Selahattin Demirtaş geçtiğimiz haftalarda HDP’ye “Türkiyelileşme” yönünde daha çok çaba sarf etme çağrısında bulunmuş, sözleri geniş kamuoyunda ilgiyle karşılanmıştı.
Demirtaş dün de (19 Temmuz) Halk TV programcıları Şule Aydın ve Timur Soykan’ın sorularını avukatı aracılığıyla yanıtladı. Demirtaş’ın “Türkiye Açılımı önerinizi daha detaylı ve somut örneklerle anlatabilir misiniz” sorusunu cevaplarken kullandığı şu ifade özellikle dikkat çekti:
“Türkiye toplumunun bölünme korkusunu, silah, şiddet, terör korkusunu ortadan kaldıracak barış politikaları, birlik söylemleri üretmeliyiz. Daha fazla üretmeliyiz. Çünkü buna gerçekten inanıyoruz. Dolayısıyla gerçekten inandığımız şeyi daha somut ve cesurca gösterebilmeliyiz. Örneğin, Çanakkale Şehitliğini ziyaret ederek çiçek bırakmayı, dua etmeyi, orada yatanlar gibi yan yana durmamız gerektiğini göstermek isterim. Bunun gibi somut bazı mesajlar toplumu rahatlatır ve toplumun tüm kesimleri derdimizi, çözümlerimizi daha içten dinlemeye başlar.”
Kürtler, Kürt siyasetçiler ve Çanakkale
Kürtler, aynı ülkede birlikte yaşadıkları Türklerin kendilerine haksızlık ettikleri duygusunu ortak vatan vurgusuyla birlikte paylaşırken zaman zaman tarihten de örnekler veriyorlar.
Bunların en başta gelen iki örneği 1071 Malazgirt Savaşı ve 1915 Çanakkale Savaşı…
Birinci örnek nispeten tartışmalı. Bir görüşe göre 1071’de ordusuyla Malazgirt’e giren Alparslan, zaferi Kürt beylerinin kendisine verdiği gönüllü destekle kazanmıştı. Alparslan’ın ordusundaki asker sayısı son derece yetersizdi, bu sayı ancak Kürt beylerinin desteğiyle 3-4 katına çıkmış, bu da zaferi getirmişti. Bunun karşısındaki yorumlara göreyse, evet, Kürt beyleri Alparslan’la birlikte çarpışmıştı ama bunu gönüllü olarak yapmamıştı, Kürt beyleri Malazgirt’ten önce Selçuklulara vergi ve asker vermeye mecbur edilmişlerdi; yani Malazgirt savaşındaki birliktelik ‘din kardeşliği’ temelinde değil tâbiyet temelinde oluşmuştu.
Fakat 1071 üzerindeki tartışmayı 1915’te görmüyoruz. Kürtlerin Çanakkale’de ortak yurt için Türklerle omuz omuza çarpıştığı ve bunu da gönüllü olarak yaptıkları hususunda Kürtler arasında herhangi bir tartışma yok. İşte bu nedenle Çanakkale, Türklerin ve Kürtlerin gönüllü birliğinin bir simgesi olarak görülüyor ve Kürt siyasetçiler zaman zaman Çanakkale’nin bu sembolik, simgesel önemine dikkat çekiyor.
Bu çerçevede son çıkış Selahattin Demirtaş’tan geldi.
Habur krizini Çanakkale’yle çözmek
İfade edildiği dönemde medyada yer bulamadığı için pek bilinmeyen bir başka önemli çıkış, 2009’da başlatılan ‘Demokratik Açılım’ sürecinde, dönemin Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’den gelmişti.
