Charlie Brooker’ın 2013 yapımı Black Mirror serisi hayatlarımıza ilk bölümünden bomba gibi düşmüştü. Dijital platformlar olmadığı için kaçak dizi sitelerinden izlediğimiz -gerçi şimdi olsa kaçımız farklısını yapar- bu mini seri, ilk bölümünden itibaren dünyanın dört bir yanında olduğu gibi Türkiye’de de ‘bazı’ sokakların gündemine girmeyi başarmıştı.
Çoğu bölümü distopya ve bilim kurgu evreninde geçen bu antoloji dizisinde herkesin kendisine ait bir favori bölümü vardı. Hatta izleyenler arasında en iyi bölümün hangisi olduğu üzerine ateşli tartışmalar dönüyordu. Favorilerim arasında olmayan bir bölüm aklıma geldi geçenlerde: The Waldo Moment.
Waldo, çocuk programı estetiğinde tasarlanmış, kaba üslubuyla ünlülerle röportaj yapan bir animasyon karakteridir. Waldo’ya hayat veren komedyen Jamie Salter’ın muhafazakâr bir adayla yaptığı röportaj ve sonrasında adayın olay çıkarması üzerine gelişen hikâye, Waldo karakterinin seçimlere girmesiyle devam eder. Bir karavanın üzerine yerleştirilmiş ekranlardan mitingler düzenleyen, dijital mecralardan propaganda yapan Waldo, yani Jamie Salter, büyük bir kitle desteğine ulaşır.
Bundan iki sene sonra birçok insan Waldo’yu Donald Trump’a benzetecekti. Tabii bunun arkasında Trump’ın komik saçları ve karikatürize görüntüsünün yanı sıra Waldo gibi her türlü mecrayı kullanmakta mahir olması da vardı. Trump, yerleşik politikacılara güvenin iyice kaybolduğu bir ortamda, sert ve beklenmedik çıkışlarıyla seçmenlerle duygudaşlık kurabilen bir siyasetçi olarak Waldo’ya gerçekten benziyordu.
Bu benzerlik kurma çabasının -Trump’ı gerçeklik dışında iterek, onu sanki hayali bir karaktermiş gibi göstererek- hem onu hem de peşine takılanları küçümsemek amacıyla devreye sokulduğunu da düşünmeden edemiyorum. Tabii şans eseri seçim döneminde ABD’nin farklı eyaletlerinde bulunmaktan ve televizyon tartışmalarını çoğunluğu demokrat olan insanlarla birlikte izlemekten, onların sohbetlerine katılmaktan kaynaklanan bir yargı da olabilir bu. Ne var ki Trump’ı bir komedi karakteri olarak gören demokratlar bu tavırlarının pek işe yaramadığını, onun gerçek bir aday olduğunu kısa bir süre içinde anlayacaklardı.
Waldo’nun esin kaynağı nedir, nasıl çıkmıştır ortaya, inanın bir araştırma yapmadım, fakat gerçek hayatta buna benzer parodi figürlerin seçim yarışına girmesi görülmedik şey değil. Waldo’nun anavatanı İngiltere’de böyle adaylar uzun zamandır politika sahnesinde yer alıyor.
Mesela 1987’den beri – bir süre ara verse de- seçimlerde boy gösteren Lord Buckethead. Tükçesiyle Lord Kovakafa veya ‘Elmo’mu bana geri verin’ diyerek peluş Elmo karakteriyle seçimlerde boy gösteren Bobby Smith. Bu tarz adayları destekleyen bir de kuruluş var: Lord Buckethead’in de 2019’dan beri üyesi olduğu, 1963’te rock müzisyeni David Edward Sutch tarafından kurulan ‘Official Monster Raving Loony Party’. Örnekleri çoğaltmak mümkün.
2019’da Boris Johnson’ın Uxbridge bölgesinde yarıştığı seçimlerde, yukarıda saydığım karakterler dışında birkaç farklı parodi figürü daha aynı yerden aday olmuş ve seçim sonuçlarının açıklandığı toplantıda boy göstermişti. Şarkıcı Adele’i kamulaştırmak Lord Buckethead’in vaatlerinden biriydi. Obeziteye, trafiğe ve bisiklet hırsızlığına karşı herkese bedava bisiklet sözü de ona aitti. Ada siyasetini yakından takip eden kişiler bu işin teferruatını bizlere ayrıca anlatır, çünkü yazımın ana konusu bu değil.
