Televizyonların favori dizilerinden Yargı, adından anlaşılacağı üzere Adliye’de ve Emniyet Müdürlüğü’nde geçiyor. Dizide figüranlar arasında başörtülü emniyet personeli, başörtülü avukat ve adliye çalışanları da var.
https://www.youtube.com/watch?v=MUGFThIN9l4
Tartışma, YouTube’dan diziyi izleyen başörtülü bir kadının videonun altına bundan duyduğu memnuniyeti belirten şu yorumu bırakmasıyla başladı:
“Adliyede çalışan tesettürlü kadınların gösterilmesi, emniyetteki tesettürlü kadın polis falan inanılmaz gerçek dokunuşlar olmuş gerçekten. Tesettürlü kadınların yalnızca temizlikçi olabileceği saçmalığına kapılmadığınız için ayrıca teşekkürler. Tesettürlü kadınların da iş hayatında olduğuna değinmeniz muhteşem!”
İşte ne olduysa bu yorumdan sonra oldu ve dizinin YouTube hesabındaki yorumlar bölümünde günlerdir süren büyük bir başörtüsü tartışması başladı.
Yorumların bazıları şöyle:
“Oralarda da rezil edin ülkeyi iyice bitirdiniz.”
“Zaten artık kamuda çalışmanın ön koşulu tesettür değil mi?”
“Anayasaya göre yasak olan bir durumu övmek. Ancak siyasal İslamcı ülkelerde olur. Aynısını haç kolyesi takan, Zülfikar dövmeli insanlara da gösterecek misiniz? Hayır, tabii ki. Sünni gericiliği bunu gerektirir o yüzden.”
“Onlar sadece temizlikçi olsun zaten. Görüntü kirliliği hepsi, bu simgeden kurtulmayan yobazlar olduğu müddetçe hiç bir şey düzeltmeyecek.”
Yorum sahiplerinin yelpazesi çok geniş: Görünürlüklerinin kabul edilmesine memnun olan başörtülü kadınlar, bu kadınları asla hiçbir yerde görmek istemeyenler, konunun hâlâ tartışılıyor olmasını bile utanç verici bulanlar…
Biz de bu yorumlardan yola çıkarak Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca ile başörtüsü meselesinin bugününü konuştuk.
Bir dizi vesilesiyle ortaya çıkan bu tartışma sizi şaşırttı mı?
Önceden halkın büyük çoğunluğunun başörtüsüyle bir sorunu yoktu, rejimin ve rejimle senkronize davranan kurumların; sivil askeri bürokrasinin, mesela akademinin başörtüsüyle bir sorunu vardı. 2013’te Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gösterdiği cesaret -ne olursa olsun bunu inkâr edemeyiz- ve muhafazakâr kadınların mücadele ve fikri takipleri sayesinde başka bir faza geçildi. Başörtüsünün kamusal alandaki kısıtlılığı kalktı. Şimdilerde rejimin başörtüsüyle bir sorunu yok, ama siviller arasındaki tepkisellik arttı. Gördüğünüz tablo bunun sonucu. On yıllarca rejimin ve resmi ideolojinin bayraktarı olmuş CHP üst yönetimi artık başörtüsü sorunu diye bir şey yok, bundan sonra olamaz diyor, ama tabanındaki ‘ne demek yok, ne demek olamaz’ diyenlere söz geçirmekte zorlanıyor. İki nedeni var. Dün sivil askeri bürokrasinin bekçiliğini yapan ve seküler hayat tarzını ideolojik bir refleksle savunan CHP üst kurmayları bugün bir değişim geçirdi, yanlışlarını gördüler ve strateji değiştirdiler ama tabanla konuşan aydınlarını, kanaat önderlerini dönüştüremediler.
İkincisi, AK Parti siyaseti normalleştirme vaadi olan bir partiydi ama 2015’ten itibaren uğradığı saldırılara, yaşadığı sarsıntılara verdiği ‘diş gösterme’ stratejisinin tadını kaçırdı, doz aşımıyla malûl bir parti oldu ve demokrasi adına ne vaat ettiyse tam tersini yapmaya başladı. Derken, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sonra Türkiye otokrasi ile yönetilen bir ülke halini aldı, dahası milliyetçilikle marine edilmiş İslamcılığa has semboller, safları sıklaştırmak için daha sık sahne alır oldu. Yerli milli otokrasinin üzerine bir de İslamcılığın hayat tarzı önerileri, Diyanet’in müdahaleci açıklamaları, her köşe başında bir ‘Kürtaj Dede’ yarattı. O kadar ki artık camilerde bile kadın mahfiline katlanamayan kasaba İslamcılığının kabalığı var. Bütün bunların seküler hayat tarzına sahip, dinle ilişkisi öteden beri nane molla olan kesimler açısından tahammülfersâ olduğunu tahmin etmek zor değil.
