20 Yıllık Hikâye: Kadınlar AK Parti Dönemini Anlatıyor röportaj dizisinin beşinci konuğu Yıldız Ramazanoğlu.
Geçtiğimiz yirmi yılda kadınlar, özellikle dindar kadınlar nereden nereye geldi, neler yaşadı, neler hissetti?
Cumhuriyetin makbul kadınlarından olmak her zaman zordu. Halide Edip ve Nezihe Muhittin gibi kadınlar bile eleştirel zekâları ve otoriteyle ters düşen hareketleri yüzünden muteber olmadılar. Dindar kadınlar ise kurtuluş savaşından çıkmış bir toplumun geri kalmışlığının müsebbibi olarak görülen İslam dininin taşıyıcıları olarak işaretlendi. Değerlerini terk etmeden güncelleyen, kendilerinden yola çıkan kadınların modernlikleri rahatsızlık yarattı. On yıllarca süren başörtü yasakları, varlığı kabahat olan kadınların uğradığı ayrımcılık, itham ve mahkûm edilme hali, kimi dindar çevrelerdeki derin kadın sıkıntısını görünmez kılıyordu. Son yirmi yılda üç farklı mütedeyyin erkek profili ortaya çıktı: Çağı kadınlarla birlikte kavrayıp, olumlu bir eşgüdüm içinde yol arkadaşlığı yapanlar; başörtülü kadınları yasakçı çevrelerle birlikte küçümseyip, geri kalmışlık ithamını yansıtarak gizliden horgörüye katılanlar; zamanın tamamen dışından gelip köyünden hiç çıkmamış, babaannelerin evrenindeymişiz gibi hayatlarımıza karşılık gelmeyen söylemleri, “İslam budur” diyerek dayatanlar.
AK Parti kadınların haklarını konfeti gibi yağdırmadı, kolaylaştırıcı ve destekleyici oldu elbette, fakat bu, kadınların uzun yıllar süren mücadelelerinin, hak arayışlarının sonucuydu. Son on yılda olup bitenleri hiç bilmeyen kuşaklar yetişti. Onlar görece özgürlüklerinin, eğitimlerinin doğal sonucu olarak özgüvenliler ve hedefleri, idealleri peşinde koşabiliyorlar. Fakat bu sefer de bazı zamanlarda ehliyet aranması yerine mülakat adı altında yapılan haksızlıklara maruz kaldılar.
Öte yandan işletme sahibi olmak isteyen kadınlara verilen mikro krediler, ücretsiz kadın sağlık merkezleri, engellilerin ve yaşlıların bakımı için sağlanan destekler çok olumlu gelişmelerdi. Kadınlara yönelik şiddetin önlenmesinde ise caydırıcı önlemler bir türlü alınamadı. Tersine yönetimin İstanbul Sözleşmesinin iptali için yapılan acımasız kampanyalara teslim olması ümit kırıcıydı.
Roboski olayı da derin bir çatlak. Bir köyün bütün evlatları katledilirken içi yanan, acıları paylaşan yaklaşımlar yerine, maddi tazminatları öne süren ifadeler kadınları derinden yaraladı. Olaydan kısa bir süre sonra bir grup kadın taziye için karlarla kaplı köye gittiğimizde kırılmış, ziyadesiyle incinmiş kalpler karşıladı bizi.
Bu dönemde eş, kızkardeş, anne demeden özellikle eğitimli kadınlara yönelen hakaretlerin, rol dağıtmaların, ne yapması gerektiğini tehditler savurarak söylemenin öznesi olan bazı kendinden menkul kanaat önderleri ortaya çıktı. Genel manada erkekleri de içine alan insanlık dışı çalışma ve yaşam koşullarını ele almaya, anneliği babalığı mütekâmil biçimde tanımlamaya güç yetiremeyenler, alkol ve uyuşturucu bağımlılarının şiddetini bile zımnen savunur hale geldiklerini fark etmediler. Şiddete ve aile içindeki yıkıcı etkilerine en çok Peygamberimizin izinden gidenlerin karşı çıkması gerekirken, çaresiz insanları görmek duymak, bir nebze olsun korumak için yazılmış belgeleri ortadan kaldırmanın vebalini üstlendiler. Elbette halis niyetlerle maddeleri konuşup tartışmak, daha iyisine ulaşmaya çalışmak haktır. Belgelerin iptali için ortalığı velveleye vermekten daha kötü olanı ise, bu konuda hiçbir düşünsel emek, teklif ya da yeni bir önerinin bulunmaması, mevcut durumun sessizce kabulünün, aile şampiyonluğu olarak görülmesidir.
Yıllardır iktidarda bulunan AK Parti’nin doğruları ve yanlışları neler?
