik malzemelerinin depolandığı bölümlerde namaz kılmak zorunda kalıyoruz. Bunlar bir Müslüman ülkeye, üstelik bizim gibi medeniyet kökleri derin bir millete yakışmayan uygulamalar…”

Bu makul, haklı taleplerin neden öfkeyle karşılandığını merak ettik ve aşağıdaki iki soruyu, uzun yıllar Diyanet’in Alo-Fetva hattında hizmet veren ilahiyatçı ve sosyolog Nevin Meriç’e ve yaklaşık on yıl önce cemaatsiz ya da az cemaatli camilere cemaat olma niyetiyle her Ramazan’da farklı bir camiye teravih namazı kılmaya giden Ramazan Teyzeleri hareketinin başlatıcılarından diş hekimi, hattat ve “Osmanlı Türkçesi ve Mezartaşları” okuma tedrisatından geçen Ayşe Sula Akbal’a sorduk.

Birinci soru: KADEM’in ve destek veren diğer kadınların -ve erkeklerin ve kurumların- aylarca emek verdiği “Camiler Hepimizin” projesi yahut yukarıda iki paragrafını alıntıladığımız konuşma metninin hangi bölümü, herhangi bir dindarı niçin rahatsız eder?

İkinci soru: Muhafazakâr erkeklerden bazıları, dindar kadınlara niçin tahammül edemiyor?

Nevin Meriç: “Kadınların camilerde ne işi var, orada ne işi var, burada ne işi var demekle yol alınmıyor”

Nevin Meriç

Çünkü onlara cevap veren dindar kadınlar; diğerleri ya reddediyor ya hiç kaale almayıp susuyor. Ama eğitimli; hem çalışan hem dindar kalarak hayatlarını inşa etmek için mücadele eden dindar kadınların “Böyle değil”, “Sizin dediğiniz doğru da değil” diyebilmesi tabii bir grup insanı rahatsız ediyor. Bu yaklaşımdaki zihniyet dünyayı okuyamıyor ama aslında dünyaya kapalı bir hayat da yaşamıyor. Aslında kadınlarla her türlü teşriki mesaileri de var. Sadece camide namaz kılmalarını istemiyorlar!

Şöyle bir şey var -tıpkı iktidara yapılan muhalefet gibi de düşünmek lâzım- KADEM ne derse desin “hayır” diyorlar. Bugün cami ve kadınların camiyi kullanma imkânlarını masaya yatırmış, çalıştay yapmış ona da hayır diyorlar. KADEM’e yapılan bütün eleştiriler, kesinlikle anlamak, anlaşmak ve anlaşılmak üzere, toplumsal bir problemi çözmek üzere değil, tamamen siyasi bir karşı duruş. KADEM zaten kadının hayatını iyileştirmek için yola çıkan bir dernek, işi bu! Dolayısıyla KADEM’e yapılan eleştirileri hiçbir şekilde ciddiye almıyorum. Zaten kadın-cami ilişkisine dair problematik bir şeyi çözmek derdinde olan insanlar bu eleştiriyi yapmıyor. Bir “Kadının camide ne işi var?” diyen ve camiyle teşriki mesaisi olmayan bir de “Başka derdiniz yok mu, ne gereği var şimdi cami konuşmanın!” diyen iki kesim var ve Kadem’e muhalefette ikisi de benzeşiyor. Meselâ KADEM, sosyal medyada şimdiye kadar kendine muhalefet edenlere dair bir karşılaştırma yapsa aynı hesaplar olduğu görülecektir. “Camiler Hepimizin” çalıştayı üzerinden eleştiren hesapları da bu minvalde değerlendirmeliyiz.

