AK Parti’nin 31 Mart seçim yenilgisinin nedenlerini, AK Parti’de yaşanan hesaplaşma sürecini, CHP’nin seçim zaferini, iktidarın bundan sonraki politikasının nasıl olabileceğine ilişkin tartışmaları, AK Parti kurucularından, eski Milli Eğitim Bakanı, eski AK Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik’le konuştuk.
AK Parti’nin bir kadro hareketi olmaktan çıktığını söyleyen Çelik, “En büyük yetki Sayın Erdoğan’ındır. Burada sayın cumhurbaşkanının sadece bazı isimleri değiştirmek yerine bence kendi kendisiyle de bir hesaplaşması gerekiyor. Başarıyı sahiplenip başarısızlığı başkasına mal etmek doğru bir tutum olmaz” diyor. AK Parti’nin seçim yenilgisinde MHP’yle ittifakın büyük rolü olduğunu anlatan Çelik’e göre, AK Parti’ye giden Kürt oylarının dip yapmasının altında da bu ittifak yatıyor: “MHP özgül ağırlığının yirmi katı, iktidar üzerinde etkiye, yetkiye sahip.
Çelik, seçim yenilgisinden sonra eski-yeni AK Partililer ile Erdoğan’ın hukuk başdanışmanı Mehmet Uçum arasında yaşanan tartışmalarda hem Uçum’a, hem de ona müsaade eden Cumhurbaşkanına tepkili: “Sarayda kanunların efendisi haline getirilmiş bir komünist bozuntusu var. Ne idüğü belirsiz adam racon kesiyor, parmak sallıyor. Erdoğan nasıl müsaade ediyor?”
AK Parti Şerif Mardin’in tabiriyle çevreden merkeze gelenlerin partisiydi. Ama 31 Mart’ta büyükşehirlerin çoğunu kaybetti, çevreye çekildi. Nasıl geldi bu yenilgi? Bu bir sosyolojik kırılma mıydı?
31 Mart’ta insanlar “kim kazansın” diye değil, “kim kaybetsin” diye oy kullandı. Toplumsal öfke vardı. İnsanlar, Ali aşkıyla değil Muaviye nefretiyle oy kullandı. Evet, CHP birinci parti oldu. AK Parti, ikinci konuma düştü. Ancak CHP bu alınan yüzde 38 oyun hepsini kendi oyu kabul ederse bence çok büyük hata yapar. Çünkü bu oyun hepsi CHP’nin sabit oyu değil. Oyların önemli bir kısmı tepki oyudur, protest oydur.
AK Parti’ye kızan şu veya bu şekilde AK Parti’yi cezalandırmak isteyen, AK Parti’ye ders vermek isteyen, AK Parti’ye sarı kart göstermek isteyen bir seçmen kitlesi oluştu ve böyle bir sonuç alındı.
Mahalli seçimlerin karakteri farklıdır. İnsanlar memleketi bir bütün olarak “kim yönetsin”den ziyade, “bizim belediyeleri kim yönetsin” diye bir tercihte bulundular. Bu tercih tabii ki şöyle bir gerçeği ortaya çıkardı: CHP şu anda nüfusun yüzde 65’ini idare eder hale geldi mahalli idarelerde. Sermaye birikiminin yüzde 85’ini idare eder hale geldi. Türkiye’nin ihracat potansiyelinin yüzde 80’ini idare eder hale geldi.
“CHP’nin hanesine artı yazar ama köprünün altından çok su akabilir. Kılıçdaroğlu da olsa bu sonuç alınacaktı”
Bu oyların hepsi CHP’nin değil derken, tabii ki bunu CHP’nin hanesine başarı olarak yazmak lazım. Yani bu hem Genel Başkan Özgür Özel’in hanesine hem CHP’nin hanesine artı yazar.
Ecevit 1977 seçimlerinde yüzde 42 oy almıştı. Çok partili siyasi hayata geçilmesinden sonra Türkiye’de CHP’nin aldığı en yüksek oydu. O bir genel seçimdi, mahalli seçim de değildi. Şimdi ikincisi bu oldu. Sayın Özgür Özel bu sonuçla kendi genel başkanlığını sağlama almıştır. Ancak Kemal Kılıçdaroğlu’nun veya başkasının hakkını da yemeyelim. Kılıçdaroğlu da, bir başkası da olsaydı bu sonuç alınacaktı.