Birkaç gün önce mutena denilen semtlerden birindeydim ve akıl almaz pahalı arabaları süren sayısız kadınla karşılaştım. Kapitalist bir düzende kimsenin aklından bunu sorgulamak geçmez. Fakat ne zaman ki başörtülü bir kadın pahalı bir kıyafet giymiş ya da arabaya binmişse bu kişileri soygunla hırsızlıkla yağmacılıkla suçlamak gibi bir teamül oluştu kimi çevrelerde. Bu işaretleme ülkedeki imkânların asıl sahibi, imtiyazlı yurttaşları ve ayrıcalıklı kişileri olarak sadece kendilerini görmeye alışmış zihinlerin ürünüydü. AK Parti sınıflar ve bölgeler arasındaki derin uçurumu ortadan kaldırmak için adımlar attı, böylece Anadolu insanına layık görülmeyen eşitlenme, içinde bulunduğu kastı aşma imkânı doğdu. Bu çok kıymetli bir kazanım. Açılım politikaları, çözüm süreci, âkil insanların ülkenin sinir uçlarına erişen yolculukları çok kıymetliydi. Cumhuriyet tarihinde ilk kez Ermeni halkının acısını paylaşan, Dersim katliamı için özür dileyen, özgüvenli, olgun, barış dolu bir dille karşılaşmıştık. Fakat uzun sürmedi, çeşitli süreçlerden geçerek şahin ve güvenlikçi yaklaşımlara tekrar döndük. Kapitalizme karşı sadeliği, emeği, eşit hakları savunan ideallerin tümüyle terk edildiği, neo liberal politikalara ve sermayeye teslim olan bir sistemin içindeyiz.
Güvenlik, sağlık, ulaşım, iletişim gibi devasa alanlarda çok önemli gelişmeler kaydedildi. Yapıcı eleştiriye bile kapalı olunması ülkenin her kesimdeki âkil potansiyelinden yararlanma imkânını ortadan kaldırdı. Kapalı kapılar ardında kıyasıya eleştirip kamusal alanda övgüler yağdıranların en büyük kötülüğü yaptıkları fark edilemedi. Darbe girişimi kahramanca durdurulmuş olsa da bir noktada başarılı oldu, ‘kaygı durumu’ ister istemez açılım politikalarını askıya aldı ve merkezi bir içe kapanmaya yol açtı. AK Parti hiçbir zaman İslamcılık iddiası gütmese hatta kendini daima muhafazakâr parti olarak tanımlasa da siyasi arenadaki bütün hatalardan, kötülüklerden, yağmalardan Müslümanlığı hatta İslâmı sorumlu tutan bir söylem gelişti. Hem de sadece periferide değil, bizzat dindar kitlelerin yeni kuşakları arasında. Başını açan binlerce kadının, dinden uzaklaşan sayısız insanın hissiyatı ve gerekçeleri henüz Müslüman çevrelerin yeterince ilgi alanına girmiyor.
Adil olmayan mevcut sistemin nasıl değişebileceğine dair güçlü fikirler ve öneriler de göremiyorum. Değişim isteyenler sadece iktidarın ve imkânların el değiştirmesini mi istiyorlar, bekleyip göreceğiz.
Oyunuzdan -partilerden- bağımsız, kadınlar için nasıl bir Türkiye hayal ediyorsunuz?
Acıları ve sevinçleri ortaklaştırabilen insanların çoğunlukta olduğu bir Türkiye’de yaşamak isterim. Mesela Berkin Elvan, Ali İsmail Korkmaz ve Yasin Börü için aynı şekilde üzülmemiz ve acımızı ortaklaştırmamız gerekirdi. Şiddetin gündemimizden tamamen çıktığı, her şeyi belli bir sakinlik ve seviye içinde konuşabildiğimiz, herkesin biricik varlığına, güven içinde olma ihtiyacına saygı duyduğumuz ilişkilere ve birbirimizi duymaya ihtiyacımız var.
İsterdim ki temel haklar ve asgari insani koşullarda eşitlik olsun ve bu bizi kimin yönettiğinden, hangi partinin geldiğinden bağımsız değerlerimiz olarak, zihinsel kodlarımıza yerleşsin. Böylece her seçim bir hayat memat meselesi, ölüm kalım savaşı olmasın ve hatta katılım da bu kadar yüksek olmasın. Çünkü nasıl olsa kim gelirse gelsin altına inilemez bir adalet ve dürüstlük çıtası gerçekleşir inancı hâkim olsun. Bir işe, bir yere, bir kuruma başvururken ‘adamını bulmak’ deyimi sözlüklerden sonsuza dek çıksın. Şehirler doğayla uyumlu olsun. Ürkütücü betonlaşma kâbusu son bulsun. Kadınların, gençlerin, yaşlıların, engellilerin ve çocukların güven içinde hareket edip sosyalleşeceği, geniş kaldırımlı, insanın arabalardan daha değerli olduğu dost şehirler isterdim.
Şehrini sahiplenen, benimseyen, koruyan ve itiraz etmeyi bilen yurttaşlar olmamız gerekiyor bunun için. Farklılıklardan çatışma yaratılan söylemlerin sonlandığı, kamu alanının çoğul bir zenginleşme alanı olduğu, hırs, intikam, kin, nefret dolu cümlelerin kurulmadığı, bir arada yaşamaya yazgılı olduğumuzun bilinciyle uzlaşma kültürünün geliştiği kâmil bir hayat. Kimliklerden yaralar üretmesek, içimizdeki çoklu aidiyetleri idrak etsek, ortak insani değerlerde buluşsak. İç içe geçmiş iktidarların yarattığı endişelerin korkuların bizi teslim almaya kalkışmadığı bir dünya. Hiçbir evin ötekinin ışığını, rüzgârını, ruhunu kapatmadığı bir şehir.