Camiler kadın, erkek, çocuk yani hepimizin. Bir zamanlar “Camiler erkeklerin çalışma odası mı?” başlığıyla biraz sert bulunan bir yazı yazmıştım. Haklılar, camilere insanımız gelsin diye uğraşan da çok var. Biz her zaman yazılarımızda ve konuşmalarımızda kadınlara, gündelik hayatın akışı içinde camiyi kullanın, diyoruz. Dış mekânda olduğunuz vakitlerde namazı da güne dahil edin, kazaya bırakmayın; hele denk gelir de cemaatle kılarsanız namazlarınız ve sevabınız çoğalır, diyoruz. Buna rağmen “Kadınların camide ne işi var?” diyen, kadını camide görmekten rahatsız olan zihinler var maalesef. Bir insana ibadet ediyor diye kızılması kadar absürt bir şey düşünemiyorum. Hayattan da camiden de ne kadar uzaklar. Yine camilerle ilgili bir çalışmaya gelen yazılardan bir hanımın “Ramazan ayı yaklaşırken mahallenin kadınları toplanır camiye temizlemeye giderdik. Sonrasında teravih de dahil hiçbir vakit giremezdik” cümlesi çok etkilemişti. O caminin cemaati erkekler, acaba bu kadınların hakkını nasıl ödemeyi düşünüyor? Böyle gelenekten kaynaklanan yanlış uygulamalar da var.

Bu Ramazan iftardan sonra, Üsküdar’da akşam namazı için Gülfem Hatun Camii’ne gittim. Yeni restore edilen şirin bir cami. Kadınlar yeri de yapmışlar ama o kadar dik bir merdiven ki on beş yaşındaki kızlar ancak çıkabilir. Yaşça büyük ya da sağlık sorunu olan kadınlar ne olacak? Herkes o merdivenleri kullanamaz. Nitekim arkadaşlarımdan bir tanesinin dizlerinde sorun vardı. Biz de erkeklerin olduğu arka cemaat yerine yöneldiğimizde birkaç kişi kadınlar yerini gösterdi. Güzel de biz orada kılabilecek durumda değiliz. Cami’nin dış bölümünde iki tane arka cemaat yeri var. Birinin kadınlara ayrılması her yaştaki kadın için cemaatle namazı kolaylaştırır. Biz de namazımızı orada kıldık ve kimse de bir şey demedi.

Yaşadığımız güne ne kadar vakıfız; kadın okuyor, çalışıyor, dolaşıyor; ahlaklı, dürüst bir biçimde yaşayıp ayakta kalmak, var olmak istiyor. Bunun içinde ibadet hayatı da var, cami de var. Dolayısıyla gündelik rutinde -çünkü ibadet vakitlerle alakalı günlük bir durum- yeri olan namazı için de tabii ki camileri kullanmalı. Kadınların camilerde ne işi var, orada ne işi var, burada ne işi var demekle yol alınmıyor. Hazreti Peygamber zamanında da kadınlar camiyi çok aktif kullanıyordu. Camiler yanında mescitler de lâzım. Nitekim metrolarda ara duraklarda mescit talep ediliyor, var olanları da kullanıyor. Dolayısıyla camilerde hem kadın hem erkek için ibadeti kolaylaştırmak gibi bir derdimiz olmalı. Bugün İstanbul’da bir insan Pendik’ten kalkıyor Tarabya ya da Sarıyer’deki işine gidiyor. O yoğunluğun içinde namaz da abdest de geçiyor.

Yıllar önce kendilerine Ramazan Teyzeleri diyen bir grup kadın, cemaati az camileri gündemlerine alarak teravih namazı için İstanbul’u dolaşmaya başladı. Böylece hem geleneğe süreklilik kazandırdılar hem de camileri ve cemaati sevindirdiler. Nitekim namaz sonrasında konuştukları imamlar, çok memnun kaldıklarını ve tekrar tekrar gelmelerini talep etmişti. Şimdi bu hassasiyeti taşıyan erkekler var mı? Meselâ o muhalifler, konuşanlar, yazanlar, cemaat olmak için hangi camide, ne türden bir gayret göstermiş çok merak ediyorum.

Mekân algısı ve inşasının, kadın ve erkeklerin cemaat olarak gözetmesi gereken bir durum. Bu anlamda çocuklara daha dikkatli ve hassas yaklaşılmalı, çocuk da ibadetle birlikte var olmayı camiden öğrenmeli. Kadın, erkek olarak camide bulunma kültürü oluşması lâzım. Günümüzde, özellikle şehirli dindarlar, cami-kadın ilişkisini yeniden gündeme taşıdı. Önemli oranda genç nüfus kadın-erkek namaz kılıyor elhamdülillah; özellikle gündüz namazlarında kadınlar da gençler de camiye geliyor. Kimse de ne işiniz var burada demiyor. O eşiğin aşıldığını görüyor, mutlu oluyorum. 