Şunu hatırlayalım. Sayın Erdal İnönü’nün liderliğinde girilen mahalli seçimde Anavatan Partisi neredeyse bütün büyük şehirleri kaybetti. Erdal İnönü, dürüst bir insandı, iyi bir fizik hocasıydı. Ama siyasetle ilişkisi soyisminin İnönü olmasıyla sınırlıydı. Genel başkanlık vasfı yoktu. O günlerde insanlar ANAP’a ders vermek istediler. Sayın Semra Özal’ın akla hayale gelmez uçuklukları, Sayın Özal’ın çocuklarının bitmeyen skandalları, papatyaların kepazelikleri, köşe dönücülüğün Türkiye’de artık bir slogan haline gelmesi… Marifet Erdal İnönü’de değildi. Bugün de böyledir. Vatandaş, kazanabileceğine inandığı partiye oynadı. CHP’nin ana muhalefet olarak kazanabileceğini düşündü.
Eğer CHP bu alınan oyların kıymetini bilirse, bunu çok iyi değerlendirirse, o zaman elbette kendisine giden bu oyların en azından bir bölümünü, belki önemli bir bölümünü kalıcı oy haline getirebilir.
Ama eğer CHP bu toplumun alışık olduğu reflekslerini ön plana çıkarırsa, o zaman da bu oylar ya AK Parti’ye veya başka partilere geri döner. Süleyman Demirel’in biliyorsunuz meşhur bir sözü var: “Siyasette 24 saat uzun bir süredir.” 2028’e kadar Türkiye’de görünürde seçim yok. O zamana kadar köprünün altından çok sular akabilir.
“MHP’yle ittifak AK Parti’yi kimlik çizgisine götürdü”
AK Parti, seçmenin kendisine sarı kart göstereceğini hesap edemedi mi? Yoksa yenilginin nedeni ekonomi mi?
Yenilginin nedenlerinden biri ekonomidir ama tek neden değildir. Çünkü 10 ay önce de bir genel seçim yapıldı. Ekonomideki kötü gidişat o gün de vardı.
AK Parti kurulurken vatandaşlığı esas alan bir siyaset yaptı. Benim bir iddiam var. Türkiye’nin en demokratik ve en özgürlükçü programlarından birisi AK Parti’ye aittir. O programı yazanlardan birisi olarak bunu söylüyorum. Ancak AK Parti, MHP ile olan ittifakından sonra anayasal vatandaşlık çizgisinden daha çok kimlik çizgisine doğru bir kayma gösterdi.
“MHP’yle ittifak yüzünden AK Parti’ye giden Kürt oyları dip yaptı”
Ben Kürt oylarını çok önemli bir faktör olarak görüyorum. Türkiye’de yaklaşık 20 milyon Kürt nüfus olduğu ifade edilir. Bunun 15 milyonu seçmendir. Bu seçmenin 5 milyonu aşağı yukarı DEM Parti’ye oy verir. Geriye 10 milyon oy kalır. İddia ederim ki; bu 10 milyon oyun 8 milyonu AK Parti’ye gidiyordu. Fakat bu seçimde bence AK Parti’ye giden Kürt oyları dip yapmıştır.
Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadığı Doğu ve Güneydoğu’da belediyelerin büyük bir çoğunluğunu zaten yine DEM Parti kazandı. Ama büyükşehirlerde; buna İstanbul, Ankara başta olmak üzere İzmir, Manisa, Mersin, Adana, Antalya, Bursa ve Balıkesir’i de ekleyebilirsiniz, Kürt oyları CHP’ye gitti. Kaldı ki Kürtler, CHP’ye kolay kolay oy vermezdi.
Alevi vatandaşlarımız da Tek Parti döneminin kendilerine reva gördüğü eziyet ve zulümlerden dolayı CHP’ye kızdıklarında, Demokrat Parti’ye oy veriyordu. Fakat Türkiye’deki aptalca diyebileceğimiz Sünni politikalardan dolayı Alevi vatandaşlarımız hem Marksistlerin kucağına itildi, hem de CHP’ye adeta tekrar mahkum edildi.
Aynen onun gibi aslında Kürt vatandaşlarımız kesinlikle ırkçı olarak görmediği ve kendilerine daha yakın gördüğü AK Parti’ye oy veriyordu. Ama AK Parti’nin MHP ile ittifakından sonra bu meselede de çok büyük bir kırılma oldu ve Kürt vatandaşlarımızın önemli bir kısmı AK Parti’ye oy vermemeye başladı. Her durumda DEM Parti’ye oy veren Kürt seçmenlerin dışında kalanlardan söz ediyorum.
