Amerikalı diplomatların her kuşağının, Dean Acheson, Henry Kissinger veya Richard Holbrooke gibi, dış politikada döneminin yüzü olan bir siması vardır. Ebedi Savaşlar olarak da bilinen acı ve keder yılları ise kendi sembolünü Brett McGurk’te bulmuş olabilir. Başkan Joe Biden, McGurk’ü Ulusal Güvenlik Konseyi Orta Doğu “Koordinatörü” tayin etti. Amerikan gücünün kalbindeki konumunun etkisiyle kıyaslanamayacak yumuşaklıkta bir unvan. Biden, birbiri ardına gelen Cumhuriyetçi ve Demokrat – Bush, Obama ve Trump – yönetimleri süresince durmadan yükselmiş olan McGurk’ün çalıştığı dördüncü başkan.
Birleşik Devletler söz konusu yıllar boyunca, sadece aynı savaşı ya da bu savaşın farklı versiyonlarını sürdürmek için, sürekli olarak pek çok kez Irak’ta zafer ilan etti. Irak’ta zafer, bir yenilgiyi de her zaman ortaya çıkarabilir gibidir. Bu zaman zarfında McGurk’a — ve ABD’ye — kesilen hesap, Orta Doğu’da felaket etkisi yaratmaya, Irak’ı, burayı ya da burada yaşayan halkları gerçekten anlamadan yönetmeye çalışmak ve böyle bir kibri taşımak olmuştur.
McGurk’ü takdir edenler var. Bağdat büyükelçiliğindeki eski patronu Büyükelçi Ryan Crocker da McGurk hayranları arasında. “Brett McGurk vitrine çıkmak niyetinde değil. Oldukça farklı yönetimlerin ona rağbet etme nedeni sadece ‘İşi halletmesi’dir.” McGurk’ün Dışişleri Bakanlığı’ndaki odasının hemen yanında ofisi olan Jonathan Winer, O’nun ABD’nin ulusal çıkarına daha iyi hizmet etmek için terörizmi (ve Irak’ı) anlamaya “hayatını adadı”ğını söylemişti. McGurk ise bu yazı için kendisiyle konuşma talebimi, oldukça makul bir şekilde, yeni işine başlamakla meşgul olduğunu söyleyerek (kibarca) reddetti. McGurk, evrak çantalı federal bir bürokrata göre, oldukça tutkulu. McGurk’ü suçlayanlar, başarısının Orta Doğu’daki dehasından değil Washington D.C.’deki görkeminden kaynaklandığını söylüyor. Nitekim McGurk, Washington D.C.’nin siyasal ve sosyal dünyasının, her felaketten uzaklaşabilen, “hatalarına rağmen kariyerinde yükselen” görkemli bir operatörü idi.
McGurk’ü eleştirenlerin isimlerini —neredeyse bir düzine tanınmış kişiyle konuştum — burada vermeyeceğim. Eleştirilerde bulunanların bazıları şüphesiz ardında bir iz bırakmadan vurmak için “geçmiş” teamüllere başvurdu; kimileri imajı konusunda dikkatli olduğu bilinen sert bir operatörü eleştirmiş olmanın sonuçları hakkında gerçekten endişeli görünüyordu; pek çoğu ise sadece eski bir meslektaşla münakaşaya girmek istemedi. Bağdat’ta görev yapan üst düzey bir Batılı diplomat McGurk’ün geçmişte Irak için gerçek bir facia olduğunu söyledi. “Washington’da dört dörtlük bir operatördü ama Iraklılarla ya da gerçek insanlarla dolu bir yer olarak Irak’la ilgilenmiş olduğuna dair herhangi bir işaret görmedim. Irak onun için sadece bürokratik ve siyasal bir görevdi.” Bağdat’ta McGurk ile birlikte olan biri ise onu, yeni bir beden bulmuş Machiavelli olarak adlandırıyordu. “Bedeli ne olursa olsun yükselmek için zeka, artı hırs, artı katı acımasızlıktı.”