***

Ayşe Sula Akbal: “En rahatsız olduğum şeylerden biri de erkeklerin camide kadın görünce bir tuhaflaşması; hiç anlayamıyorum”

Ayşe Sula Akbal

Şimdi bu camilerde kadınların duruşuyla ilgili Türkiye’de sanıyorum yöresel farklılıklar da var: Ege bölgesiyle bir Karadeniz’de, bir Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’da daha farklı. Şimdi bu konuda yaşadığımız çok tecrübe var: Hakikaten namaz esnasında bile yanına gelip de “Kadınlar burada değil, orada kılacak!” diyerek o an sanki yangın var, sel aldı gidiyor da bu uyarıyla namazımızı bozmamız gerekiyormuş gibi müdahale etmeleri o kadar saçma ki! Bunun bile farkında değiller. En rahatsız olduğum şeylerden biri de erkeklerin camide kadın görünce bir tuhaflaşması; hiç anlayamıyorum. Yani otobüste berabersiniz, alışverişte, iş yerinde, her yerde berabersiniz.

KADEM’e tepki olarak yazılan tweet’leri okurken “Kadınların en makbul namazları evlerindekidir,” diyenlerin eşini, kızını okutup okutmadığını, çalıştırıp çalıştırmadığını düşündüm. Düşünün bir kadın iş yerinde çalışırken namaz vakti geliyor ve “benim en makbul namazım evdedir” diye namaz kılmaya koşup evine mi gelsin? Bu kadar saçma, bu kadar hayatın gerçeklerinden uzak bir ifade olabilir. Kaldı ki ben günümüzde, maalesef hadis diye üzerine çok şeyler bina edilen çok sözlerin de gerçekten hadis olduğunu düşünmüyorum. Yaşantımda olaylara hep Resulullah burada olsaydı buna üzülürdü, bundan mutlu olurdu diye bakarım. Çünkü temel ilkeler, onun doğrultusunda ve o günün şartlarında şekillendi. Bu reformist bakış açısıyla aman şunu değiştirelim demek değil, işin mantığı, ilkesi çerçevesinde bir esneklik. Saldırgan tweet’lerin yanında camilerde KADEM’in dikkat çektiği, hatırlattığı sorunların yaşanmadığını söyleyenler de var; KADEM’i ve dolayısıyla kadınları gerçeklikten uzak olmakla itham ediyorlar ama asıl kendileri gerçeklerden uzak. Çünkü yazanların çoğu erkek zaten, kadınların yaşadıklarını hem anlamıyor hem de bilmiyorlar. Ama kadınların bazıları da buna talip o da ayrı mesele.

Şunu herkes o kadar rahat atlıyor ki; özel zamanlar dışında camiler evet müsait ama kadınların gitmek istediği cuma namazlarında veya bayram namazlarında o alanlar kadınlara ait değil. Bence de hem üst kat hem alt katta kadınlara ait alanlar olmalı. Üst katlarda kadınlar kısmının olması, tarih boyunca kadınlara yerlerin ayrıldığını ve pratikte de kullanıldığını gösteriyor. Selçuklu camilerinin yatay dikdörtgen mimarisinde hakikaten kadınlar kısmı yok ama Osmanlı’da var. Hadi o dönemler bazı şeyler mimari zorunluluktan. Ama bugüne bakalım; en son bu Ramazan kiliseden dönme Gül Camii’ne gittik. Oda gibi bir yere hapsettiler bizi, “hayır” dedik. Sonra baktık, öbür tarafta da kadınlar var; işte yine kafesler, kafeslerin üzerinde tül perdeler. Namaz bittikten sonra imamla konuşunca ve bizim daha farklı bir kitle olduğumuzu anlayınca “Tabii siz ne zaman isterseniz gelin, istediğiniz yerde kıldıralım,” dedi. Konuştuktan ve bizi tanıdıktan sonra bunu diyor ama tabii herkese açık olmalı.