Düşünebiliyor musunuz? AK Parti Van’da 2007’deki genel seçimde yüzde 53 düzeyinde oy alırken, bugün yüzde 27 oy alıyor. Yarı yarıya seçmenini kaybetmiş durumda.
MHP’yle ittifakın getirdiği büyük bir yıkımdan söz ediyorsunuz yani?
Marjinal partiler veya ideolojik partiler koyu renkler gibidir. Onlar katıldığı diğer renkleri kendine benzetir. AK Parti’nin ittifak kurduğu MHP ve HÜDA-PAR gibi partiler ideolojik partilerdir. İttifak kurulan partiler ideolojik partilerse, AK Parti’nin veya başka büyük bir kitle partisinin onları kendisine dönüştürmesi mümkün değil. Siz büyük çapta onların çizgisine doğru yol alırsınız.
“AK Parti MHP’ye mahkum oldu”
AK Parti din üzerinden siyaset yapmayan, muhafazakâr demokrat bir partiydi. Sonra kendisini dini değerler üzerinden siyaset yapan, milliyetçilik rüzgarıyla kendisini MHP’ye mahkum eden bir parti haline getirdi.
Etnisite üzerinden siyaset yapan siyasi partiler var. Bu sadece MHP’ye mahsus değil. 2011 seçimlerinden sonra yaptığımız tüm MYK, MKYK toplantılarında gündem oldu.
O zaman Sayın Bahçeli çok ağır hakaretlerde bulunuyordu Sayın Erdoğan’a ve AK Parti’ye neredeyse her grup toplantısında bir dizi hakarette bulunuyordu. AK Parti’yi HDP’ye karşı tavizkar olmakla suçluyor; AK Parti’yi HDP ile “verin başkanlık sistemini alın eyalet sistemini, verin başkanlık sistemini alın özerkliği” şeklinde bir pazarlık içinde olmakla suçluyordu.
O zaman ben toplantılarda Sayın Erdoğan’a ve oradaki AK Parti üst yönetimine dedim ki: “Arkadaşlar biz Edirne’den Van’a kadar, Kars’a kadar her etnik unsurdan ve her bölgeden oy alıyoruz. Biz eğer Kürtçü siyasetle yakınlaşırsak Türkleri kaybederiz. Ama Türkçü siyasetle yakınlaşırsak Kürtleri kaybederiz.” Bu ikisi de bizim açımızdan doğru değil. Çünkü AK Parti etnisite üzerinden siyaset yapan bir parti değildi.
Etnisite üzerinden de, din üzerinden de siyaset yapmanın hep çok yanlış olduğuna inandım. Nitekim kuruluşta Sayın Erdoğan, AK Parti’nin Milli Nizam, Milli Selamet, Refah, Fazilet partilerinin bir devamı, başka versiyonu olmayacağını söylediği gibi etnik siyaseti de kesin olarak reddetmişti. Erdoğan o zaman, din üzerinden siyaset yapmanın dinimize, memleketimize, milletimize zarar verdiğini de söylemiş, “O gömleği çıkardık” demişti. Demişti ki; “AK Parti din üzerinden siyaset yapmayacak. Muhafazakar demokrat bir parti olacağız.”
Fakat süreç içerisinde maalesef burada da bir kırılma oldu. AK Parti, maalesef dini değerleri günlük siyasetin retoriği haline getiren bir yola saptı. Bu alışkanlık geçmişte kalan Milli Görüş partilerinin vazgeçilmezi idi. Bu da çok büyük bir yanlış oldu.
Halbuki AK Parti katı ideolojik temelde kurulan bir parti değil, prensipleri olan bir kitle partisi idi.
“MHP özgül ağırlığının yirmi katı iktidar üzerinde etkiye, yetkiye sahip”
Daha önce MHP ile ittifak için “cinnet hali” demiştim. Şimdi yine aynı şeyi söylüyorum. Bunun izahını da yapıyorum: 50+1 teklifi, daha doğrusu başkanlık sistemi teklifi, Erdoğan’a ve AK Parti’ye bir tuzaktı.
Ben bunu söylediğim zaman MHP’nin sözcüleri bana ağız dolusu hakaretler ettiler. Fakat Tayyip Bey de bir süre önce bunun yanlış olabileceğini söyledi. MHP yine tepki gösterdi. Niçin?
