Sloganları, kahramanlık hikayelerini, “heeyyyt” diye söze başlanmasını, meydanın sahibi olduğunu sandığı için “hodri meydan” diye bağırabilenleri seven, bu popülist hallerin mertlik falan olduğunu düşünen yığınlarız. Ancak baştan belirtmek isterim, başlıktaki ifadem, tamamıyla nezaket dolu, samimiyet içeren bir cümledir. Slogan, yüksek ses, herhangi bir meydan okuma, nispet içermemektedir. Malum, yazı her zaman konuşmada olduğu gibi vurguyu ifade edemiyor, dolayısıyla sesimin tonunu duyuramayınca, sesimin tonunu yazmak istedim.
CHP Genel Başkanı, cumhurbaşkanı adayı Sn Kemal Kılıçdaroğlu’nun liderliğinden önce CHP, topluma gereğince inmemiş, toplumun dini hassasiyetlerine yer yer tepeden bakmış, halkın partisi olmaktan ziyade statükonun partisi olmuştu. Kılıçdaroğlu, böyle bir partinin, halkla buluşma, halkla diyalog kurma, halkı dinleme pozisyonu almasına uğraştı. Ve başardı. Resmi ideolojiden zinhar ayrılmayan, laikliği din karşıtlığı olarak yorumlayabilen, alınmayın ama neredeyse tüm politikalarını bunun üzerine bina eden kendi tabanındaki bir zümreye rağmen o partiyi Türkiye’nin ihtiyaçlarını gören bir parti haline getirdi. Bu gerçekten bir başarıdır. Bu kolay kolay kimsenin de yapabileceği bir şey değildir. Ve bu sadece CHP için bir artı değildir, bu Türkiye siyaseti için bir kazanımdır.
Kılıçdaroğlu ile ilgili, benim ve binlerce başörtülü kadını ilgilendiren konu, hiç şüphesiz “helalleşme” söylemi. Kılıçdaroğlu, kadın hakları, insan hakları ihlali olan, tamamıyla ayrımcılık üzerine kurulmuş, din ve vicdan hürriyetini de kısıtlayan bir yasağı hem kaldırmayı teklif etti, hem de en samimi tondan “helalleşelim” dedi. Elbette iktidarın elinde CHP’ye karşı en önemli koz başörtüsü meselesi olduğu için, Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” söylemine Müslüman nezaketine, İslam ahlakına pek de uygun düşmeyecek tepkiler geldi. Bu minvalde yazan biri olarak, hem okurlardan hem de çevremden tepkiler aldım. Hatta Kılıçdaroğlu’nun seçilmesi durumunda vebal altında olacağım bile söylendi. Şöyle ki, yaklaşık bir yıldır devam eden bu süreçte, Kılıçdaroğlu “helalleşelim” dediğinde, TV 5 kanalında konuşmacıydım ve “28 Şubat’ı yaşamış biri olarak bu teklifi çok değerli buluyorum, benimle helalleşebilirler” dedim. Yani bu, “hakkım helal olsun” demekti. Dolayısıyla bu mesele üzerinden tekrar edecek olursam, dindar kesimin, hatta 28 Şubat’ı yaşamamış olanların ya da mağduriyet ile gelip mağrur olunca, bu mağduriyeti istismar etmekten imtina etmeyenlerin, bu nazik teklife karşı sertlikle mukabele ettiklerini görünce, bu denli intikam duygusu taşımanın ne denli hayret verici olduğuna takıldım kaldım. Bir şeyleri aşırı suni görünce, samimi olma isteği duyuyorum, dolayısıyla bu yazıyı bu nedenle de bir samimiyetle dertleşme yazısı olarak yazıyorum.
Meseleleri şahsileştirmeyi sevmem, yazacaklarım da hem şahsileştirme değil hem de ikili tartışmaya indirgenmeyecek kadar büyük ölçekli olduğundan, vereceğim örneğin bir örnek olduğunu, şahsi bir durum olmadığını belirteyim. Zaten benzer şeyleri başkalarından da duyduğumu belirtmiştim. Ayşe Böhürler Hanım, AK Parti’den milletvekili adayı olmuş, hayırlı olsun. Kendisi, Kılıçdaroğlu’nun “helalleşelim” teklifine, “hakkımı helal etmiyorum” diye mukabele etti. Kendi tercihidir, etmeyebilir. Ancak şunu da belirtmek gerekiyor, iktidarın elinde fazla bir koz kalmadığı için, başörtüsünü hala bir koz olarak kullanmak istediği için, bu konuda birileri, özür dileseler, yasayla başörtüsü serbestliğini garanti altına almak isteseler dahi, o kişilerin öfke kusulacak halde kalması arzu ediliyor. Bu da sanırım en iyi başörtülü bir vekil adayına yaptırılıyor.