Fotoğraf: Yıldız Ramazanoğlu

Şahsen kadınların camide olmasıyla ilgili özel bir çalışmam olmadı aslında. Bizim Ramazan Teyzeleri de yaklaşık on yıl oldu; işte içerisinde o zaman Yıldız Ramazanoğlu vardı, Ayşe Böhürler vardı. Ben, ablam ve diğer arkadaşlarımız vardı. Bende ilkin şöyle canlanmıştı bu duygu; o zamanlar yaz Ramazanları idi ve Süleymaniye, Sultanahmet camileri ilk gece hakikaten dolar taşardı -şimdi hiçbir camide dolmuyor- kitap fuarları vardı. Sultanahmet’ten hemen Gülhane’ye doğru inerken solda Zeynep Sultan Camii vardır. Yani Sultanahmet, Süleymaniye cemaatle dolup taşıyor da bunun gibi camiler niye boş? Onların imamları da bekliyor. Ramazan’a bir hazırlık oluyor ve imamlar namaz kıldıracakken arkasını dönüyor ki cemaat üç kişi ya da beş kişi. İşte bu duyguyu yaşasınlar istemiyordum; ilk o zaman cemaatsiz camilere cemaat olma duygusuyla hareketimiz başlamıştı. Daha WhatsApp grupları yoktu, arkadaşlarımız fotoğraflarla tweet atardı; bir de halısıydı, temizliği, perdesiydi camileri de biraz eleştirirdik. İlk yıllarda hep bir konsept dahilinde hareket ediyordum; bir sene kiliseden dönme camiler, bir sene kadın sultanların yaptırdığı camiler. Bir sene paşa camileri, sonraki sene sahil camileri -ki çok keyifliydi- yaz akşamlarıydı, teravihten sonra dondurmalar yiyoruz, çay içiyoruz, muhabbet ediyoruz. İşte böyle gelişti, daha sonraları WhatsApp grupları kuruldu, katılmak isteyen arkadaşlar oldu. Ama şimdi de Ramazanlar artık yavaş yavaş kışa geliyor ve akşamla yatsı arası kısaldı.

Sonra Ramazanların oruç değil de sanki yemek ayı gibi algılandığını fark ettim. Kurum iftarlarına zaten gitmiyordum çünkü israf diz boyuydu maalesef, Ramazan iftarlarını da hayatımdan tamamen çıkardım. Derken pandemiyle birtakım şeyler kısıtlandı, ama insanlar yine kendi evlerindeki konforundan vazgeçemiyor ve dolayısıyla iftardan teravihe yetişemiyorlar. Halbuki ben hemen bir çorba yemek, bir sürü vaktim bile kalıyor. Mümkün olduğu kadar –güzergâhım da zaten eski İstanbul, hemen bir tramvayla ulaşabiliyorum- Allah’a şükür özellikle iki senedir, hemen hemen her gün gittim. Ama o imamların mutluluğunu göreceksiniz.

Nusretiye Camii’ni bilirsiniz, önünde Galataport yapıldı. Galataport yapılırken o kadar paylaşıldı ki “Silüet bozuluyor, caminin önüne Galataport yapılıyor!” Böyle sloganik şeylerde hepimiz varız, herkesin dilinde. O zaman şöyle bir baktım; evet silüeti gerçekten bozuyor -İstanbul’u bozan sadece o değil, çok başka şeyler de var- dedim ki “Slogan atan bu insanların kaçı Nusretiye Camii’nin içine girdi. Kaçı kim tarafından yaptırıldığını, yapıldığını biliyor veya mimarisini merak edip içine girdi mi?” eminim ki oranlansa onda bir veya iki çıkar. Hakikaten cami ya da asıl anlamıyla -medresenin, sıbyan mektebinin, şifahanenin, hamamın- bütün sosyal hayatın içinde olduğu, şehrin merkezinde külliye o hüviyetini tabii çok yitirmiş. Biliyorsunuz 50’li yıllarda Adnan Menderes döneminde, Henry Prost’la birlikte yol yapılırken İstanbul’da katledilen cami, meşrutaları veya maalesef yok edilen külliye parçaları; o sırada bazı camiler çok tek kalmış. Sosyal hayat da artık o değil, camiye girip yalap şap namaz kılıp çıkmak şekline dönüşmüş. Artık zaten o bile çok azalıyor. Hatta biz Ramazanlarda şunu yaşıyoruz; çoğu camide kadınlar erkeklerden fazla, o kocaman alanda erkekler iki saf oluyor ve siz kadınları yine bir kafesin arkasına atıyorsunuz. Bunlardan bütün kadınlar şikâyetçi mi değil, işin acı yanı o.

