Seçim tarihi olarak 14 Mayıs açıklandığında bu tarihsel referans iki ittifakı da çok heyecanlandırmıştı.
Cumhurbaşkanı, seçim tarihini açıklarken “Rahmetli Menderes, 14 Mayıs 1950’de ‘Yeter söz milletin’ demiş ve sandıktan büyük bir zaferle çıkmıştı. Milletimiz 73 yıl sonra bir kez daha aynı gün, Altılı Masa diyerek karşımıza çıkan darbe şakşakçılarına, kifayetsizlere ‘yeter’ diyecektir” demişti.
Ama beklenmedik bir şey oldu.
14 Mayıs’a ve “Yeter Söz Milletindir” sloganına CHP de sahip çıktı.
CHP milletvekilleri “Yeter, söz milletindir” videoları çektiler, dev bir “Yeter, söz milletindir” afişi CHP genel merkezine asıldı.
Ama sonra ne Cumhur ne de Millet İttifak bu tarihsel referanstan bir daha kampanya boyunca hiç bahsetmedi.
Çünkü tarihsel bağlam iki ittifaka da tam oturmamıştı.
21 yıldır iktidarda olan güçlü bir partinin “Yeter söz milletindir” demesi manasız olmamıştı, Millet İttifakı’nı hatırlatan slogan da talihsiz bir seçimdi.
CHP ise CHP’nin 27 yıllık tek parti iktidarının bitişini böyle kullanmayı içine sindiremedi, bu kadar tarihsel hesaplaşmaya hazır değillerdi.
Halbuki tarihsel analojilerin “literal” olarak yapılması yanıltıcı olabiliyor.
Zaten ondan bu seçim kampanyasında çokça da yapıldı.
Aynı yıllarda dünyanın pek çok milleti krallığı, şahlığı, çarlığı devirirken, 1908’de padişahlığı meşruti demokrasiyi desteklediği için aralarında Mehmet Akif’in de olduğu devrin İslamcıları bu kötü anolojilere kurban edilerek suçlandı.
Son 33 yılında artan bir baskı altında yaşadıkları padişahlığa karşı çıktıkları için ayıplandılar.
Daha sonra yaşanan olumsuz olaylar padişahlığı haklı çıkarmış, padişahı devirdikleri için pişman olmuşlar gibi tarihsel gerçekler Whatsapp aile grubu capsi düzeyine düşürülüp, seçime kurban edildi.
O yüzden 14 Mayıs 1950’nin literal bir okuması da yanıltıcı olabilir.
Ama o devrin gazetelerinde gezinmiş arşiv meraklıları için tarihsel bir okuma yapmak hiç de zor olmaz.
14 Mayıs 1950 seçimleri 1946 seçimlerinin gölgesinde yapıldı.
Bir daha öyle bir seçim olmaması için iki parti hala kullandığımız seçimi partilere ve yargıç güvencesine bırakan seçim sistemi ve Yüksek Seçim Kurulu üzerinde anlaştı. Ama 27 yıllık bir tek parti iktidarına karşı yarışmak yine de hiç adil değildi.
Demokrat Parti, o seçim kampanyasında karşısında sadece CHP’yi değil, 27 yıldır onunla içiçe girmiş devletin kendisini bulmuştu.
Seçime günler kala Taksim’de toplanan muazzam kalabalığı gösterip “İşte Paşam İstanbul” diyen İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay gibi valiler CHP mitinglerini organize etmişti.
Cumhurbaşkanı İnönü, bütün Türkiye’yi Cumhurbaşkanlığı treniyle dolaşıp propaganda yapmış, her gittiği yerde ona valiler ve generaller eşlik etmişti.
Diyarbakır Valisi, vali muavinleri ve Diyarbakır Müftüsü, köyleri dolaşıp CHP için açıktan oy istemişlerdi.
Adnan Menderes, memurların seçime müdahalesinden dert yanmıştı:
“Bazı mahalli idare amirleri ve devlet memurlarının taşıdıkları memuriyet sıfatının kendilerine yüklediği kayıtlara hiç ehemmiyet vermeyerek ve tıpkı partili imişler gibi bu gayret ve faaliyetlere bütün hizmetleriyle katıldıklarını ve kendilerini kaptırdıklarını görmekten teessür duymaktayız.”
Daha ileri gidenler de olmuştu. Bazı illere ve bölgelere jandarma ve polis DP’lileri sokmamıştı.
DP lideri Bayar’a “Lüleburgaz’dan geçerken Halk Partililer gazoz, Babaeski’den geçerken rakı şişesi fırlatmıştı. Polis saldırganları izlemişti.