Çünkü MHP şu anda özgül ağırlığının yirmi katı Türkiye’de iktidar üzerinde etki ve yetkiye sahiptir. Sorumluluk yok ama etki alanınız, olayları şekillendirme potansiyeliniz son derece büyüktür. Neden? Çünkü AK Parti kendini onlara mahkum etti. 50+1’den dolayı. Şu anda Mecliste MHP’nin desteği olmasa AK Parti çoğunluğu kaybetmiş durumda. Böyle olunca da siz oraya mahkum oluyorsunuz.
Buna gerek var mıydı? Bugünkü şekliyle bir başkanlık sistemi Türkiye için gerekli miydi? Bana göre kesinlikle gereksizdi. Çünkü AK Parti 2002’de yüzde 34 küsur oyla cumhurbaşkanını, başbakanı, meclis başkanını seçti. Şimdi peki niye gidip yüzde 50+1’le siz kendinizi etnisite üzerinden siyaset yapan bir partiye mahkum ediyorsunuz? MHP ile olan ittifak AK Parti’ye çok büyük zararlar vermiştir.
“AK Parti’nin kurulduğu günden bu yana bir ilk: Yüzde 30-70 dengesi CHP lehine”
Türkiye’de solun normalde yüzde 25-30, sağın yüzde 70-75 oy potansiyeli var. 31 Mart sonuçlarına baktığınızda AK Parti, MHP, Yeniden Refah, HÜDA Par’ın belediyelerde yönettikleri kitle yüzde 30’a varmıyor. Yüzde 30-70 dengesi CHP lehine kuruldu şu anda. Ve bu Türkiye’de bir ilk.
“AK Parti fabrika ayarlarına dönerse yoluna devam eder”
Sayın Erdoğan seçim akşamı bir balkon konuşması yaptı ve özeleştiri yapılacağını söyledi. Ancak eğer bu özeleştiri bir ense tıraşı, saç, sakal, bıyık düzeltme şeklindeyse bunun anlamı olmaz. AK Parti’nin fabrika ayarları AK Parti’nin programıdır. AK Parti fabrika ayarlarına dönerse, hatalarını düzelterek yoluna devam eder.
“Erdoğan’ın kendisiyle bir hesaplaşması gerekiyor”
Peki hesabı kim ödeyecek? AK Parti’ye tam olarak ne oldu?
Birkaç genel başkan yardımcısını, bakanı, danışmanı görevden almak yetmez. Özeleştiri yapılırken veya fatura çıkartırken kimin yetkisi ne kadarsa, onun sorumluluğu da o kadardır. Dolayısıyla sorumluluğu daha çok olanın daha çok hesap vermesi gerekir. Burada en büyük yetki Sayın Erdoğan’ındır. Burada sayın cumhurbaşkanının sadece bazı isimleri değiştirmek yerine bence kendi kendisiyle de bir hesaplaşması gerekiyor. Başarıyı sahiplenip başarısızlığı başkasına mal etmek doğru bir tutum olmaz.
Liderler zayıfken veya yeteri kadar güçlü değilken etraflarını liyakat ve ehliyet esasına göre güçlü insanlardan oluştururlar. Vakta ki ayakları yer tutar, ipleri iyice ellerine alırlar; teker teker o güçlü insanları, o deve dişi gibi insanları harcarlar ve onların yerine kendilerine kayıtsız şartsız itaat ve biat edecek insanlar getirirler. Maalesef AK Parti’de de şu anda yaşanan budur. Sultan Abdülhamit de, Mustafa Kemal de, Tayyip Bey de bunu yapmıştır.
AK Parti’nin programını yazan 10 kişiydi. O 10 kişiden, şu anda mekanizma içinde bir kişi var. 53 kurucu vekilden sadece bir kişi var. Sayın Faruk Çelik’i son seçimde Artvin’e gönderdiler. 53’te bir yani. Sivil kurucuların bir çoğu meydanda yok. Bir kısmı vefat etti, bir kısmı etkisiz ve yetkisiz şekilde kenarda duruyor.
“Sarayda kanunların efendisi haline getirilmiş bir komünist bozuntusu var”
Biz Sayın Erdoğan’ı kendi arkadaşlarının hukukunu, kendi hukuku kabul eden bir lider olarak gördük ve uzun yıllar birlikteliğimizin esası buydu. Fakat görüyorum ki bugün bu bozulmuş durumda.
Ben AK Parti’nin programını yazan 10 kişiden biriyim. İlk grup başkan vekillerinden biriyim. AK Parti’nin ilk kültür bakanıyım, en uzun süreli milli eğitim bakanıyım. 6 yıl kesintisiz parti sözcülüğü yaptım. Beni bir kenara bırakın, aktif değilim, partide şimdi bir görevim yok.