Benim üzüldüğüm ve önem verdiğim, camilerin sadece namaz kılma yeri olarak değil de bir medeniyetin şekil bulmuş hâli olarak görülmesi gerekliliğiydi. Meselâ herkese de çok söylüyorum; arkadaşlar, diyorum bu camilerin tezyinatına çok emek veriliyor. Hattatlar yazılarını yazıyor, kalemkâr işliyor; en zoru kubbe yazısını nakşetmektir ve ne olur, camiye girdiğinizde -ki çoğunda kubbe yazısı vardır- kafanızı kaldırıp kubbeye, o emeğe bir bakın, içinizden bir “yapanlardan Allah razı olsun” geçirin. Zamanla bazı camilerde zaten rutubet oluyor, kubbe yazıları da bozuluyor. O yüzden mihrabı yakından görmek istiyorum, kubbedeki yazıyı görmek istiyorum, bunu hâlâ anlamıyorlar. Adamın namazı niye bozulsun, bir de böyle din uyduruyorlar. Zihinlerde çok şeylerin aşılması gerekiyor. Bugün hatırlamak için biraz baktım, gençlerin devam ettiği “Kadınlar Camilerde” hareketini Instagram’dan takip ediyorum. Kadınlar camiye gitmek istiyorsa şu anda benim söyleyebileceğim İstanbul’da en uygun yer Beyazıt Camii…  Fatih Camii yıkıldığı için en eski selâtin camisi odur; ayrıca iki yanında yolcunun, hancının konaklayabileceği, otel gibi de değil ama birtakım ihtiyaçlarını gidebilecek kısımları olan tabhaneli camilerdendir. Şimdi o tabhane kısımlarından biri kadınlar yeridir; hem caminin içindesiniz hem avludan girilen kapısı var, diğer cemaate de karışmıyorsunuz. Bütün yetkilere sahip Diyanet’in bunları düzenlemesi lâzım. Hatırlarsınız, İstanbul’un ilk müftü yardımcısı bir arkadaşımız vardı, Kadriye Avcı döneminde camilerde çok iyileştirmeler oldu.

Hat icazetim olduğundan biraz da camilerdeki hatları görüp kahrolmak için de gidiyorum; bakayım neler yazıldı, nasıl yazıldı diye. Tam böyle iki namaz arasıydı galiba, mekândan giriyorum, hemen tabii “kadınlar buradan değil” diye durduran bir el. “Ben namaz kılmaya girmiyorum, camiye bakmaya geliyorum,” diyorum “tamam o zaman” diyorlar. Şimdi bakar mısınız yani, komik. O zaman tamam, turist olunca camiye girebiliyorsun. Bu tavırlar çok fazla; namaz kılmaya değil, bakmaya geldim deyince nispeten sorun çıkmıyor ama namazı camide kılacağım deyince sanki bütün erkeklerin tuhaf bir hâlleri var, sanki tüyleri diken diken oluyor ve o duyguyu hakikaten anlamıyorum.

Pandeminin ve kısıtlamaların yoğun dönemleriydi, kiliseden dönüştürülmüş ufak bir mescit hâline getirilmiş bir camiye gitmiştim; küçük, üst kat vardı çıktık, perde vardı, biz perdeyi açtık. Çünkü dediğim gibi alanda olmak istiyorsun. İmam, kendisi de değil cemaatten birisine döndü ve “perdeyi kapatsınlar” dedi. Ne kadar alçaltıcı, çok çirkin bir davranış biçimi, seni muhatap bile almıyor. Hayır, dedim, siz kılın namazı size ne? Burada başka kadın cemaat olsa onların isteği olsa yine anlarım, arkanızda gözünüz mü var, olsa dahi namazda bizi mi gözleyeceksiniz? Orada bize perdeyi kapattırmanızın hiçbir mantığı yok. Tabii ki kapatmadık.

