İstanbul’daki Ümran Derneğinde düzenlenen basın toplantısının moderatörlüğünü Yıldız Önen yaptı, Türkçe basın açıklamasını Bekir Berat Özipek, Arapçasını Taha Elgazi okudu. Avukat Gülden Sönmez yeni döndüğü deprem bölgesine dair tespitlerini anlatırken Suriyeli depremzedeler Hacer Ula Çatal ve Usama el Halidi deprem sonrası yaşadıkları sıkıntıları paylaştı.
Avukat Gülden Sönmez, konuşmasına depremzede Suriyelilerin kime, neyi, nasıl söyleyeceklerini bilemediğini anlatarak ve sivil toplum kuruluşlarından raporlarında bu tabloyu ortaya koymalarını rica ederek başladı:
“Suriyeliler kime, neyi, nasıl söyleyeceklerini bilmiyorlardı. Cenaze nakil aracı bulmaktan tutun, arama kurtarma ekibinin olup kepçenin bulunamaması, kepçe geldiğinde arama kurtarma ekibinin gelememesi gibi… Enkaz başındaki o ümitle korku arasındaki büyük travmatik durumu yaşayan insanlar, hele bir de savaştan kaçıp gelen Suriyeli olunca; burada zaten yaşadıkları sorunların üstüne deprem acısını yaşamışsınız, bertaraf edecek mücadeleyi verirkenki travma gerçekten çok büyük. Bunu iyi anlamamız gerekiyor ve rapor yazan, çalışan sivil toplum kuruluşlarına da hassaten, özellikle bu konunun nasıl can yakıcı bir gerçek olduğunu ortaya koymalarını rica ediyorum.
“Gerçekten hemen hemen birçok enkazda eğer Suriyeli varsa şunu gözlemleyebilirsiniz: Suriyeliler tarafından, Suriyeli olduğu söylenmeden arama kurtarmacıların müdahale etmesi isteniyor. Nereye gittimse enkaz başında eğer Suriyeli varsa arama kurtarma ekiplerine gidip orada enkazda birisinin olduğunu, tahmini olarak nerede olduğunu, kaç kişi olduğunu Türkçe olarak söylememi ve onların Suriyeli olduğunu da belirtmememi istediler. Çünkü Suriyelilerin neredeyse yüzde sekseni, sanki Suriyeli oldukları söylenirse arama kurtarma çalışmasının duracağı, insanların bırakılıp başka enkazlara gidileceği şeklinde bir kanaat oluşmuştu. Bu gerçekten mücadele ettiğimiz, o ırkçı nefret söyleminin bizi getirdiği nokta olarak söylenebilir.
“Açıkçası arama kurtarmacıların da canhıraş bir şekilde can kurtarmak için verdikleri mücadeleyi görünce ben bu korkuyu yakıştırmıyorum. Ama bu korku da bizim toplumsal gerçeğimiz olmuş, bunu da görmek lâzım.”
“İki dakikalık bir insani dikkat yeterdi. Bu konuda suç duyurusunda bulunacağım”
Depremin hemen arkasından açıkta kalan kadınlar, çocuklar ve ailelerin yerleştirildiği Hatay Stadyumundan çıkarılması sürecinde şahsen şahit olduğu süreci anlatan Sönmez, delillendirmesini yaptığı bu durumla ilgili suç duyurusunda bulunup dava açacağını belirtti.
“Sosyal medyada nasıl yansıdı bilmiyorum ama bir güvenlik gerekçesiyle Hatay Stadyumunda tutulan Suriyelilerin oradan çıkarılmasına karar verilmiş. Tam oraya gittiğimiz sırada, stadyumun dışında çocuklarıyla beraber çok sayıda ailenin ağlayarak, çığlıklar içerisinde; ellerinde birer battaniye, bir poşet ekmek gibi gerçekten vahim bir vaziyette… Sanki savaştan kaçar gibi bir pozisyonda bekletildiklerini gördüm. Bir süre sonra Adana Büyükşehir Belediyesi’ne ait şehir içi otobüsleri geldi, sıra sıra otobüsler. İnsanları eşyalarla beraber tıkış tıkış bindirdiler. Suriyelilere ‘Nereye gidiyorsunuz, nereye götürülüyorsunuz?’ diye sorduğumda hemen hemen hiçbiri Suriye’de nereye götürüldüğünü bilmiyordu. Her otobüs aynı yere mi gidiyor, onu da bilmiyorlardı. Hatta hepsi aynı yere gittiğini düşünerek annelerden bazı çocuklarını bir otobüse, bir çocuğunu mesela sığmadığı için başka bir otobüsle bırakmıştı. Sonra birisi ‘Bu otobüs başka yere gidiyor!’ diye bağırınca o çocuğu mu bıraksın, bu çocuğun mu alsın? Çok dehşet bir travma!”
Suriyeli depremzedelerin çadır kampından otobüslerle gönderildikten sonra yetkililerden de bilgi alamadığını ifade eden Avukat Gülden Sönmez, bu insanların nereye götürüldüğünü kendisinin de hâlâ bilmediğini söyledi:
“Suriyeliler gönderildikten sonra dönüp çadır kampın yöneticisi olan askerler, AFAD görevlileri, her kim varsa ya birebir ya çadırlar koordinasyon merkezindeki sorumlulara, rastgele gördüğümüz otuz kişiye bu insanlar nereye götürüyorlar, diye sorduğumuzda tek bir cevap alamadık. Hâlâ bilmiyorum: O insanlar bir kampa mı götürüldü? Gönüllü geri dönüş şeklinde Cilvegözü’nden Suriye’ye mi gittiler? Ayrı yerlere götürüldülerse o aileler parçalandı mı? Nasıl buldular birbirlerini buna dair bilgi yok.”
