Son yıllarda sosyal medyada; 12 Eylül döneminde Diyarbakır Cezaevi işkenceleriyle bilinen Esat Oktay Yıldıran, 90’ların adı JİTEM’le özdeşleşmiş karanlık figürleri Yeşil ve Cem Ersever gibi 80’lerde, 90’larda, 2000’lerde milliyetçilik adına hiçbir zaman simgeleştirilmemiş ve açıktan savunulamamış figürleri ikonlaştıran bir eğilim var.
Bu eğilimin en son güçlü örneği, Esat Oktay Yıldıran’ın adının İzmir’de bir okula verilmesi üzerine başlayan tartışmalarda görüldü. Milli Eğitim Bakanlığı’nın “tasvip etmemiz mümkün değildir” ifadesine yer verdiği ve okulun adının değiştirilmesi için İzmir Valiliği’ne bilgilendirme yapıldığını duyurduğu açıklamasına Yıldıran’ı savunan tepkiler geldi.
Sosyal medyadaki bu figürler üzerinden oluşan eğilimi siyaset bilimci Doğan Gürpınar ile konuştuk.
Röportajın tamamını Serbestiyet Youtube kanalından izleyebilirsiniz.
Esat Oktay Yıldıran’ın bir okula adının verilmesinin ardından başlayan tartışmalarda Yıldıran’ı savunan bir kitle ortaya çıktı. Geçen sene Bursaspor-Amedspor maçında da Beyaz Toros ve Yeşil pankartları açılmıştı. Esat Oktay Yıldıran, Yeşil, Cem Ersever gibi figürler için sosyal medyada edit videolar, capsler yapılıyor. Bu figürlerin hiçbir zaman bu şekilde açıktan savunulduğu ve kahramanlaştırıldığı bir dönem olmamıştı. Bu yeni nesil milliyetçiliği nasıl değerlendiriyorsunuz?
Okula Esat Oktay Yıldıran isminin verilmesi çok cüretkardı. Muhtemelen, Diyarbakır’da Şeyh Said Bulvarı yapılmasına bir tepki ve cevap olarak MHP’ye yakın bir kanadın işi. Daha belki 18-20 yaşlarında insanların çıkarttığı bir yeniden ortaya çıkarttığı bir figürün kurumsal bir etki yaptığını göstermesi açısından dehşet verici bir örnek oldu.
İkinci olarak, “yeni nesil milliyetçilik” lafını ben de kullanmıyor değilim ama aslında bu kavram bazı şeyleri basitleştirmemize neden oluyor. Bu tarz bir eğilim hep vardı ama örgütlü yapılar içinde bunların sesi pek duyulmazdı. Atsızcılar hep vardı ancak onlar Müslümanlık dışı doğaları gereği belki ana akım milliyetçilik, sağ milliyetçilik tarafından biraz dışarıda bırakılmıştı.
Sosyal medya bu geleneksel hiyerarşik bağlantıları çökertti. Bu nedenle değişen kuşakların fikirleri değil, kolektif bilgilerin üretilme ve katmerlenme mekanizmaları oldu. Bu bakımdan kuşak deyince hem kuşak suçlanmış oluyor bir yandan da bu insanların kuşak içinde olduğundan daha fazla bir önem ve güce sahip olduğu fikrine varılıyor. Bu kişiler de bundan hoşlanıyor. “Entelektüel elitlere karşı mücadele eden 18-20 yaşındaki vatansever insanlar” imgesini besliyor ve onlar için bir nevi gurur nişanesi haline geliyor.
Tabii bunun kuşaksal bir dinamiği var ama temel mesele bu yeni kolektif bilgi üretme mekanizmalarının, bu zamana kadar hiç bilinmeyen, önemsiz, lanetlenmiş isimlerin birden bir fenomene dönüşme mekanizması üretmesi. Esat Oktay Yıldıran, bunun en kristalize hali. Çünkü mesela Ahmet Cem Ersever ya da Yeşil de benzer kötü nam salmış kişiler. Ama kimileri diyebilir ki, “Yeşil, dağlarda savaştı, kelleyi koltuğa koydu ve kendisi de bilinmeyen bir şekilde öldü.”