Sadece İngiltere’de değil başka birçok ülkede ve Türkiye’de de buna benzer parodi adaylar, özellikle yerel seçimlerde, ortaya çıkıyor.
14 Mayıs seçimlerinin kampanyası bir parodi aday çıkartamayacak kadar ciddi ve gergin geçiyor. Depremi bile unutturacak bir gündem fırtınası var. Bu fırtınayı yaratanlardan biri de Muharrem İnce.
Muharrem İnce hayatımıza önce milletvekili daha sonra da Cumhurbaşkanı adayı olarak girdi. Tıpkı Antalya’da G20 etkinliğinde selfie izdihamına neden olan yakışıklı ve popüler başbakan Justin Trudeau gibi, kuantum fiziğine verdiği önemi daima vurguladı. “Kuantum diyen bir Cumhurbaşkanı” olacaktı. Fizik öğretmeni İnce’nin kuantum diyen bir Cumhurbaşkanı olması fikri o dönemin muhaliflerinin mitingleri doldurmasına yetti. İnce aynı zamanda da rövanşist tavrıyla destek topladı. En azından seçim akşamına kadar durum böyleydi. Sonrası malum, Türkiye’nin kuantum diyen bir cumhurbaşkanı olması hayali suya düştü. Takımının üstün bir oyun oynadığını düşünen ve kutlamalara erken başlayan taraftar, yediği gol karşısında sustu kaldı.
O zamanki seçim çok kritikti -gerçi kritik olmayan bir seçim hatırlamıyorum ben- şimdiki de onlardan biri. Muhalefet ilk defa uzun süren bir iktidarı, bir zihniyeti değiştirmenin eşiğinde. Fakat yıllarca kaybedilen onlarca seçimin ardından spor basınımızın favori klişesi ‘Şampi-‘ demeye çekinen muhalif tedirginliği de yok değil. Tribünler suspus maçın bitmesini bekliyor. Son dakika yenilecek bir gol ve veda edilecek bir kupa korkusu. Zaten şu ana kadar, Kılıçdaroğlu’nun adaylığından Akşener’in masadan kalkmasına kadar bir sürü olay yürekleri ağızlara getirdi. Muharrem İnce’nin adaylığı da o korkulardan biri. Anket şirketleri, sosyal medyadaki sokak röportajları, nasıl politika uzmanı olduğunu bir türlü anlayamadığım gazeteciler İnce’nin adaylık kararının seçimleri ikinci tura bırakacağı gibi bir tablo çiziyor. Maçın uzamasından korkuluyor. Haksız olmayabilirler.
Bu defa Kuantum diyen bir cumhurbaşkanı, geniş muhalif seçmen için, karanlık tarafa geçmiş bir figür. Onun kuantum deme gücünün seçime olumsuz bir etkisi olabilir mi? İnce’den bir Waldo çıkar mı veya bir Trump? Ya da belki kendisi demokrasi tarihimizde yer alacak meşhur bir parodi adayı da olabilir.
İnce’den bir Trump çıkması zayıf bir ihtimal gibi görünüyor. Memleket Partisi’nin, pekâlâ Chatgpt tarafından da yazılabilecek parti programından bile bahsetmiyor İnce. Polemik yaratmak dışında söylediği somut bir şey de yok. Bu bile ondan bir Trump çıkmayacağının göstergesi bence. Trump, İnce’den daha fazla şey söylüyordu ve hoşumuza gitmese de kampanyası, söylemleri, vaatleri kendi içinde daha tutarlı ve planlıydı. İnce, bu defa Kuantum demeyi bile vadetmiyor sanki.
Pek tabii ciddiye alınmadan geçilecek bir figür de değil kendisi. Onun peşinden gidenleri dalga konusu yapmak da bir hata olur. Keza Waldo’ya olan ilgi gibi kendisine olan ilginin de ana kaynağı yerleşik siyasi figürlere güvenin zayıf olmasıyla doğrudan alakalı. Aslında kendisi de bu alışıldık ve demode siyasi iklimin temsilcisi ve bence bunun tamamen farkında. Kendisinden bir Trump hatta bir Bolsonaro bile çıkmayacağını pekâlâ biliyor. Polemik yaratarak, atar gider yaparak, kendisine yöneltilen suçlamaları ve öfkeyi sahiplenerek adeta demode siyaset adamı parodisi sahneliyor.