19 Ekim 2009’da PKK mensubu 34 kişilik bir grup Abdullah Öcalan’ın çağrısına uyarak Habur sınır kapısından Türkiye’ye girip güvenlik güçlerine teslim oldu. PKK’nın Kandil ve Mahmur kamplarındaki mensuplarından oluşan grup, Şırnak’ın Silopi ilçesinde 50 bin kişiyi bulan bir kalabalık tarafından karşılandı. Gruptakiler gözaltına alınmadı, hatta Başbakan Erdoğan bir gün sonra, “Dün Habur sınır kapısında yaşanan manzara karşısında umutlanmamak mümkün mü? Bu bir umuttur, Türkiye’de bir şeyler oluyor, iyi güzel şeyler oluyor” diye konuşmuştu. https://www.ntv.com.tr/turkiye/erdogandan-pkklilara-ulkenize-donun,D1V27KEtjkGmN1C6V8wv5Q
Ne var ki karşılamayı yansıtan fotoğraf ve videolar, Demokratik Açılım’ı daha fazla ilerlemeden durdurmak isteyenlerin eline büyük bir koz verdi. Yürütülen propaganda sayesinde PKK’lıları karşılayanlar kamuoyuna “barışa sevinen” insanlar olarak değil de devletin “yenilgisini” kutlayan PKK destekçileri olarak yansıtıldı. O noktadan itibaren hükümet, süreci Habur öncesi günlerde ortaya koyduğu kararlılıkla savunamaz hale geldi.
Habur travmasının yaşandığı günlerde Diyarbakır Belediye Başkanı olan Osman Baydemir, kriz iyi yönetilseydi olayların daha farklı gelişebileceğini, ortaya çıkan durumda kendisinin de hatalarının olduğunu söylemiş, yapmak isteyip de yapamadığı bir hamleden dolayı pişmanlığını şöyle dile getirmişti:
“Bence Kürdün Kürde propagandasına gerek yok. Türk halkının bu gruba bakış açısı ve algısı diğer tümüne sirayet edecekti. O halde bizim bu barış grubunu hakikaten Türk halkının vicdanına hitap edecek bir pozisyona getirmemiz lazımdı. Mesela bence Van’daki, Cizre’deki toplantılara gerek yoktu. Dolayısıyla ben gelen gruba şunu önerdim: Sizden sekiz kişilik grup, artı sekiz tane Türk aydınıyla beraber sessiz sedasız Mevlana Celaleddin Rumi’nin mezarını ziyaret edelim. ‘Gel, kim olursan ol gel’ diyene gidelim ve ‘Biz geldik’ diyelim. ‘Kimliğimizle geldik, barış için geldik’ diyelim.
“Orada bu iki cümlelik mesajı verelim, akabinde Türkün de Kürdün de ortak değeri olan Ahmed Hani’nin mezarına gidelim ve orada ‘Mem’in Zîn’e Zîn’in Mem’e olan aşkı kadar biz ülkemizin geleceğine ve özgürlüğüne âşığız, bunun için geldik’ diyelim. Hep beraber son olarak da Çanakkale’ye gidelim. Hem Kürdün hem Türkün mezarına karanfil bırakalım ve diyelim ki ‘Bizim ecdadımız burada, bu ülkenin kuruluşu için çaba sarf etti. Bize haksızlık yapıldığı için biz böyle bir yola girdik, ama nihayetinde artık bu kulvarı değiştiriyoruz, dedelerimizin, atalarımızın kurmuş olduğu bu devleti hep beraber demokratikleştireceğiz ve hep beraber ilelebet yaşatacağız.
“Dedim, ama ısrarcı olmadım. Belki daha fazla ısrarcı olmalıydım, belki arkadaşlarımı buna ikna etme konusunda daha çok çaba sarf etmeliydim ve bunu mutlaka sağlamalıydım. Ama asıl belki de hükümetin bunu yapabilmemiz için o kapıyı bize açık tutması gerekiyordu. Bunu yapmamıza izin vermediler.” http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/devrim-sevimay/pkk-yi-hep-beraber-silahsizlandiralim-1184448
Bana öyle geliyor ki bir gün Türklerle Kürtlerin eşit kardeşliğinin mümkün olduğu bir zemin oluştuğunda Çanakkale ve Çanakkale Şehitliği mutlaka sembolik-simgesel bir rol oynayacak.