Sayın Hayati Yazıcı daha İstanbul Büyükşehir’den beri cumhurbaşkanının yanında, birçok netameli hukuk davasında yanında durmuş, çözüm üretmiş biri. Bugün de AK Parti’nin siyasi ve hukuki işlerinden sorumlu genel başkan yardımcısı. Sayın Aziz Babuşçu parti için önemli bir isim. Ardahan eski milletvekili sayın Prof. Dr. Orhan Atalay bir ahlak abidesi.
Van’daki mazbata verildi, verilmedi meselesinden ötürü bazı açıklamalar yaptık. Benim söylediğimi, Hayati Bey’in söylediğini kendinizce doğru bulmayıp, eleştirebilirsiniz ama sarayda kanunların efendisi! konumuna getirilmiş bir komünist bozuntusu var. Bu arkadaş Anayasa Mahkemesi’ne, AK Partililere, bizlere kendi aklınca ayar çekiyor.
“Ne idüğü belirsiz adam racon kesiyor, parmak sallıyor. Erdoğan nasıl müsaade ediyor?”
Hayati Yazıcı, partideki ikinci adamdır. Ama ne idüğü belirsiz bir adam ona parmak sallıyor. Racon kesiyor. Bizim yaptıklarımız kaydediliyormuş. Kendini devlet yerine koyuyor. Bu yenilir, yutulur bir şey değildir. Sayın cumhurbaşkanı, bu adamın bunu yapmasına nasıl müsaade ediyor?
Erdoğan’a uyarı: Etrafınıza topladığınız insanların kim olduğuna dikkat etmeniz gerekir.
AK Parti kadro hareketiydi. Genel başkan, eşitler arasında birincidir. Evet, AK Parti hareketinin lideri Erdoğan’dır şüphesiz. Ancak, dünyanın en yüksek tepesi Everest tepesidir fakat Everest tepesi varlığını ve oradaki duruşunu Himalaya dağlarına borçludur. Himalayalar silsilesi olmazsa Everest diye bir şey olmaz. Bu açıdan etrafınıza topladığınız insanların kim olduğuna dikkat etmeniz gerekiyor. Bizim dönemimizde Sayın Erdoğan’ın etrafında hasbî insanlar vardı; şimdi ise hasbilik, yerini hesabiliğe bırakmış görünüyor.
“Kusura bakmayın, kadro hareketi olmaktan çıktınız”
Siz eğer Sayın Bülent Arınç gibi daha işin başında, AK Parti kurulmadan önce sizinle yıllara dayalı hukuku olan bir insanı Devlet Bahçeli’nin ayaklarının altına atarsanız, kusura bakmayın, siz bir kadro hareketi olmaktan çıkmışsınız demektir.
Eğer birlikte yola çıktığınız insanları, yolda bulduğunuz insanlara ezdirirseniz, yolda bulduğunuz insanların ayakları altına atarsanız siz bu insanları ve bu insanlara gönül bağlayan kitlelerin de gönlünü kırmış olursunuz. Kusura bakmayın, bu kabul edilebilir bir şey değil.
Benim zerre kadar beklentim yoktur. Zaten beklentisi olan insan bu eleştirileri yapmaz. Gerçek dost, inanmadığı övgüler yapan değil, inandığı doğruları, rahatsız etse bile söyleyen insandır.
Mevlana der ki, “ İyi bir dostu olanın aynaya ihtiyacı yoktur.” Dost yüzünüze ayna tutandır.
AK Parti kadrolarının önemli bir kısmı harcanmıştır. Eğer benim kurduğum partide bunlar oluyorsa, rahatsızlığımı dile getirmemden doğal bir şey olamaz.
2015’te web sayfamda eleştirel yazılar yazıyordum. O zaman Siyasi ve Hukuki İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olan Sayın Mehmet Ali Şahin beni aradı ve dedi ki: “Hüseyin Bey, yazdıklarının yüzde doksanına katılıyorum ama niçin dışarıda bunları söylüyorsun?” Ben cevaben “Abi, kim nerede ise orada konuşur. Ben dışarıdayım ve haliyle dışarıda konuşup yazıyorum, bundan daha tabii ne olabilir ki” dedim. Bugün de aynı şeyi söylüyorum.
“AK Parti’den biri çıkıp da -sen kimsin, parmak sallıyorsun- diyemiyor mu?”
Erdoğan ne yapsın peki?