Bu noktada aklıma Besim Tibuk geliyor. Seçimlere girdiği dönemde yaptıkları, söyledikleri, üslubu o zaman için uçuk gelen şeylerdi ve dalga konusuydu. Sosyal medyanın onu bir parodi figürü gibi konumlaması Tibuk’a zaman içinde bir söylem dokunulmazlığı ve sempati kazandırdı. Aslında Tibuk kendisini parodi karakteri olarak konumlandırmamıştı. Esprili, kavramlaştırma becerisi olan, fikir üretmeye çalışan, özgün ve özgüvenli biriydi. İhtiyacı olan şey zamanın ruhuydu ki bunun da sonuçlarını bence bir şekilde almış oldu. Belki partisi seçimlerde yoktu ama kendisi git gide büyüyen bir dinleyici kitlesine ulaştı. İnce’nin onun gibi olması pek olası değil. Aralarında çok büyük farklar var.
Mesela Mustafa Sarıgül duruma çok önceden uyanıp tiktok parodileriyle vekilliği kaptı. Ne yazık ki İnce’nin böyle bir şansı kalmadı, o sebeple yerli ve milli Lord Buckethead olmak da onun adına fena bir fikir değil gibi. Sergilemekte olduğu hal ve tavrı ısrarla sürdürerek, zaman içinde ona karşı oluşan öfkeyi dindirebileceğine inanıyor olabilir. Bir parodi figürü olarak kendini kabul ettirip bu sahnede yer almaya devam etmek istemesi doğal bir refleks. Aksi halde siyaset sahnesinden silinip gitmesi söz konusu. Fakat, biraz karakterinin üzerinde çalışması gerekiyor sadece. Şu ana kadar bu yönde iyi bir yol kat etti, ancak hâlâ dünya örneklerinin çok gerisinde. O yüzden, Lord Buckethead veya Elmo’yla bir araya geldiği bir toplantı ayarlaması baya faydalı olur. Uluslararası bir aktör olarak görülmesinin onun açısından iyi olacağı kanaatindeyim. Ne de olsa Lord Buckethead ve benzerleri, Boris Johnson, Theresa May gibi siyasi figürlerle bir şekilde yan yana gelebilen ve gelecekte de gelmeye devam edebilecek aktörler. Kendisine çok iyi fikirler verebilirler. Mesela Kuantum Sefiri ismiyle şöhretini ülke sınırları dışına çıkartmak da bir fikir olabilir. Tibuk gibi cesur olmasına, politik kavramlar üzerine düşünmesine de gerek yok. Öyle olsa zaten bugüne kadar yapardı. Sadece, ‘Kuantum kuantum kuantum’ diye sayıklayan bir dünya lideri fikri başlı başına ilgi çekici zaten. Yarattığı korkudan ve zamanında meydanlara topladığı kitlelerden bu fikrin çalışacağı ortada. Ürün satışları ve alacağı telifler de cabası olur. Güzel plan.
Son olarak; tribünlerde korkuyla son düdüğü bekleyenlerin endişesini çok iyi anlıyorum. Fakat gerek Akşener’in masadan kalkma girişiminin gerek de Kuantum Sefiri Muharrem İnce’nin varlığının aslında Kılıçdaroğlu’nun adaylığından emin olmayan seçmeni konsolide etmiş olabileceğini düşünüyorum. Pek tabii meşaleleri yakmak, telefonların ışıklarını açmak için erken. Tansiyonu yüksek maçlarda tribünlerde olumsuz konuşanların sesleri çok çıkar. Çünkü diğerleri ellerini kavuşturmuş sessizce beklemektedir. Ama tribünlerdeki endişeli sessizliğin ve aralardan yükselen homurdanmaların sahadakiler üzerinde pek olumlu etki yapmadığını da bilmekte yarar var.
—————–
1985 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesinden ve aynı üniversitenin Sinema Televizyon yüksek lisans programından mezun oldu. İletişim alanında danışmanlık yapan Ertaş, görsel sanatlar, dizi ve sinema sektörlerinde çeşitli projeler geliştirmekte ve yönetmenlik yapmaktadır. Galatasaray taraftarıdır.