McGurk Yeşil Bölge’ye 2004’te, 30 yaşındayken, bir hukuk danışmanı olarak gelmişti. Tek kelime Arapça konuşamıyor ve Irak tarihi ve kültürü hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyordu. Orada bulunan profesyonel diplomatların bazıları onu hemen “ayaktaki yolcu” olarak sınıflandırdılar — orduda motosikletin arkasında seyahat eden ve silah taşımayan askerlere böyle deniyor. O zamanlar, Washington’da birilerinin yardımcı asistanı olma yolunda, Irak’ta altı aylık görevini yerine getiren chino pantolonlu ve kareli gömlekli bir dolu bıyığı yeni terlemiş genç adam vardı. McGurk, siyasi olarak atananlar türünün tipik bir örneği gibiydi ama personelden yöneticiliğe uzun tırmanışının başlangıcıyla, Irak’ta pek çoğundan daha uzun süre kaldı.
McGurk Irak’a vardığında elçilikte görevli bulunan bir ABD diplomatı, onun bu istikrarlı ilerleyişini utanç verici buluyordu. “Brett sadece İngilizce konuşanlarla görüşür. … Hükumet’te İngilizce konuşan dört kadar kişi vardı. Ama şimdi, her nasıl olduysa, Irak’ın kaderini tayin edecek kişi o? Bu nasıl oldu?”
McGurk’ten hoşlanmayanlar dahi onun güçlü bir idrak kabiliyetline sahip, oldukça çalışkan ve dişli biri olduğunu teslim etmek zorundaydı. Aynı zamanda yetenekli bir yazardı. Yüksek Mahkeme Başyargıcı William Rehnquist için katiplik yapmış olduğundan bunda şaşılacak bir şey yok. McGurk’ün yükselişi, biri diğerine yardım eden bir kariyercinin, Iraklı bir politikacı Nuri el-Maliki’nin yükselişinin yansımasıydı. Bu da, McGurk’ün ve Irak’ın trajedisiydi.
2006’da Maliki — kendini tanıyanlar içinse Abu Isra — Yeşil Bölge’ye geçiş için Amerikalı yetkililere yalvaran, Irak Parlamentosu’nun pek tanınmayan bir üyesiydi. Açıkça yozlaşmamıştı ve günde 16 saat çalışmaya hazırdı. Bu nedenle de ABD onun başbakan olmasını destekledi. Ama Maliki sert bir Şii milliyetçisi çıktı: O’nun hakkından gelen Batılı bir yetkilinin sözleriyle “mezhepçi, tahammülsüz, ideolojik olarak İslamcı ve paranoyak bir siyasetçi”ydi. “Günde 16 saat çalışmak Orta Doğu’da bir meziyet değildir. Bu, günde 16 saat herkese komplo kurmak için çalışıyor olduğunuz anlamına gelir.”
Abu Isra, Sünni muhalifleri iktidardan uzaklaştırmaya ve güvenlik güçlerini kendi kişisel muhafızına dönüştürmeye koyuldu. Irak, bir kez daha, gizli zindanlar ve işkence yeri oldu. McGurk’ü eleştirenler, onun Arapçasının olmayışının, ta en başından, görüşmelerde Maliki’nin söylediklerinin berisindeki saldırgan, mezhepçi temayülleri kaçırdığını söylüyor. Tercümanlar sansürlemiş ya da takip edememişlerdi. Irak’taki pek çok Amerikalı gibi McGurk de, çevresinde olan bitene karşı duyarsızdı.
Maliki, ABD’nin iki yanlışının sonucuydu. McGurk’ün bu yanlışlarla ne derece ilişkili olduğuysa tartışmalıdır. İlk yanlış Irak yönetimi için “Yüzde 80 Çözüm” yaklaşımıydı. Sünni Araplar kanlı bir isyan başlatıyorlardı ancak sadece nüfusun yüzde yirmisini oluşturuyorlardı. Teori, Irak’ın Kürtler ve Şiiler ile yönetilebileceğiydi. İkinci hata Şiileri, İran tarafından desteklenen katı, dini partilerle özdeşleştirmekti. Dini bir parti olan Dava Partisi’nin bir üyesi olan Maliki bundan yararlanmıştı.
