Ana SayfaHaberlerRÖPORTAJ | Ali Babacan’dan hükümete Sri Lanka benzetmesi

RÖPORTAJ | Ali Babacan’dan hükümete Sri Lanka benzetmesi

DEVA lideri Ali Babacan, Yozgat mitingi sonrası gazetecilerle bir araya geldi, Serbestiyet’ten Hilal Köylü’nün sorusuna ekonomik sorunlar yüzünden devlet başkanının ülkeden kaçmak zorunda kaldığı Sri Lanka’yı örnek vererek cevap verdi: “Merkez Bankası, Hazine rezervlerini, yedek akçeleri tükettiler. Ülkenin dayanacak gücü kalmadı. Ülke temerrüt çukurunun içine düşerse, çıkış zor. Sri Lanka’da yaşandı. Devlet başkanı bir günde ülkeyi apar topar terk etmek zorunda kaldı. Acilen TÜİK ve Merkez Bankası yönetimi değişmeli.” Babacan, altılı masanın korkmadan ortak cumhurbaşkanı adayından önce ortak söylem metni hazırlaması gerektiğini de dile getiriyor.

AK Parti’nin kalesi Yozgat’ta partisinin 3.mitingini gerçekleştiren ve halkın büyük ilgisiyle karşılaşan Ali Babacan, mitingde kendisini izleyen gazetecilerin ekonomide yaşananlardan altılı masanın 21 Ağustos’ta yapacağı toplantının gündemine, DEVA’ya karşı iktidar cephesinden gelen engellerden altılı masanın ön koalisyon protokolüne kadar gazetecilerin sorularını yanıtladı.

Türk ekonomisinin Rusya’dan ya da Suudi Arabistan’dan gelecek maddi desteklerle kurtarılamayacak ölçüde kriz içinde olduğunu anlatan Babacan, Serbestiyet’in “Şimdi ekonominin başında olsanız, acil ne yapardınız” sorusu üzerine Sri Lanka benzetmesi yaptı, durumun çok ciddi olduğunu söyledi:

“Ülkenin dayanacak gücü kalmadı”

Türkiye’nin ekonomisi, ekonomi politikasıyla düzelmez. Hukuk, eğitim, demokrasi, sağlık, özgürlükler alanlarında eş zamanlı reformlara ihtiyaç var. Temerrüt riskinin ortadan kaldırılması, kötüye gidişin durması için acil olarak Merkez Bankası ile TÜİK’in üst yönetiminin değiştirilip, ehil insanların iş başına getirilmesi gerekiyor. Daha önce -Tam bağımsız çalışsın bu iki kurum. Hiç olmazsa riski azaltırsınız- dedim.

Kriz çözülmez ama kötüye gidiş durur. Seçimde en azından daha makul bir tablo devralmış oluruz. Aksi halde Allah korusun o temerrüt çukurunun içine ülke bir düşerse oradan çıkış çok zor, sancılı oluyor. Uzun sürüyor. İşte Sri Lanka yaşadı. Devlet başkanı ülkeden apar topar bir gece kaçmak zorunda falan kaldı. Takip ediyorsanız, biliyorsunuz o temerrüt çok karıştırıyor ortalığı. Allah korusun inşallah o noktaya gelmez. Çünkü Türkiye bunu hiç yaşamadı.

Mesela 2002 krizinde IMF bize geldi, düzenli temerrüt önerdi. -Gelin beraber bir plan program yapalım- dedi. Ben kesin karşı çıktım. Bunu konuşmayacağımızı söyledim.

Çünkü güveni kaybederek işe başlayan bir hükümetin ekonomiyi daha sonra toparlaması mümkün değildir. Olmaz bu iş yani. Çok şükür o noktalara hiç gelmeden toparladık ve ülke o uçurumun eşiğinden döndü.

“Miras yedilik yapa yapa tükettiler. İnşallah ülke batmadan seçim gelir”


Dolayısıyla bugün de hükümetin çok dikkatli olması gerekiyor. Çünkü har vurup harman savura savura, miras yedilik yapa yapa tükettiler. Hani eskiden biz hazinede ciddi bir nakit rezervi biriktirmiştik. Merkez Bankası’nın çok ciddi bir döviz rezervi, yedek akçeleri vardı. Bilançolarında bir sürü yedekler biriktirmeye mecbur bıraktık bankaları.