Gülden Sönmez aynı konuyla ilgili sözlerine şöyle devam etti:
“Güvenlik gerekçesiyle ayırma olabilir. Suriyelileri korumak için de gerekli bir şey olabilir ama usül, bilgi eksikliği, çocuklara yaşatılan travma… Gerçekten kabul edilebilir bir şey değildir. Oysa çok basit, bir hoparlörle Arapça Türkçe bilen birisi bir açıklama yapabilirdi. Deprem alanı kriz alanıdır ama iki dakikada insanlar bu travmayı yaşamadan bu süreçler yönetilebilir ve sağlıklı bir yere ulaştırılabilirdi. İki dakikalık bir insani dikkat yeterdi. Bu konuda suç duyurusunda bulunacağım. Ayrıca avukat olarak kendi delillendirmemi de yaptım. Sorumluları da her kimse mutlaka hesap vermeli diye düşünüyorum.
“’Zaten onlar savaşta hep kazıyorlar, çıkarıyorlar, yeterince tecrübe ve ekipmanları var’ bilgisi yanlış bir bilgi”
“Bu süreçte aynı zamanda Suriye’nin içerisinde Cinderes bölgesine de gittik. Oradaki sivil toplum kuruluşlarıyla da konuştuğumuzda bilinenin aksine; Suriye içerisinde arama kurtarma ekip ve ekipmanı konusunda dehşet bir sıkıntı yaşandığını öğrendik. ‘Zaten onlar savaşta hep kazıyorlar, çıkarıyorlar. Yeterince tecrübe ve ekipmanları var’ bilgisi yanlış bir bilgi.
“Deprem onları çok daha farklı bir şekilde sarsmış, birçok enkaza çok geç müdahale edilmiş. Hatta biz gittiğimizde Suriye içerisinde henüz müdahale edilmeyenler de vardı. Orada da ölü sayısı tam olarak maalesef bir sistem olmadığı için tespit edilemiyor.
“Cinderes bölgesinin neredeyse yarısından fazlası bir şekilde hasar görmüş ve yıkılmış. Yine oranın insanlarıyla konuştuğumuzda gözlemlediğimiz husus, zaten yardımın çok azaldığı bir zamanda üstüne de bu deprem kriziyle beraber soğuk hava şartlarını da hesaba katarsanız çok büyük bir insani dram görünüyor. Bizim bulunduğumuz gün sadece Cinderes’te beş yüzün üzerinde Suriyeli, her an yıkılabilir binaların içindeydi. Çünkü o gece sokakta kalabilecekleri herhangi bir çadıra ya da herhangi bir iptidai barınma koşuluna sahip değillerdi. Biliyorum, Türkiye’de de çok büyük bir çadır krizi var. Şu anda aynı zamanda bu kriz orada da var. Bir önceki gün olan son depremde tahmin ediyorum ki aynı Hatay gibi o binaların büyük bir kısmı yıkılmıştır ve maalesef, haberini almak gibi bir imkânımız bile yok.
“Suriye’den Türkiye’ye günlerce sıcak yemek taşıdıklarına şahit olduk”
“Son bir şeyi de söylemem lazım. Suriye içerisine sıcak yemek dağıtan sivil toplum kuruluşlarının, deprem sonrası o sıcak yemeği Türkiye’ye çevirip bütün Suriyelilerin ‘Şimdi orası çok zor durumda değil’ diyerek Suriye’den Türkiye’ye günlerce sıcak yemek taşıdıklarına da şahit olduk. Bu anlamda da hem Suriyelileri hem de orada çalışan Türk sivil toplum kuruluşlarını bu fedakârlık için gerçekten tebrik etmek lâzım.
“Benim bulunduğum son gün, sınırdan geçtiğim ve döndüğüm vakitlerde Cilvegözü sınır kapısında gerçekten uzun kuyruklar oluştuğuna şahit oldum ama durumu tespit etmek gibi bir şansım olmadı ki zaten onu kendi resmi evraklarda bile tespit edemiyorsunuz. Genellikle gönüllü geri dönüş mü, zoraki geri dönüş mü? Tıpkı Hataylıların yakınlarından haber alma kaygısıyla İstanbul’dan Hatay’a gitmesi gibi bir durum mu, anlayamadım ama şunu söyleyebilirim, gece vakti dahi Suriye’ye gidiş sınır kuyruğu söz konusuydu. ‘Geri dönebilecekler mi, dönerlerse kabul edilecekler mi?’ gibi bir sorunun cevabını da bilmediklerini çok net bir şekilde söyleyebilirim.
“Evet, Türkiye’nin de şu anda yardıma ihtiyacı var. Ama depremin hem Türkiye’de hem Suriye’de olduğu gerçekliğiyle beraber bakmamız ve oraya hep beraber gerekli yardımla yine dayanışmayı da ulaştırmamız gerekiyor.”