Yine Rize’de yapılmış -tam hatırlayamıyorum 2000-2010’larda mescitten dönüştürülen- tepede, ufak bir cami; ölçüleri Üsküdar’daki Şemsi Paşa camii boyutlarında. Tepe olduğu için manzara çok güzel, oraya çıktım sonra ikindi ezanı okundu, tam namaz kılacağız; yine imam aynen döndü ve “kadınlar aşağıya” dedi. Hayır, dedim ben mahzende kılmak istemiyorum. “Mahzen değil orası” dedi. “Bilmiyorum, ben aşağıda kılmak istemiyorum, burada kılacağım, siz zaten altı yedi kişisiniz, lütfen siz geçin, diğer erkekler de geçsin, biz burada kılacağız,” neyse nitekim orada kıldık. Namazdan sonra imama dedim ki “ısrarcı oldum, lütfen böyle yapmayın,” diyor ki “herkes sizin gibi değil,” gerekçeleri de kadınlar cami adabını bilmiyor, bunun yöntemi kadınlara camiyi yasaklamak değil, cami adabını öğretmektir.

Şunu da tekrar söylemek gerekir temizlik, düzen anlamında camilerde çok iyileştirmeler oldu. Hakikaten temiz, belki Ramazan öncesinde özel temizlik de yapılmıştır, zeminler değişti, halılar değişti. Eskiden hiç estetik yoktu, şimdi o anlamda daha dikkatli olunmaya başladı. Bu güzellikleri de göz ardı etmeyelim. Meselâ Laleli Camii’nin imamına çok saygı duydum. Geçen yıl yine teravihte paravan arkasındaydık, ne olur paravanın arkasına bir de tül perde asmayın, şık durmuyor. Bakın zaten parmaklıklar var, hafif parmaklıklı bir paravan nispeten ona da razıyız. Fakat imam “kadınlar istiyor, ne yapacağımı bilemiyorum. Siz söyleyin” dedi. Yaklaşımı çok iyiydi. Tabii namaz kılarken bir erkek görürse namazın olmayacağına inanan kadınlar da var. Tabii ki çok uygun yerler de oluyor. Turistik gezilen Ayasofya’da, Sultanahmet’te yine bir kadın erkek karışık bir Kâbe havası oluyor, siz isterseniz namazınızı kılabilirsiniz. Meselâ ben Taksim Camii’ni de beğeniyorum; hakikaten cami içindesiniz, hiç ötelenmiş bir yerde değilsiniz. Hem seperasyonları çok zarif hem hakikaten caminin içinde namaz kılıyorsunuz, çıkmak da kolay asansör var, tabii biraz modern, yazıları falan zaten çok güzel. Keşke her camide hakikaten kadınların namaz kılabileceği üst katlar bulunsa çünkü üst katlarda, o kubbenin hemen altında namaz kılmak güzel bir şey.

Sonuç olarak burada en büyük beklentim Diyanet’in kafasının değişmesi; kurumun mensuplarını bu anlamda yönlendirmesi gerekir. Cuma namazı öncesi verilen vaazlarda -sadece cami haftasında değil- özellikle kadınların cemaate katılmasının vurgulanması gerekiyor. Olayın dinî, İslami boyutunu da biliyorum ve insanlar kadınlar bir erkek görürse namazının olmayacağını zannediyor. Kadınların da erkeklerin de zihninin değişmesi lâzım ama bu anlamda asıl misyon Diyanet’e düşüyor. Çünkü ben konuştuğumda -lisans eğitimini, diş hekimliğini almışım, tarihi biliyorum, babamdan doğru bilgileri zaten almışım, Arapça eğitimi almışım- “sen kimsin de hüküm veriyorsun” diyor. Sözüme değil titrime bakıyor, ilahiyatçı değilsem sözümün hiçbir kıymeti yok. Bu yüzden Diyanetin çok çok ciddi sorumluluğu var ve zaten asli görevlerinden biri.

Ben de tabii camiler konusunda farkındalık ve hassasiyetin artması, hem cemaatin hem görevlilerin daha bilinçlenmesi konusunda gayret göstermeye devam edeceğim zira bunun çok eksik ve gerekli olduğu kanaatindeyim.

- Advertisment -