Sonuçta AK Parti isteyerek ya da istemeyerek normalleşmenin değil kutuplaştırıcı siyasetin faili haline geldi. Kutuplaşmanın acısı nereden çıkacak peki? Elbette en ’görünür’ olandan, en ’zayıf halka’dan: Başörtülü kadınlardan. Yine, yeniden.
Bugün bir başörtülü kadın eğer arabası varsa ve görece iyi giyinmişse ‘Kesin AK Partilidir’ denilerek hızla bir algıya etiketleniyor, ‘Kesin kocası ihale zenginidir’ gibi başka varsayımlarla devam eden şeytanlaştırma refleksinin nesnesi haline getiriliyor. Hissiyat böyle olunca da başörtülü kadınlar AK Parti’ye mahkûm olduklarını hissediyorlar. Her yerde kadınlar endişe içinde işin doğrusu. “Bunlar şimdilik sadece iktidardan korktukları için tepkilerini tam olarak belli etmiyorlar, iktidar olurlarsa hiç engel tanımazlar” cümlesini duyuyorum sürekli. Onların bu korkuları iktidardan nemalananlar tarafından da işlevselleştiriliyor. Hatta ben yaptığım AK Parti eleştirilerinden sonra zibilyon tane “Bugün başını örtüp o kanallara çıkıp yorum yapabiliyorsan Erdoğan sayesindedir! Kes sesini konuşma!” şeklinde yorum alıyorum. Yani rehinsin ve rehin gibi davran diyen AK Partili troller / troliçeler için de elverişli bir durum oluşturuyor bu İslamofobik tutumun yaydığı endişe.
Oysa teşekkür etmek, hak sahibine hakkını teslim etmek ayrı şey, rehine olmak ayrı şey. Başörtülü kadınlar kimsenin rehinesi olmak zorunda değil, bilakis. Örtünme emri, statüsü gereği sadece ‘özgür olan’ kadınlar için vahyedilmişti. Onu bir köleleştirme, mahkûm etme aracına dönüştürmek kimsenin harcı değil. Yanlışlara, yanlış yapanlara, yanılmış, çiğ kalmış işlere adaletsizliklere koltuk değneği olmak için örtünmedik.
Yorumları yazanların nasıl kişiler olduklarını, yaşlarını vs bilmiyoruz. Sizce seküler kesimde kuşaklar arasında başörtüsüne bakış açısında fark var mı?
Gençlerin hepsini sırf doğdukları yıllar üzerinden aynı torbaya koymak doğru gelmiyor. Aralarında 28 Şubat’ı bilmeyen, olaylara geçmişin mağduriyeti ya da mahcubiyeti üzerinden bakmayanlar olduğu gibi, AK Parti ile hiçbir ortak noktası olmadığı halde başörtülü annesinin hikâyesini dinleyip o hikâyeye duyduğu tepkiyle oy tercihi belirlenen gençler de var mesela. Ama genelleme yapılacaksa şu söylenebilir, gençler artık genel olarak daha seküler. Dindar ailelerin çocukları da seküler. Son yıllara gelene kadar gençlerde, geçmişte uygulanan yasakları anlamayan ve saçma olduğunda hemfikir olan bir eğilim görüyordum. Ancak son zamanlarda iktidarın yaptığı haksızlıklara dini semboller üzerinden meşruiyet sağlama tutumu, genel olarak genç nesilde bir din hoşnutsuzluğu ve tepkiselliği yarattı. O kadar ki, bırakın Türk dizisini yabancı bir dizide, Müslüman bir karakterin olumlu bir şekilde kurgulanması karşısında bile öfkelenenler olduğunu görüyorum web sitelerinde.
2013’te başörtüsü yasakları fiilen kalktı, peki iş hayatında veya kamusal alanda başörtülü kadınlar ayrımcılığa uğramaya devam ediyorlar mı?
Kamuda daha rahatlar. Ama özelde rahat değiller. Beyaz yakalı, kreatif yönü yoğun iş alanlarında başörtülü çok az, olan da AK Parti’nin yaptıklarından dolayı hesap verme, günah çıkarma zorunluluğu varmış gibi bir muamele görüyor. 2010’larda da bu vardı, ama henüz AK Parti’yi savunmak ve haklı çıkmak mümkündü. Bugün mümkün değil, o yüzden o sektörlerdeki az sayıda başörtülü kız/kadın çareyi başını açmakta buluyor.
Bu kadar büyük bir nefretin devam etmesinin sebepleri neler olabilir?