İzmir mitingi sırasında bizzat polis havaya ve halkın ayaklarına doğru ateş açmıştı.
“Vatan hainleri giremez” diyerek ilçeye giden tek köprünün üzerine serilen Türk bayrağı yüzünden Bayar, Edremit’e girememişti.
Muhalefetin vatan hainliği ile suçlanmasının bir sebebi vardı.
1947’de Sovyet Rusya Türkiye’den toprak istemiş, tehditlere başlamıştı. CHP iktidarı bu yüzden NATO üyeliğine başvurmuş, ABD ile güçlü ilişkiler kurmuştu.
CHP medyası DP’lileri komünistlikle, Rus ajanlığıyla, Rusya ile işbirliğiyle suçluyordu. DP’ye Rus ajanlığı, komünistlik ve vatan hainliği suçlamalarının sebebi parti kurulurken sosyalist Serteller ile kısa süreli işbirliğiydi.
Rus tehdidi korkusu ve muhalefete Rus işbirlikçiliği suçlaması seçim kampanyası boyunca sürdü.
Epey tanıdık bu satırlar 73 yıl önce 14 Mayıs 1950 seçimlerinde günler kala CHP’nin sesi Ulus Gazetesi’nde çıkmıştı:
“Beşinci kol propagandası o kadar ileri gidiyor ki buna kapılanlar memleket istilaya uğrarsa hudutları çiğneyecek düşmana karşı harb etmeyeceklerini ilan etmekten çekinmeyecek kadar namus ve şeref duygusundan uzaklaşıyorlar…1946 seçimlerinde DP saflarına sokulmaya muvaffak olmuş hüviyet ve şahsiyetleri meçhul serserilerin Türk vatandaşlarını anarşiye sevkederek ateş içinde bırakacak tarzda yaptıkları tahrikler hatırlardadır.”
Devrin en ateşli CHP’li kalemlerinden olan Peyami Safa Ulus’ta şöyle yazmıştı:
“Bu partinin ve onun iktidar sisteminin Bayar’lardan, Bayur’lardan ve daha başka parti ve particiklerin mümessil ve mensuplarından fazla yıkıldığını görmeğe can atan düşman sınırımız dışındadır: malum. CHP iktidarını yıkmağa çalışmak, onunla ister istemez cephe birliği yapmaktır. CHP iktidarı ebedi kalmayacaktır. Fakat her değişmenin tarihte bir eşref saati vardır.”
3 Mayıs 1950 günü Peyami Safa, seçmene seslenmişti:
“Bayar’ın ne bir meydan savaşı ne bir Lozan’ı ne de direktifsiz bir idare tecrübesi vardır. Atatürk ve İnönü’nün ikinci kaptanı, onlardan birinin devamlı güdümüne kat kat muhtaç olduğu bir devirde ikisinden de mahrum kalarak iktidar sevdasındadır. Bakışlarını dünyanın simsiyah ufuklarına salmış, kopacak büyük fırtınayı sezen uyanık bir seçmen, DP dahi olsa bir şu oynak denize bir de hala dış tehlike şuurundan mahrum ikinci kaptana bakar ve devlet gemisini ona teslim etmenin ne tehlikeli bir hafiflik olduğunu görür.”
Seçime doğru gündeme gelen af meselesi de seçim kampanyasının bir parçası haline gelmişti. Affın en tartışmalı ismi komünist şair Nazım Hikmet’ti. Hikmet affın kapsamı dışında tutulma taleplerine karşı açlık grevine başlamıştı.
CHP medyası, en az onlar kadar anti-komünist olan DP’liler iktidara gelirse Nazım Hikmet gibi vatan haini ve komünistleri affedeceğini yazıyordu.
O yıllarda henüz terör ve terörist kavramları yoktu ama 1950 seçimlerinde CHP, DP’yi “şiddet politikası” gütmekle suçlamıştı.
Bunun sebebi 46 seçimlerine itiraz için DP’lilerin yaptığı “anarşik” protesto gösterilerinin hatırası ve seçimde yine hile yapılırsa sonuçları tanımayacaklarını açıklayan DP’nin açıkladığı Milli Teminat Andı’ydı.
CHP ve medyası buna “Milli Husumet Andı” adını takmıştı.