Fakat Esat Oktay Yıldıran dediğimiz adam, hiçbir direniş imkanı olmayan insanlara işkence etmiş bir gardiyan olması bakımından “delikanlılık” açısından da savunulması çok zor bir figür.
12 Eylül zulmünü tecessüm ettiren meslek kolu belki de gardiyanlıktı. Çünkü polis de işkence yapmış olsa bile sokakta vurulabilir ya da ömrünü korkuyla tamamlayabilir. 12 Eylül’de gardiyan figürü, bu bakımdan da savunulması zor bir şey. Çünkü savunmasız insana şiddet kullanıyor.
Peki nasıl oluyor da insanlar işkenceciyi sahipleniyor. Çünkü sosyal medyanın polarizasyondan beslenen doğasında en keskini, en savunulmayı savunmak bir nişan haline geliyor. İnsanlar küfürden, nefretten besleniyor. Bu da savunmayacak insanları savunulur hâle getiriyor.
İlla milliyetçilik anlamında da değil mesela solda da benzer bir Sovyet kültü ortaya çıktı. En net örneği Stalin. Stalin, 1990’dan sonra örgütlü solun yavaş yavaş geride bıraktığı, ortodoks Marksizm’le hemhâl olmaya devam eden yapılarda dahi Stalinist terörü sessizlikle geçirildi ya da yeni zamanların gündeminde artık hatırlanması çok da makbul olmayan birtakım hatıralardı.
Fakat sosyal medya, yeni bir Stalinizm kültü yarattı. Stalinizm de aslında 30 yıl sonra geri döndü. Stalin, bir takım 20 yaşındaki sosyalistin gözünde; faşizmi yıkmış, Berlin’e kızıl bayrak dikmiş, Nazizm’e haddini bildirmiş bir kahramana dönüştü. Bu, 40 yaşındaki bir sosyalistin bakışından farklı. Çünkü farklı beslenme mekanizmaları var.
Tarihsel bir devamlılığa oturmayan, süreksiz kavramlar ortaya çıktığı gibi sıfırdan, yakası açılmadık kahramanlar yaratılıyor. Esat Oktay Yıldıran bunun en radikal tüyleri diken diken eden bir örneği.
Stalin’in geri dönüşü de buna benzer ya da son zamanlarda sosyal medyada görülemeye başlayan Sovyet komutanı profilleri. Sovyetlere, sosyalizme dair bir başarılar sahiplenilecekse, bunlar orada yatmaz. Ama oradaki o militer haşmet, üniformanın büyüsü ilgi çeken.
Aynı şekilde başkalarına da Nazi üniformaları pozitif geliyor. Bu üniformalara duyulan ilgi, yeni bir mistik erkeklik kültü yarattı.
Bu sebeple de “teröriste işkence eden bir gardiyan” olarak tanımlanan kişi belki de sırf üniforması sebebiyle bir kahraman olarak görülebildi. Aslında tüm bunları da mümkün kılan sosyal medyadaki PP (Profile Picture) ihtiyacı. İnsanlar kendilerini anonim kılarak bir profil açacaksa, oradaki personasına ana karakteri verecek şey olarak görüyor bunu.
Mesela birçok Atatürk PP’li insan var. Öyle ki seçilen Atatürk resminden, kişinin Atatürkçülüğüne dair bir fikir de edinebiliyoruz. Fraklı Atatürk ise daha ana akım bir Atatürkçü olduğunu anlıyoruz. Fakat Atatürk’ün son yıllarda kültleşen birkaç fotoğrafı var, aynı zamanda tek sakallı olan fotoğrafları: Trablusgarp’ta çekilmiş fotoğraflar. Aynı zamanda da 1912’de Atatürk’ün ilk kez kamusal alanda yayımlanan fotoğrafları. Şimdilerdeki hipster ya da alfa sakallılığına da biraz atıfla Atatürk’e bir “sakallı”lık biçmek; gayrinizami harp sırasında ve olağan olmayan koşullardaki bir anı, Atatürk imgesine eklemek burada ortaya çıkan.