Öteden beri orada burada dine afyon diyen, dindarları acımasızca aşağılayan solcu bir kesim vardı bu ülkede. Ama eski kuşağın orta sınıf laik teyzelerinde din düşmanlığı yoktu, “biz de Müslümanız ama siz dini yanlış yaşıyorsunuz, dini Atatürk’ün lanse ettiği gibi yaşayın” dayatmacılıkları vardı. Ahlaki tutarlılıkları, belirli bir görgüleri, nezaket anlayışları vardı eski Kemalistlerin.
Şimdi ise seküler orta sınıfın çocuklarında boynu altın zincirlerler dolu kargo pantolonlu rap şarkıcılarının kaba saba dürüstlüğü ile fazlasıyla esnek bir ahlak anlayışı bir arada. Kültür de ‘memes’lerden, ‘caps’lerden ‘screen shot’lardan ne geliyorsa onlardan oluşuyor. Yaş almış her şeyden ölesiye tiksiniyorlar. Dawkins’ten apartılmış üç beş kıstasla sosyal darwinizmcilik oynamak trend; dini eleştirme bile değil, dinin bizzat kendisinden hazzetmeme hatta dini alaya alma ise ‘cool’ bir tavır.
Manevi alanın bloke edildiği, insanların sadece nefsine taparak yaşamasını salık veren bir çağdayız. Dindarlar buna karşı bir bent öremedi, hatta örülmüş yerlerde de kendileri gedik açtı.
Böyle olmayabilirdi. Din ve demokrasi birlikteliği bu ülkeye hatta dünyaya tek bir şeyi öğretse kâfiydi. Misal, mazlumu koruyup kollamanın mühendisliğini ve pratiğini. Ama bakın en temiz niyetle çıkılan yol bile nasıl yozlaştı, içinden çıkılamaz bir şeye dönüştü. Dahası bu iktidarın kendisi mazlumiyete neden oldu, binlerce insanı mülteci durumuna soktu. Beyin göçü meselesindeki rakamlar inanılmaz. 100 bin diyen de var 140 bin diyen de. Yok bu sadece milyoner, girişimci, eğitimli ya da beyaz yakalı olan sayısı diyen de.
İslamcıyız diye ortaya çıkanlar, ötekine karşı hoyrat, kendinden olan ama biat etmeyene karşı zalim, kendilerine ve yancılarına karşı ise çok lütufkâr bir pratik ortaya koyarak adalet konusunda seküler dünyanın yakalayabildiği çıtanın çok altına düştüler.
Sınıflar arası gelir uçurumunu azaltıp eşit yurttaşlık lehine mesafe almak şöyle dursun, orta sınıfı yok edip kendi oligarklarını yarattılar. Alt sınıfı daha aşağı itip yardım bağımlısı yaptılar, üst orta sınıfı daha yukarı çekip ulufe ve imtiyazlarla ayrıcalıklı hale getirerek sadakatlerini satın aldılar, üstelik her iki sınıfı da bir ülkenin bel kemiği olan orta sınıfa finanse ettirdiler. Asla indirim alamadığı vergilerini düzenli ödeyen tek sınıfın iliği ipliği böyle kurudu.
Bir ülkede orta sınıfa mensup bir ailenin çocuğu “namuslu ve çalışkan biri olursam önünde sonunda kazanırım” diye düşünmeyi bırakırsa, “çalmadan çırpmadan edindiğim kazançla para biriktirip önce araba sonra ev alabilirim, hem onurumu korurum hem güvende olurum, fazlasına harama göz dikmeye gerek yok”a inanmayı bırakırsa o ülke madden/manen çöker.
Velhasılı adil olmayınca haklı kalamıyorsun. Haklı olamayınca da tepkisellik sadece sana değil, sahip olduğunu iddia ettiğin değerler sistemine de yöneliyor. Bu tepkiselliğin taşıyıcısı mağdur ama haklı olduğumuz günleri hatırlamayan kuşaklar olacak elbette.
Yakın ya da orta vadeli bir gelecekte sekülerlik adına çok sert rüzgârlar esebilir. O rüzgârda dini ve dindarlığı hatırlatan başörtüsünün/başörtülülerin bedel ödemeyeceğini düşünmek zor. En azından siyasi ve toplumsal yıkımı önleme adına yapılabilecek şeyler var, ama iktidar elindeki imkânların bolluğuna güvenerek taviz vermeye yanaşmadığı için, muhalefet de seçimlerin çantada keklik olduğunu düşünme eğilimine girdiği için kimse bir ılımlı geçiş formülüne kafa yormak istemiyor.
Bizim gibi insanlara da Kâbe’yi Ebrehe’nin fillerinden kim koruduysa, dini de o koruyacaktır deyip Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler yoluna tevekkül etmekten başka çare kalmıyor.