BDDK yoluyla ve Merkez Bankası yoluyla bankaları çok ihtiyatlı olmaya zorladık yıllarca. Avrupa’da sermaye yeterlilik rasyosu yüzde 8’ken, biz 12 ama fiilen aynı hesap yöntemiyle diyorum, 13- 14’e on dörtte varacak bir sermaye yeterlilik rasyosuna zorladık bankaları. Çünkü bir daha bir kriz olursa bu ülke bedel ödemesin diye. Ki, kriz geldi 2008- 2009’da. Bizim bankalara hiçbir şey olmadı. Niye? Çünkü çok güçlenmişlerdi. Bankalar en kötü şartlara bile hazırlanmıştı.

Şimdi hepsini tükettiler. Yani hazinenin rezervlerini tükettiler. Merkez Bankası’nın rezervleri, yedek akçeleri tükendi. Bankaların bilançolarını tükettiler. Ülkenin hiçbir şeyi kalmadı. Dayanacağı bir güç kalmadı. Onun için artık çok daha hassas bir ortamdayız. İnşallah şu ülkeyi batırmadan seçim gelir de, devralırız da, o noktadan itibaren şöyle hızlı bir toparlama başlar diye ümit ediyorum.

Babacan’ın mitingi izleyen gazetecilerin diğer sorularına cevapları şöyle:


Altılı masanın liderler toplantısı devam edecek mi? Ne işe yaradı bu toplantılar?


“Rakip partiler ortak çalışıyor. Siyasette ikliml ve üslup değişikliğine doğru”

Son toplantı 21 Ağustos’ta Saadet Partisi ev sahipliğinde olacak ama ben Sayın Karamollaoğlu’na –gündemimiz bitmediğine, en azından ortak bir cumhurbaşkanı adayı çıkarma hedefimiz olduğuna göre toplantıların sürmesi gerekir- dedim. Toplantıların sürüp sürmeyeceğini de konuşur, bir ortak kanaat oluşturmaya çalışırız.

Toplantılar, genel başkanların birbirlerini yakından tanıması için çok iyi fırsat oldu. Kadrolarımız da birbirlerini çok yakından tanımaya başladılar. Hem resmi ilişki hem dostluk.

Sürekli bir hareket var. Bunlar iyi şeyler. Çünkü altı parti özünde rakip partiler. Bir rekabet var ama bu rekabet varken aynı zamanda meseleleri oturup konuşuyor olabilmek ve siyasi nezaketle bunu yapmak, uzlaşı arayışına girmek çok önemli. Siyasetteki iklim ve üslup değişikliği açısından son derece önemli oldu bu toplantılar. Onun için biz bir şekilde bu toplantıların devam etmesini arzu ederiz.

“Erdoğan altılı masanın reklamını yapıyor”

*C.Erdoğan, altılı masa toplantısını neden “Menüde yalan çorbası, koltuk kebabı, kandil dolması, laf salatası, sera kahvaltısı” sözleriyle hedef aldı?


Aslında bakmayın böyle küçümsediklerine, dalga geçtiklerinde aslında altılı masayla yatıp, altılı masayla kalkıyorlar. Zihinlerinde o kadar çok yer işgal ediyor ki altılı masa. Çünkü onların iş tutma tarzına tamamen ters. Aslında rakip olan partiler bir araya gelip ülkenin geleceğiyle ilgili ortak çalışmalar yapıyor. Zaten o zihin yapısının altını masayı anlaması mümkün değil ama bir yandan da ciddi bir tehdit olarak da görüyorlar bunu. Reklam da yapıyorlar. Altılı masayı bilmeyen biliyor, duymayan duyuyor bu vesileyle.

“Sen de Baykal’la aynı masaya oturdun”

Bize CHP ile niye aynı masada oturduğumuzu soranlar, AK Parti ve CHP’nin bir dönem el ele verip anayasayı değiştirdiğini hatırlasın. Bu tamamen retorikten başka bir şey değil. Sen de oturdun işte kardeşim. Oturdun anayasayı beraber değiştirdin. Başörtüsü yasağının olduğu bir dönemde imam hatipler hala yasakken. Niye Baykal’la oturdun aynı masaya, anayasayı değiştirdin diye Erdoğan’a sormak lazım. Bizim için o yüzden, onun bunun dediği hiç önemli değil. Memleketin çıkarı için çalışıyoruz. Arkadaşlarımızla elbette değerlendiriyoruz altılı masanın artılarını, eksilerini. Ona da bakıyoruz. Vatandaşımıza da ne yaptığımızı anlatıyoruz.

kişi, dik içeren bir resim

Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

*Parlamenter sisteme geçiş sürecinin yol haritasını belirlediniz mi?