Sayın Erdoğan, ne yapacağını benden senden daha iyi biliyor aslında. Ama mühim olan bunu istemesidir. Bunu istemesi ve yapmasıdır. Ama bugüne kadar bu yapılmadı.
Diyelim ki Cumhurbaşkanı, şu anda ittifakın hassasiyetinden dolayı Sayın Bahçeli’ye bir şey söylemez. Hadi bir an için bunu anlamaya çalışalım.
Ama partideki etkili, yetkili biri çıkıp “kusura bakma ey saraydaki küstah! sen kimsin ki, yıllarca partimize, bakan olarak ülkeye hizmet etmiş bu insanlara parmak sallıyorsun,” diyemiyor mu?
AK Parti kurulurken benim Erdoğan’a sorduğum sorulardan biri de, partinin devlet adına millet üzerinde mi siyaset yapacağı, yoksa millet adına devlet nezdinde mi siyaset yapacağıydı. Yani AK Parti; devletin mi, milletin mi partisi olacaktı?
“Siz devletin partisi olmuşsanız ve buradan dönmezseniz ebediyen kaybedersiniz”
Erdoğan o zaman “Elbette biz milletin partisiyiz” dedi. AK Parti böyle kuruldu. Parti, programına göre gerçek anlamda sivil bir organizasyondur, sivil harekettir. Bunun gereğini de iktidarının ilk yarısında yaptı.
Gezi olayları, 17-25 Aralık, 15 Temmuz gibi olaylardan sonra AK Parti, milletin partisi olmaktan ziyade devletin partisi olmayı tercih eden bir rotaya girdi.
Siz devletin partisi olmuşsanız ve buradan dönmezseniz, ebediyen kaybedersiniz.
“AK Parti devlet partisi olma görüntüsü sergiliyor”
Mesela 1950’de seçimi kaybeden CHP sadece devletin partisi değildi, kendisini devletin ta kendisi kabul ediyordu.
İsmet Paşa Atatürk’ün mallarının hazineye devrine dair meclisteki tezkereyi okuyunca “niye CHP’ye değil devlete” diye milletvekilleri itiraz ediyorlar. İsmet Paşa da “devletle CHP farklı şeyler mi” diyor, bu derece devletle özdeşleşmiş bir yapı vardı. CHP’nin il başkanları valiydi, kaymakamları ilçe başkanıydı ama bence oradaki durum daha çok kitabına uydurulmuştu. Çünkü kanunda yeri vardı, kanunla bunu düzenlemişlerdi
Şu anda görevlerini layıkıyla yapan valileri, kaymakamları tenzih ediyorum tabii. Biz, valileri AK Parti il valisi haline getirdik. Kaymakamı AK Parti ilçe kaymakamı haline getirdik.
AK Parti, devlet partisi olma görüntüsü sergiliyor. Bu devletçi refleks ve hürriyetleri güvenliğe kurban eden bu yapı, kesinlikle kaybeder. Bundan sonra da kaybeder.
“İnsanlara tuvaletle mutfak arasında bir boru muamelesi yapamayız”
Siz gerçek anlamda bir hukuk devleti değilseniz, insan haklarınız adamakıllı değilse, memlekette adalet yoksa, şefkat ve merhamet kaybolmuşsa, ötekine saygı yoksa, yolsuzluklar almış başını gitmişse, ekonomi iyi olsa ne olur.
Biz mesela yaptığımız yollarla, köprülerle, şehir hastaneleriyle, hava alanlarıyla övünüyoruz. Elbette övünülecek bir şeydir bu. Ama unutmayın dünyanın en büyük barajlarını, en büyük oto yollarını, hava alanlarını Çin yapıyor. Ama Çin dünyanın en iğrenç ülkesidir. Çin’de hukuk yok, demokrasi yok, insan hakları, fikir hürriyeti hiç yok.
Doğu ve Güneydoğu’ya bakın. Oralara çok yatırım yapılmış olmasına rağmen, çok ciddi hizmetler götürülmüş olmasına rağmen niçin insanlar AK Parti’ye artık ciddi anlamda oy vermiyor?
Biz insanlara tuvaletle mutfak arasında bir boru muamelesi yapamayız. Unutmayalım ki, İnsan midesinden ve maddi refahından çok daha fazlasıdır.
Siz insanların karnını nasılsa biz doyuruyoruz diye düşünüp onların aklıyla oynuyorsanız, vicdanına ve ruhuna azap çektiriyorsanız insanlar sizi tercih etmez. Kaldı ki artık ekonomi kötü olduğu için maddi refahtan da söz edemiyoruz. Demokrasi olmadığında ülkeye yabancı sermaye de gelmez.