Ulus yazarı Hüseyin Cahit Yalçın’a göre bu kadar, “kan kokan, memleket içinde kardeş kavgası çıkartmak isteyen tamamen karanlık ve tehdit edici” bir karardı:
“Hürmet görmek için hürmete layık olmak icap eder. Kardeşkanı dökmeye hazırlanan elleri kimse sıkmaz”
CHP’li siyasetçiler ve gazeteler, DP’nin pazubandlı, silahlı gizli milis kuvvetleri olduğunu iddia ediyordu.
Bunun dayanağı da Bayar’ın eski bir komitacı olmasıydı.
Öyle ki DP Trabzon İl Başkanı ve Erzurum İl Başkanı ise “gizli cemiyet kurma” suçundan hapse atılmıştı.
İktidarın hedefindeki isimlerden biri de DP’nin genç ve popüler kurucularından Adnan Menderes’ti.
İstanbul Emniyeti tarafından takip edilen Menderes hakkında İzmir’de yaptığı bir konuşma yüzünden soruşturma başlatılmıştı.
Menderes’in konuşmasını yayınlayan Tasvir, Yeni Sabah ve Gerçek gazeteleri süresiz kapatılmıştı.
CHP’ye karşı çıkmakla devlete isyan etmek birbirine karışmıştı.
DP’li Samet Ağaoğlu, bir konuşması yüzünden “Meclis’i basmak” suçlamasıyla evinden alınıp sorgulanmıştı.
Ama bu baskılardan şikayet edenlere ülkede hürriyet ve demokrasi olduğunun kanıtı olarak seçimleri gösteriyordu.
Cumhurbaşkanı’na hakaretten dokunulmazlığı kaldırılan Afyon milletvekili, eski general Sadık Aldoğan’a yapılan muameleyi eleştirenlere CHP’li gazeteler Batı’da da benzer uygulamalar olduğunu hatırlatıyordu.
7-001.jpg
Seçim kampanyasının en önemli meselelerinden biri ekonomiydi.
Demokrat Parti’nin en büyük avantajlarından biri de eski İktisat Vekili Celal Bayar’dı.
Bayar’a göre ülke iflasın eşiğindeydi, hatta Marshall yardımı olmasa iflas etmişti. Güçlü bir mali politikaya ihtiyaç vardı.
CHP ve gazeteleri ise ekonomideki sorunların abartıldığını yazıyor ve Avrupa’daki iktisadi durumu anlatıp, bir nevi “şükür” çağrısı yapıyordu.
Ulus’ta Peyami Safa, Paris’e giden bir arkadaşının oradaki zorlukları görüp “Cumhuriyet Halk Partisi’nin günde birkaç kez ellerini öpmeliyiz” dediğini yazmıştı.
CHP propagandasında ithamlar sınırsızdı.
DP’nin kadın memurları işten atacağı, ülkenin yıkıma sürükleneceği, Kürt isyanı çıkacağı yazılıyordu. DP, iktidara gelirse Stalin’in sınırdan işgale girişeceği dedikodusu bile yayılmıştı.
Celal Bayar, genç yaşında Atatürk tarafından bakan ve Başbakan yapılmasına rağmen, her şeyini borçlu olduğu Atatürk’e ihanet etmekle dahi suçlanmıştı.
Seçime günler kala Ulus’un yazarlarından Hüseyin Cahit Yalçın, meseleyi Atatürk’e nankörlüğe kadar getirmişti:
“Görüyorsun ki bu yol seni Milli Mücadeleye, Milli inkılaba, büyük Atatürk’e nankörlükten başka birşeye götürmedi. Kapa kulaklarını bu kötü ve çirkin propagandaya. Gözlerini ruhuna çevir, vicdan ve kalbinden gelenleri dinle. Kaybettiğin doğru yolu ancak böyle bulursun.”
Ulus’un başyazarı Falih Rıfkı Atay da seçime günler kala Türk milletine seslendi:
“Muhalifler güneşi çamurla sıvamak için gece gündüz çalışsınlar. Türk Milletinin sağduyusu ve muhakemesi yalan ve iftiralara rağmen realiteyi görmesine kafidir. Ve tekrar ediyoruz: Türk milleti nankör değildir.”
Ama millet sandıkta 27 yıllık tek parti rejimini değil, nankörlüğü, anarşistliği, Rus ajanlığını, vatan hainliğini, Kürtçülüğü, şeriatçılığı seçti.
73 yıl sonra yarın Türkiye bir 14 Mayıs günü yine sandık başında.
73 yıl önceki CHP bugün kim acaba?
Emin misiniz?
14 Mayıs seçimleri ardından muhalif Kudret gazetesinde yazılan bir köşe yazısının başlığı