“Geçiş sürecinin nasıl olacağını genel başkanlar karara bağlayacak”

Şubat’ta üzerinde mutabık kaldığımız belgeyi yayımladık. O belge içindeki yasal düzenlemeler için yasa değişikliği teklifi hazırlanması gibi konular var. Mesela siyasi etik yasası şimdi hazırlanıyor. Ya da meclis iç tüzüğüyle ilgili bir değişiklik teklifi de şu anda hazırlanıyor. Bir anayasa metni de oluşuyor şu anda.

Geçiş sürecinde,  üzerinde zaten mutabık kaldığımız hususların pratiğe dökülmesiyle ilgili çalışmalar gerekiyor. Teknik ve hukuki çalışmayı yapan ortak komisyon çalışıyor. Ama geçiş sürecinin bir de siyasi tasarımının çalışılması var. Yani o çok kritik bir konu.
Yani bir bakıma o geçiş sürecinde seçilecek cumhurbaşkanının ve meclisin parlamenter sisteme geçene kadar ülkeyi nasıl yöneteceğinin esasları. Burada Cumhurbaşkanı’nın
yetkileriyle ilgili hususlar asıl konular. Çünkü şu anda ciddi bir yetki birikimi var. Tek bir noktada.

Biz mesela bu geçiş sürecinde cumhurbaşkanının karar alırken ve bu yetkilerini kullanırken katılımcılığı esas almasını önemsiyoruz. Yetki paylaşımını esas alan bir düzenlemenin de önemli olduğunu düşünüyoruz. Onun karar tablolarını hazırladık. Bu karar tablolarında her partinin çalışması nasıl olur, ne gelir bilemiyoruz. Fakat bununla ilgili ortak bir komisyonumuz yok. Görevlendirilmiş arkadaşlarımız var.  Çünkü bu konunun sadece genel başkanlar tarafından ele alınması konusunda karar aldık.

Bazen toplantılarda geçiş süreciyle ilgili bazı fikirler dillendiriliyor. Ama -herkes hazırlığını bitirdi. Artık altını masada konuşmaya hazırız- noktasında değiliz. Bazen konu açılıyor altılı masa toplantılarında. Bu; ortak adaylık gibi değil. Mesela ortak adaylık konusunu hiç açmıyoruz. Bunu açmama kararı aldık.

*Altılı masa heyecan yaratmıyor mu?

Altılı masadan beklentileri yönetmek çok önemli. Çıtayı çok yükseğe koyduğunuz zaman o çıtaya da ulaşmayınca bir hayal kırıklığı oluşabiliyor. Duvar inşa eder gibi böyle tuğla üstüne tuğla koya koya gidiliyor altılı masada şu anda. Türk siyasetinde daha önce böyle hiçbir şey olmamış, çok yeni bir kavram.

Altılı masa herhangi bir ittifaktan çok daha öte bir işbirliği çalışması içerisinde aslında. Altılı masa bir bakıma Türkiye’yi bir ortak yönetme iradesiyle hareket ediyor. Parlamenter sisteme geçme hedefi var. Hedefe ulaşıncaya kadarki sürede ülke nasıl yönetilecek? Geçiş sürecinin yol haritası çalışılıyor. Ortak bir cumhurbaşkanı adayı niyeti var, hedefi var. Seçim güvenliğinin sağlanmasında ortak hareket iradesi var. Bunların hepsi güzel başlangıç, kıymetli iş.

“İşler karışabilir diye endişeliyim. Ortak adaydan önce ortak söylem belirlenmeli”

*Ne zaman hallolacak ortak cumhurbaşkanı adaylığı meselesi?


Ortak cumhurbaşkanı adayı belirlediğiniz anda her şeyi ona soracaklar. Enflasyonu nasıl düşüreceğini, hak ihlallerini nasıl önleyeceğini, eğitimde neler yapacağını vs. Bunlar sorulmaya başladığı anda cumhurbaşkanı adayı kendi kafasına göre mi konuşacak? Ya da bu aday bir partinin genel başkanıysa kendi partisinin programından, politikalarından mı konuşacak? Yoksa -Ben bilmem. Bir dakika altılı masaya sorayım mı- diyecek. Dolayısıyla bu cumhurbaşkanı adayının belirlenmesinden önce bize göre her konuda bazı temel alanlarda özellikle bir ortak hedef ve ilke belirlenmesi gerekiyor. Altı partinin ortak bir temel ilkeler metni olmalı. Dolayısıyla her konuda ortak bir söylem notu üzerinde çalışmalıyız. Aksi halde yönetmesi zor bir tablo ortaya çıkar ve seçmene güven verme açısından arzu etmediğimiz bir tablo görülebilir.