28 Şubat’ı kenarından değil tam ortasından yaşamış biriyim, ama dediğim gibi bu şahsi bir mesele değil, onlarca kadının 28 Şubat acılarına tanık oldum. Bugün ömrümün hoca olabileceğim bir döneminde, hala öğrenciyim, yarı yaşımdaki gençlerle okumak güzeldi ama lisans, yüksek lisans ve devam eden doktora döneminde yaşıma ait olmayan bir yerde olmanın verdiği rahatsızlığı tam 9 yıl her gün yaşadım. Ondan önce 15 yıl da “kendini gerçekleştirememe” krizleri içinde geçti. En güzel yıllarım maalesef böyle geçti. Bunları dizlerinizi dövün diye anlatmıyorum, hangi şartlardan geçip de helalleşelim diyebildiğim görülsün diye anlatıyorum. Bu arada belirmek isterim ki, AK Parti’yi desteklediğim dönemde, muhalif yayınların, sosyal medyadaki sayısız insanın hakkımda “yandaş” gibi en nazik ifadelerden başlayıp, en ağırlarını kullandığı, iftiralara uğramış biriyim. Ve hiçbir zaman, iktidarı bir ikbal, bir statü isteği ya da maddi bir beklenti için desteklemedim. İktidarın dolgun maaşları ya da avukat ordularından, korumalarından güç almadım. İsteseydim alırdım ama istemedim ve almadım. Sosyal medya linçleri sırasında yalnızdım, yani iktidarın nimetlerinden faydalanmadım. İktidarı desteklerken, onun yanlış bulduğum politikalarını da eleştirdim. “Başörtülü aday yoksa oy da yok” dedim ve o seçimde başörtüsü yasağını kaldırmak için vekil göstermeyen AK Parti’ye oy da vermedim. Bunları takdir toplamak için yazmıyorum, başta da belirttiğim gibi samimiyetle yazıyorum ve benim de helalleşirken samimiyetle içimi dökme hakkım var. Ve o hakkı kullanıyorum. Çünkü…
Çünkü, iktidarın cefasını çekenlere çemkirilirken, sefasını sürenlerin “en mağdur benim” demesinden yoruldum. Alevi, CHP’li bir siyasetçinin “helalleşelim” söylemine toplumsal barışı hiçe sayarak sırf siyasi faydacılık için intikamla mukabele edilmesine bozuldum. 28 Şubat’ı yaşamış insanların, bir zamanlar kendileri gibi baskı gören insanlara baskı göstermesinden utandım. 28 Şubat’tan bugüne başörtülü kadınların siyasi gerginlik içinde hunharca kullanılıp, sonra kendilerine bu kadar güç atfedilen kadınlar güçlü olunca, kendi mahallelerinin mücahitleri tarafından “sen fazla kamusal oldun, artık eş ve anne olmalısın” dayatmasında bulunmasına öfkelendim. 28 Şubat’ı yaşamadığı halde “eşim, annem, kızım” yaşadı diyerek, onlardan çok mağdur olduğunu iddia eden tipolojilerden ayıptır söylemesi biraz tiksindim. “Allah ve kul arasındaki bir mevzunun” siyasetin nesnesi haline getirilmesine kırıldım. Hele hele Türkiye’de başörtüsü yasağı sorunu yokken, varmış gibi davranan ya da olacakmış gibi hareket edenlerin riyakarlığından ve ülkede tek sorun, sorun olmayan başörtüsü problemiymiş gibi davrananların bencilliğinden ürktüm. Emin olun, bunları ben yazıyorum ama çok sayıda kadın bunları benim gibi belki de daha fazlasıyla yaşıyor.
İşte bu yaşananların tümü hafızalarımızda halen taze iken ben helalleşelim diyen bir nidaya aynı nezaketle cevap vermekten başka bir yol da bilmiyorum. Çünkü on yıllardır bu ülkede insanların din, laiklik, başörtüsü gibi kavramlar üzerinden kavga etmesinden, günün sonunda o insanlar maddi ve manevi yorgunluk yaşarken, bu gerilimden beslenen çevrelerin bu değerleri bir yandan istismar etmesinden, bir yandan bunun maddi manevi itibarını görmesinden aşırı rahatsızım. Bu gerilimin ne hayrını gördük? E hani Ayşe Hanım da, başörtülü kadınlar da, AK Partililer de başörtüsü sorunu çözülsün istiyordu, alın size fırsat ayağınıza geldi, bu sorunu bitirelim, helalleşelim diyor ama siz “yok hakkım helal değil” diyorsunuz. Böyle mi çözülecek bu hem siyasi hem de toplumsal sorun? Karşınızda “başörtüsü düşmanı” dediğiniz kitle, “başörtülü kardeşlerim” diyor, sorunu çözmek için size yanaşıyor ama çözmek istediğini söyleyenler o uzatılan eli itiyor. Başörtüsü sorununu çözmek istediğinize emin misiniz, ben çözmek istediğinizden artık emin değilim, kavgayı devam ettirmek isteyen bir haliniz var.
Dedim ya, bu samimi bir iç dökme yazısı ve böyle içten bir yazıda açıkçası insanları geçmişte yaptıklarıyla itham etmek pek ahlaki gelmiyor. Mesela bu nedenle, 28 Şubat’a destek vermiş hatta Merve Kavakçı Meclis’ten kovulurken, kendi başörtülü vekilinin başını açtırmış MHP’yi, bugün aynı şekilde davranmadığı için geçmişteki eylemleriyle itham etmeyeceğim. Dahası Sn Kılıçdaroğlu’ndan esirgemediğim nezaketi, MHP’den de esirgemeyeceğim. Ancak merak ediyorum, 28 Şubat nedeniyle, doğrudan 28 Şubat’ta siyasi bir aktör olmamasına rağmen, “helalleşelim” diyen Kılıçdaroğlu’na karşı, “hakkımı helal etmiyorum” diye öfkeyle mukabele eden Böhürler ve onun gibi düşünenler, MHP’ye karşı neden bu kadar müsamahakar?
28 Şubat’ı yaşamış biri olarak ben, kendi adıma Sn. Kılıçdaroğlu’na hakkımı helal ediyorum. Bu ülkede dindar-laik gerilimini toplumsal olarak bitirmek için gösterdiği çabalar için de Allah razı olsun, diyorum.