“AK Parti’nin topu buradan çevirmesi mümkün”
AK Parti’nin bundan böyle Türkiye’nin birinci partisii olma şansı var mı?
AK Parti, bugün genel seçim yapılsa yine Türkiye’nin birinci partisi olur. Kimse kendini aldatmasın.
Çünkü, atasözümüz der ki “Körler memleketine şaşılar padişah olur.”
Türkiye’de iktidara gelen ve iktidarda kalan partiler çok iyi oldukları için değil, rakipleri kötü olduğu için iktidara gelip iktidarlarını sürdürüyorlar.
Türkiye’de hâlâ merkezi hükümette vatandaşa güven veren, iktidardan daha iyi olacağı duygusu uyandıran bir muhalefetten, en azından şimdilik, söz edemiyoruz.
AK Parti 3 milyon oy kaybetmiş görünüyor. 2015 Kasım’ında AK Parti’nin oyu 24 milyona yakın. Oylar 16 milyona inmiş durumda. Kaldı ki, o günden bu güne seçmen sayısında yaklaşık 6 milyonluk artış olmuş. Eğer AK Parti o günkü oy oranı koruyabilseydi bu seçimde 30 milyon oy alırdı.
AK Parti’nin yeniden fabrika ayarlarına dönmesi gerekiyor. Hukuk devleti, demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü, ötekine saygı, basın özgürlüğü, yozlaşmadan dünya ile uzlaşmak, israfa sıfır tolerans, tevazu, empati, bütün yolsuzluklara paydos, şeffaflık, hesap verilebilirlik, kimsenin malına çökmeme, özgürlüklerin güvenliğe feda edilmemesi gerekiyor AK Parti’nin bu topu buradan çevirmesi mümkün.
Ekonomi vatandaşın en sıcak gündemi durumundadır. Vatandaşa kemer sık diyorsak, önce devlet kemer sıkacak. Devlet şu anda korkunç bir israf içindedir.
“Akıl galip gelirse iktidarda normalleşme olur. Tersi felakettir. Kürt meselesinin panzerihi eşit vatandaşlıktır”
İktidardan normalleşme mi, sertleşme mi bekliyorsunuz?
İktidarda eğer akıl galip gelirse, tabii ki normalleşme olur ama duygular ağır basarsa tabi ki sertleşme olur. Eğer duygularınız aklınızın önüne geçerse kendinizi ve idare ettiğiniz kitleyi felakete sürüklersiniz. Bunun en tipik örneği İttihatçılardır.
Bakın Demokrat Parti’nin 1957’den sonraki hali budur işte. Demokrat Parti’ye yapılanlar alçakçadır. Darbe alçakçadır. Ancak Demokrat Parti eğer o sertleşmeleri yapmasaydı belki tarih farklı seyredebilirdi.
Türkiye’yi kurtaracak olan demokratikleşmedir. Herkes için demokrasi, herkes için insan hakları, herkes için eşit vatandaşlıktır. Kürt meselesinin de panzehiri budur.
“Dış güçler, Siyonistler, lobiler…Yanlışları örtbas etmenin adıdır”
Türkiye’de ve dünyada yükselen bir milliyetçilik akımı var. Türkiye’deki milliyetçilik birkaç sebepten kaynaklanıyor. Bir, bölünme korkusu. İki;Türkiye’ye gelen göçmenlerden dolayı insanların kendisini ikinci sınıf vatandaş göreceği endişesi. Üç; istikrarsız dünyada, dış tehdit algısı. Bir de bizde paranoya haline gelmiş, komplo teorilerinin konusu olan kurgusal bir dış güçler meselesi var. Elbette bu istikrarsız ve tekinsiz dünyada sizin savunma mekanizmalarınız güçlü olacak. Ama Türkiye’de dış güçler paranoyak bir şekilde kullanılıyor. İyi bir şey yaparsak biz yapıyoruz. Ama olumsuz bir şey olursa dış güçler yapıyor. Faiz yükselirse, faiz lobisi yükseltiyor. Ama inerse biz indiriyoruz. Bu, ortaokul çocuklarının ruh haline benziyor. 8, 9, 10 alınca kendisi alıyor; ancak 1, 2, 3 alınca kendisine zaten gıcık olan! öğretmen veriyor.
Dolayısıyla dış güçler, üst akıl, Siyonistler, masonlar, şu lobisi, bu lobisi. Bu, bence aczinizi ve kendi yaptığınız yanlışları örtbas etmenin adıdır. Bu tür saçma mazerete kimsenin sığınmaması lazım.