Bence oradaki Atatürk imgesi, aynı onu PP yapan anonim hesapların yaptığı gibi; delikanlı, sözünü esirgemez, tavrını koyan bir adam. Yani subay bile en nihayetinde hiyerarşik yapıda görevini ifade eden kişidir.
Orada çerçevelenmiş bir fikriyatı temsil edilen bir Atatürk yok. Orada savaşçı, delikanlı, lafını koyan, kabına sığmaz bir Atatürk, yani kendilerine benzettikleri bir Atatürk var.
Herkes kendi personasına göre karakter arıyor. Bu PP’lerdeki Stalin de dil bilimi üzerine, Marksizm üzerine, milletler sorunu üzerine kitaplar yazmış bir Stalin değil. Orada da “Nazizm’e koyan”, “kapitalistlere haddini bildiren”, “delikanlı ve alfa” bir Stalin var.
Buradaki Stalin; Leninizm’i perfect etmek etmiş, tüm sapmalara karşı sosyalizmi kurumsallaştıran, partiyi tamamen iktidar gücüne dönüştüren bir Stalin değil. Buradaki Stalin; yiğit, delikanlı ve askeri üniformalı bir Stalin.
1950’lerde Macaristan’da tankları savunmuş, 1968’de Prag’a girmeyi savunmuş bir Stalinizm değil bu konuştuğumuz “Stalinizm”; bu alfa kültü, erkeklik kültü, bu alt-right kültü. Esat Oktay Yıldıran da buraya oturuyor. Şu anda herkesin öfkelerine göre simgeleştirdiği figürler bunlar. Ne Atatürk tarihsel kişiliğinde ne Stalin. Ne Esat Oktay Yıldıran ne Yeşil ne de mesela Nihal Atsız…
Şu andaki 20 yaşındaki bir genç için Kemalizm 1930’lardan bu yana tevarüs eden, devamlılık gösteren bir yapıda değil. Onun kendi kendine sıfırdan yarattığı bir şey. Ama çocukluğundan beri benimsediği bir şeyin kılıfını giydirmek gerekiyor o da Atatürk oluyor. Başka kişilerde de Nihal Atsız, Nazi subayı veya diğer örnekler oluyor.
Yıldıran, Yeşil, Cem Ersever gibi figürlerle ilgili bu meşrulaştırma, Kürt meselesinde daha sert ve uzlaşmaz politikalar talebinin bir uzantısı olarak da değerlendirilebilir mi?
Bu gençler ne biliyorsa onun üzerinden konuşuyor ve kendilerini de onun üzerinden anlamlandırıyorlar. Mesela Gezi Parkı eylemleri sırasında HDP’li bannerlar ve milliyetçi bannerlar yan yana bulunabiliyordu.
Oradaki ortam birtakım makbuliyetler üretmişti. İnsanlar Atatürkçülüğü de, solculuğunu da, sağcılığına da o makbuliyetler içinde anlamlandırıyordu.
Bu gençler için tek bildikleri son beş yılın gerçekliği. Son beş yıl içinde hiç kimsenin tanımadığı Osman Kavala “terörist” haline geldi. Bir şehit babası, “Osman Kavala’ya hakkımı helal etmiyorum” demiş. İnsanlara bunu bildiren mekanizma ne? Osman Kavala da tersine bir örnek.
Esat Oktay Yıldıran’ın ismini de beş yıl önce gençler bilmezdi. Türkiye’de kamusal alan o kadar daraldı ki. Kürt meselesinde bu gençler hiçbir şey bilmiyor. Tüm kavramlarını, algılarını içinde oldukları kapalı evrenden oluşturuyorlar.