Bağdat’ta McGurk ile birlikte bulunan bir ABD diplomatı onun astlarından birinden Washington’a telgraf çekmesini istediğini hatırlıyor. “Irak’ı ileri götürmek için strateji yazmaya karar verdi. Bu, Hükümet’ten İngilizce bilen üç kişiyle konuştuktan sonraydı. Tamamıyla yanlıştı, saçma sapandı: Maliki’yi bir diktatör yapın ve işte, Irak dikiz aynasında.”
McGurk, gazete profillerinin ortaya koyduğu gibi “Maliki’nin sırlarını ifşa eden kişi” idi — ama olaylar geliştikçe, kimin kimi kime “ifşa ettiği” belirsizleşti. Bağdat’ta bulunan eski bir üst düzey diplomat Maliki’nin “zehir saçtığı”na dair bolca kanıt bulunduğunu ama ABD’nin Irak’ı yönetmek için “sert Şii bir adam”a ihtiyaç olduğuna inanmış olduğunu söyledi. “Belki aşağılık bir herif olabilir ama bizim aşağılık herifimiz.” Bu anlatı Washington tartışmasına nüfuz etmişti ve McGurk bunun tam merkezindeydi. … McGurk herkesi kandırmıştı. McGurk’ten nefret eden, Amerikalılarla işi olmayan çok sayıda Iraklı göreceksiniz.”
Ne var ki Maliki Amerika’nın aşağılık herifi değildi. İki kaynak bana yardımcılarının McGurk’ü “kullanışlı bir salak” olarak görüp ciddiye almamış olduklarını söyledi. Amerika’nın Bağdat’taki adamı değil, Dava’nın Washington’daki adamı olduğuna dair şakalar yaptılar. Aynı yardımcıların daha sonra da, şimdi Biden’ın Savunma Bakanı olan, ABD’nin askeri komutanı Lloyd Austin’i Abu İsra’ya yönelik yağcı tutumu nedeniyle “korkak” olarak adlandırdıkları iddia edildi. Böyle olağan dışı hakaretler Maliki’nin Beyaz Saray’dan tam destek aldığına duyduğu güvenden kaynaklanıyordu. ABD eski Irak Temsilcisi Crocker 2008’de bana, McGurk ile birlikte Başkan George W. Bush’u Maliki’yi gözden çıkarmaya ikna etmeye çalışmış olduklarını ama kendilerine çok net bir şekilde bunu tekrar düşünmelerinin söylendiğini belirtti. Barack Obama başkanlığında da politika aynıydı: “Maliki’nin alternatifi yok.”
Hatta ABD, 2010’da seküler bir Şii olan İyad Allavi’ye karşı seçimi kaybettiğinde Abu Isra’yı korumak için İran’la bir araya geldi. Başlangıçta Allavi’nin bir koalisyon kurma şansı olmalıydı ancak Maliki — oylar sayıldıktan sonra — Irak Yüksek Mahkemesi’nin oyunun kurallarını değiştirmesini sağladı ve partiler arasında pazarlık başladı. Esasen Maliki’nin seçimi çalmasına izin verildi. Bundan yıllar sonra McGurk The Atlantic’e verdiği bir röportajda, kendisinin ve diğer Amerikalı yetkililerin Maliki’ye alternatif bulmak üzere çabaladıklarını ancak “ilk günden itibaren Maliki(nin) canını dişine takarak çalıştı(ğını) ve koltuğu bırakmadı(ğını)” anlattı.