“Bugün sandığa gitmeyen, sonraki seçimde boşanabilir”
Seçime katılımın düşük olduğu, AK Parti’nin bu yüzden kaybettiği değerlendirmeleri doğru mu sizce?
Yüzde 78 çok düşük bir katılım, evet. Sandığa gitmeyen insan -senin bu seçimi kazanman benim için çok da önemli değil- mesajı verdi AK Parti’ye. Eğer bu noktaya gelmişse seçmen, oradaki seçmen sadakati asgariye düşmüş demektir. Bu çok kötü bir şey. Bugün seçime gitmeyen adam, gelecek seçim başka partilere de oy verebilir. Yani önce evi terk etme, ondan bir süre sonra boşanma gelebilir.
“CHP Kemalist çizgide devam ederse sonsuza dek yüzde 25’te kalır”
CHP’li belediye başkanları makamlarında dua okuttular, sabah namazına gittiler ilk gün. Kuran’a el bastılar, yemin ettiler, Ramazan bayramımız mübarek olsun diye pankartlar açtılar, CHP gerçekten değişti mi?
Bence değişmeyenler sadece ölüler ve delilerdir. CHP gerçekten Türkiye’de kitlelerin gönlünü kazanmak istiyorsa, yüzde 25’te kalmak istemiyorsa değişmesi lazım. CHP Kemalist çizgide devam ederse sonsuza dek yüzde 25’te kalır. Bu sosyolojik bir gerçektir.
Laiklik üzerinden, Kemalizm üzerinden, başörtüsü üzerinden, irtica yaygarası üzerinden siyaset yapan CHP’yi, toplumun gerçek gündemiyle ilgilenen bir parti haline getirdi diye, Kılıçdaroğlu’nu takdir etmiştim.
“CHP’li arkadaşlar samimiyse helal olsun derim”
CHP’li belediyelerin bu yaptıkları eğer bir şovsa, eğer bir gösteriyse, eğer seçmenin gözünü boyamaya yönelikse, bu çok ayıptır. Ama bu arkadaşların gerçek duygularını yansıtıyorsa, bu arkadaşlar bunu samimi olarak yapıyorlarsa helal olsun derim.
Onların samimiyetini sorgulamak benim de, sizin de hakkınız değil. Daha sonraki icraatları bunu teyit ediyor mu ona bakacağız.
CHP’de Özgür Özel’in, İmamoğlu’nun, Mansur Yavaş’ın yaptığı açıklamalar bütünleştirici, toparlayıcı, kucaklayıcıydı. Rövanşist bir söylem ortaya koymadılar. Zafer sarhoşluğu durumuna düşmediler.
“Hangisi gerçek CHP?”
Yalnız CHP, çok homojen de değil. Şimdi bir taraftan Sayın İmamoğlu gibi İstanbul’u, Türkiye’yi kucaklayan bir söylem var CHP’de, bir de Tanju Özcan’ın ortaya koyduğu faşist çizgide diyebileceğimiz yabancı düşmanlığı üzerine kurulu bir söylem var. Afyon’dan Burcu Köksal hanımefendi milliyetçi çıkışlarda bulunuyor. Bunların hangisi gerçek CHP? Elbette bir parti içerisinde farklı renkler olabilir. Bundan sonra belirleyici olan, genel merkezin politikaları olacaktır. Onu göreceğiz.
CHP, farklılıklara saygı duyduğu sürece bu, Türkiye açısından bir kazanç olur.
CHP’nin dış politikada, Kürt meselesinde, Suriye konusunda, Türikye’deki dini hayatla ilgili tam olarak neler düşündüğünü görmemiz gerekiyor. Sadece iktidar eleştirisi üzerine kurulmuş bir politika CHP’ye yetmez. Başkalarının yanlışları ve hataları sizi doğru yapmaz. Bizatihi doğru politikalar geliştirip doğru icraatlar yapmanız lazım. Bu anlamda Türkiye’nin yönetimine talip CHP’nin her konuda çok net tavırlarının olması lazım.
Bir de, AK Parti’nin de hakkını yemeyelim. Böyle sabah namazına gitmeler, Kuran’a el basmalar, dua etmelerde, daha doğrusu kutsalların tabu olmaktan çıkarılmasında AK Parti’nin rolü büyüktür. Eğer AK Parti olmasaydı CHP’de en azından bazı insanlar bu çizgiye gelemezdi.