2010’da Kürt meselesinin ok rahat ve sık konuşulduğu bir ortam yaşandı mesela. O zaman da çok radikal ve rahat ifade edilebilen şaşırtıcı derecede bir mahcubiyet hissi vardı.
İnsanlar sanki 30 yıl boyunca neler yapıldığını en başından itibaren bütün detaylarıyla biliyormuş da tüm o dönem boyunca olan suskunluğunun hesabını veriyor, özür diliyor gibi bir ortam vardı. Oysa ki 90’larda olanlar da dahil birçok detaylar son birkaç yılda kamu bilgisi haline gelmişti. Birtakım entelektüel platformlarda, gazetelerde, televizyonlarda bu konuların işlenmesi insanları buraya getirdi. Tüm bunların etkisiyle Kürt meselesiyle ilgili geçmiş bir olgusal gerçek olarak kabul edildi, belki normalde çok daha yoğun bir hesaplaşma sürecinin sonunda kabul edilebilirdi.
Şu an kabul edilen olgusal gerçeklik ise; Kürtlerin sıfırdan isyan ettiği.
Benzer bir PP figürü de Ermeni Soykırımı tartışmalarıyla ilgili olarak çıktı: Talat Paşa. Talatpaşa Bulvarı var mesela ama isim verilmiş geçilmiş. Talat Paşa bu kadar bilinen bir figür değildi, nasıl bu kadar public bir figür haline geldi? Soykırım gündemi ortaya çıkınca ve buna reaksiyon olarak sahiplenme ihtiyacı olunca Talat Paşa öne çıktı.
Talat Paşa, sanki Türkiye’de hep hafızası yaşanmış bir insan olarak algılanıyor, halbuki böyle bir durum yoktu.
Şu anda Talat Paşa’yı sahiplenmek, Ermeni meselesiyle ilgili “Yaptık, iyi yaptık, gerekirse yine yaparız” demenin alameti. “Ermeni Soykırımı olmadı, yaşananlar talihsizlikti, soykırım yapma niyeti yoktu” diyen insan zaten Talat Paşa’yı figürleştirmez.
Birçok Talat Paşa PP’li sosyal medya hesabı da var. Talat Paşa çok tüketildiğinden diğer İttihatçı, komitacı kişilerin resimleri de PP yapılıyor hatta.
Mesela Kubilay neden bu kadar bilinen bir figür? Menemen Olayı’nın şoku sonrası o sırada askerlik görevini yapan bir öğretmen olan şehit Kubilay, öğretmenliği üzerinden de yaratılan bir kültle bir sembol şehit haline geliyor. Kubilay, bir şekilde tercih edilmiş ve yukarıdan yaratılmış bir kült. Belki ondan iki ay sonra benzer durumda kalmış ve öldürülmüş bir insan var ve şu an hatırlanmıyor. Belki 2041 yılında birisi seçilecek, ikon haline getirilecek ve herkes de yüzyıldır o kişinin bilindiğini zannedecek.
Tarihsel hafızanın doğal bir şekilde kendi başına aktığını düşünüyoruz. O nedenle daha önce bilinmeyen birinin şak diye bilinen bir figür haline gelmesi bizi şok ediyor.
Aslında tarihsel hafıza, sürekli yeniden üretilen ve kesintilerle akan bir süreç. Bu sebeple de sosyal medya yeni ikonlar, yeni kültler yaratıyor. Bugün 18-20 yaşında insanlar yaratıyor.
Daha önce de devletler ya da örgütlü yapılar yaratıyordu. Solda veya sağda kimlerin şehit olarak sayılacağına karar veriliyordu. Bunlar bize otantik geliyordu.
Fakat şu anda kültler çok yeni, hızlı ve kesintiyle ortaya çıktığı için bize hatalı geliyor. Aslında hata da yok. Sadece yeni sosyal medya mekanizmaları, hafıza yaratmanın biçimini değiştirdi.