Bir kez daha, Maliki’ye “alternatif yok”tu. McGurk ile birlikte çalışmış olan eski bir üst düzey ABD yetkilisi şöyle diyordu: “Denizaşırı ülkelerde operasyonda olan her Amerikalı gibi, ilişkilere siz biçim verirsiniz ve bu ilişkiler tarafından ele geçirilirsiniz. Maliki onun adamıydı. Bu nedenle Maliki’nin kendi ülkesinin gelişmesine zarar veren zalim biri ve ciddi anlamda bir insan hakları ihlalcisi olduğu açıkken dahi yanında olmayı sürdürdü. Dış politikadaki herkes bu hataları yapabilir. Herkes. Karşılaşmış olduğunuz insanları seçmiş oluyorsunuz, onlardan memnun olursunuz ve daha sonra kendi başlarına yapıyor oldukları ne varsa üstünüze kalır. İş işten geçmeden bunu bilmezsiniz ve sonra bunu nasıl idare edeceğinizin hal çaresine bakmak zorunda kalırsınız.”
McGurk’ü tanıyan bir diğer eski üst düzey yetkili daha az bağışlayıcıydı. McGurk’ün Obama yönetiminin Irak politikası üzerindeki etkisinin Maliki’ye iktidarda dört yıl daha vermeye yardımı olduğunu düşünüyordu. “O yıllar felaketti” — Irak iç savaşa dönmeye başladı; el Kaide Irak’ta yeniden ortaya çıktı ve IŞİD olarak da bilinen İslam Devleti grubuna doğru evrilmeye başladı.
Maliki’nin Başbakanlığında muhtelif anlarda Irak’taki ABD varlığı olmasaydı Irak Hükumeti muhtemelen devrilecekti — ülkenin kendisi de var olmayı sonlandırabilirdi. ABD’nin yetkisi tamdı ama her nasılsa Abu İsra mahkemesinin ricacılarıydılar. 2011’de konu tekrar ABD birliklerinin Irak’ta kalıp kalmayacağına geldi ve bir kez daha ABD kendi talepleri ile gerçekleştiği farz edilen bir şeye izin vermeleri için Iraklılara yalvarıyordu.
Görüşmelerdeki bir katılımcı bana şöyle dedi: “McGurk kendini kendisinin Maliki’yle eşsiz bir ilişkisi olduğuna ve bir şeyleri çözebileceklerine inandırmıştı. Bu tamamen ve son derece… aptalcaydı.”
Maliki İran ile bir anlaşma yaptı. ABD’yi kapı dışarı edecekti ve İran Iraklı Şiilerin lideri olarak kendisini destekleyecekti. Maliki’nin hükümeti beklendiği üzere ABD güçlerine ülkeden ayrılmalarını söyledi. Obama, birlikleri eve getirmeyi vaat eden bir kampanya sözünü yerine getirmiş olduğunu (ki bu göreve geldiğinde onun için zaten beklenen bir sonuçtu), işlerinin bittiğini açıkladı. “Ardımızda bağımsız, istikrarlı ve kendine güvenen bir Irak bırakıyoruz.” Gerçekteyse, bu ABD için bir yenilgiydi.
Bu olayların bazılarında McGurk, Irak’ın dışında özel bir vatandaştı. 2012’de Bağdat’ta bir sonraki ABD büyükelçisi olmak üzereydi, ancak özel hayatına ilişkin hikayeler adaylığını ortadan kaldırdı. Bir ilişkisi vardı ve biri, kasten kusursuz bir zamanlamayla, Bağdat’ta Amerikalı bir muhabir kadınla arasında geçen yazışmaları sızdırmıştı. Kötü yönetiminin, IŞİD’in yükselişine yol açan acımasız bir mezhepçi olan Maliki’ye izin vermesinin değil de, bu uygunsuz davranışın istifa sebebi olması tuhaf görünüyor.
IŞİD Maliki olmadan da var olabilirdi ama Maliki zaten kötü olan durumu daha da vahim bir hale getirdi. Halifelik, kısmen Maliki’nin generallerini görevden alması ve onların yerine sadık oldukları için seçilmiş beceriksiz yandaşları alması ile de gerçekleşen, Musul’un fethi ile kuruldu. Bağdat’ın kendisinin de cihatçıların eline geçme riski vardı. Kent gergin bir şekilde “kritik nokta”yı bekliyordu. ABD ordusu Irak’a geri dönmüştü ve — Maliki destekçisi siciline ve küçültücü bir biçimde büyükelçiliğe adaylığını geri çekmesine rağmen—McGurk de IŞİD’e karşı mücadeleyi koordine etmeye yardım etmek üzere geri getirilmişti.