Ortak söylem çalışmasına başlamamız gerekecek bir noktada. O nokta ne zaman gelir bilmiyorum ama biz hazırız. Bunu biraz ön koalisyon protokolü gibi düşünmek gerek. Bundan korkmamamız gerektiğini düşünüyorum ben. Aksi halde işler karışabilir diye bayağı ben ciddi ciddi endişeliyim yani.

Şu andaki zaman kıymetli bir zaman. Seçime kadar. Ne kadar çok hazırlığı bugünden yaparsak seçimden sonra memleket o kadar vakit kazanır ve o kadar hızlı ilerleriz. 

Erken ya da baskın seçim de olabilir. Hepimizin hazırlıklı olması gerekiyor.

“Erdoğan da, Bahçeli de şiddet karşısında sessiz”

*Seçim yaklaştıkça altılı masaya, liderlere sözlü ya da fiziksel saldırı yoğunlaşabilir mi?

Bu konuda tek bir sorumlu var. O da Sayın Erdoğan’ın kendisi. Ülkeyi böyle huzur içerisinde mi, kaos ortamında mı seçime götürmek istiyor? Hiç kimse şiddetten, kaostan istifadeyle tekrar iktidarda kalma gibi bir yanlışın içine düşmesin. Çünkü bu ülkeye yazık olur.

İşte bizim Karaman il başkanımızın başına geleni düşünün. Sekiz, on kişi geliyorlar, iki kişiyi
ağır bir şekilde darp ediyorlar. Sabaha kadar hastanede müşahede altında kalmak zorunda kaldı bu insanlar. Genel başkanlardan tek bir açıklama yok. Bir -geçmiş olsun- denmez mi? Bir genel başkan kendi teşkilatına -Ya arkadaşlar ne yapıyorsunuz?- demez mi? Böyle bir durumda Bahçeli’den ve Erdoğan’dan tek bir kelime açıklama, uyarı gelmemesi ibretlik. Eğer şiddetten, kaostan nemalanacaklarını düşünüyorlarsa en iyi cevabı millet verecek. Bu ülkenin insanlarını boş yere tedirgin etmesinler.

“Ülkenin itibarı da, askeri gücümüzün caydırıcılığa da zarar görüyor”

*Suriye’ye askeri operasyondan vazgeçmeyeceğini söyleyen Erdoğan’ın Esad’la görüşmesi mümkün mü?

Gerçekten gerekli mi, değil mi? Sayın Erdoğan’ın -bu operasyonu yapacağız- demesiyle, operasyonun gerekli olup olmadığı konusunda ben ikna olmuyorum açıkçası. Çünkü çok sıkışmış bir hükümet var karşımızda. Bu sıkışmış hükümet bir şekilde kamuoyunu etkilemek için akla hayale gelmeyen işleri rahatlıkla yapabilir.

Tutarlık da yok. -Bir gece ansızın gelebiliriz- diyor. Ondan sonra şehirlerin ismini veriyor. Bir gece ansızın yapılacak operasyon böyle yapılmaz. Bu kadar hedef göstere göstere, adeta karşı tarafa diyor ki hazırlanın diyor. Ben gelirim diyor. Bütün tedbirlerinizi alın diyor.
Bütün savunma hattınızı kurun diyor.  Bir bakıma askerlerimizin de canını tehlikeye atacak bir yöntemle gidiyor bu iş.

Rusya’yla niye görüşülüyor? Çünkü hava sahasının kontrolü Rusya’da. Uçak sokamadığınız yere direkt karadan girmenin askerlerimizin can kaybı riskini arttırabileceğini herkes bilir. Ama Rusya operasyona yeşil ışık yakmadı. Bu da acı bir durum.

Bütün dünyaya ben operasyon yapacağım diye ilan edip, ondan sonra Rusya’nın iznine muhtaç olduğunuzun ortaya çıkması hem ülke olarak itibarımızı olumsuz etkiliyor hem de askeri gücümüzün caydırıcılığına zarar veriyor.

Tamamen iç siyasi kaygılarla olduğu bir görüntüsü var bizde. Bir ülkenin bütün yönetiminin tek kişinin inisiyatifine bırakılmasının da sonuçta dönüp dolaşıp ne kadar büyük bir itibar kaybına dönüştüğünün de en güzel örneğini şu anda görüyoruz.

- Advertisment -