McGurk, tanındığı tek bir şeyi düşünmeyle bu misyonu sürdürdü. Bölgedeki eski diplomatlardan biri McGurk’ü, Iraklı yetkililerden oluşan bir grupta “atıp tutarken”, “onlara her türden tehditler yağdırırken” hatırlıyor. “Bir zorbaydı, bu taktiklerle insanları uzaklaştırdı.” Ama McGurk tam da bu nedenle Washington’da takdir ediliyordu — “sadece iş hallolsun.” Bu, etrafını saran siyasete pek aldırış etmeyen askeri bir seferdi. Eski bir üst düzey ABD yetkilisi McGurk’ün “Sünni toplulukların ötekileştirilmesini derinleştiren” politikalar izlediğini söylüyordu. IŞİD’e karşı savaş nihayetinde kazanıldıysa da bu, Musul’dan Rakka’ya kadar Sünni şehirler dümdüz edildikten sonra oldu ve çok sayıda sivil öldü. Bir sonraki Usame bin Ladin’in ya da Ebu Musab el-Zerkavi’nin çıkacağı toprak budur.
McGurk, Trump yönetimi tımarhanesinden onurlu bir biçimde istifa etti. IŞİD sorunun çözümünden sorumlu olarak görevinden ayrılması övgüyle karşılandı; O da “Yeniden Büyük Amerika”nın kurbanlarından biriydi. Fakat Kürtlere verdiği destekle ABD’yle Türkiye’yi karşı karşıya getirmişti. Türkiye’nin kuzeydoğu Suriye’yi işgali – ABD güçlerinin yoldan çekilmesi – onun harekete geçmesine yardım ettiği bir olaydı; Suriyeli Kürtleri bir NATO müttefikine karşı güçlendirmek, Beyaz Saray’da kim olursa olsun her zaman bir çatışmaya yol açacaktı. Ve Irak’ta IŞİD’e karşı yürütülen kampanyada ABD ordusu, bir zamanlar Amerikan birliklerini yol kenarındaki bombalarla mutlu bir şekilde öldüren Şii milislerin hava gücü haline geldi – kibirden ders çıkarmaya yarayan acımasız bir ironi. İran’ın bu milisleri destekleyecek parası vardı. Çünkü nükleer anlaşmanın adlandırdığı gibi Ortak Kapsamlı Eylem Planı’nın bir parçası olarak yaptırımlar kaldırılmıştı. Diğerlerinin yanı sıra Başkan Donald Trump da, McGurk’ün İranlılara Amerikan rehineler karşılığında 400 milyon dolarlık “nakit para” gönderen yetkili olduğunu iddia etti.
Bunun doğrusu ne olursa olsun, İran nükleer anlaşmanın bir sonucu olarak çok daha zengin hale geldi ve parayı istihbarat servislerini ve Kudüs Gücü’nü genişletmek için ve ayrıca bölgesel hegemonya arayışının bir parçası olarak füze geliştirmeye kullandı. Obama ve dönemin Başkan Yardımcısı Biden, nükleer anlaşmanın imzalanmasının İran rejimini yumuşatacağını ummuştu. Bunun yerine tam tersi oldu.
Pek çok insan Biden yönetiminin İran’la, bedeli ne olursa olsun bir anlaşmaya varmaya çalışacağını umuyor. Neticede şimdi ABD dış politikasından sorumlu ekip eskisi gibi: Biden, Antony Blinken, Austin ve tabii ki McGurk. Ancak Biden beklenenle çelişkili bir biçimde, bir anlaşma yapmak için acele etmedi. Belki Orta Doğu dört yıl önce olduğundan farklı bir yerdir. Ya da belki bu, deneyimlerin kazandırdığı bir şeydir.
Makalenin tümü için: