Ana SayfaSeçim 2023Üstlerine başlarına büyük özen gösterenlerin seçimi

Üstlerine başlarına büyük özen gösterenlerin seçimi

Ben sosyoloji, felsefe, edebiyat konusunda ciddi manada cahil bir insanım; dolayısıyla Roma’nın ünlü siyaset adamı, meşhur hatip Tacitus’un bu yazıda kullanacağım betimlemesi üzerinden Hindistan’a yeni bir yol keşfetmiş Kolomb heyecanıyla kendimce yaptığım tespitler büyük ihtimalle amatör eğlencesi kıvamında olacaktır. Size de bir taksiciyle konuşuyormuş, bir rakı masasında sohbet ediyormuş gibi okumanızı tavsiye ederim.

”Nehir boyundaki kavimler o derileri öylesine üzerlerine geçirir, ama içerlek yerde yaşayanlar, henüz ticaret yaparak belli bir kültüre erişmemiş olduklarından üstlerine başlarına büyük özen gösterir.

Yazıya başladığım alıntı Cornelius Tacitus’un De Origine et stiu Germanorum isimli Germanialı kavimleri konu alan etnografik incelemesinden bir cümle. Roma’nın ünlü siyaset adamı, meşhur hatip Tacitus’un bu kısa eserini okurken nedense aklıma bu cümledeki betimleme kazınmıştı.

“… ticaret yaparak belli bir kültüre erişmemiş olduklarından üstlerine başlarına büyük özen gösterir.”

Bu betimleme benimle birlikte her yere geldi. Hayatın içinde akıp giderken insanları bu gözle yeniden süzmeye başladım. Şimdi seçim öncesi tekrardan zihnimin tozlu sayfalarından çıkarttım.

Ben sosyoloji, felsefe, edebiyat konusunda ciddi manada cahil bir insanım; dolayısıyla bu betimleme üzerinden Hindistan’a yeni bir yol keşfetmiş Kolomb heyecanıyla kendimce yaptığım tespitler, büyük ihtimalle amatör eğlencesi kıvamında olacaktır. Size de bir taksiciyle konuşuyormuş, bir rakı masasında sohbet ediyormuş gibi okumanızı tavsiye ederim.

Tacitus “içerlek yerde yaşayanlar”dan, yani “ticaret yaparak belli bir kültüre erişmemiş” olanlardan söz ediyor. Peki bu bahsettiği kültür nedir? Daha doğrusu ticaretle ilişkisi nedir? Bu soruya tüccar kimdir diye sorarak cevap vermeye başlayalım… Tüccar, güvenli alanları çok kısıtlı, acımasız bir hayatın içinde var olmaya çalışan insandır. Hayatta kalmak için hizmetini veya ürününü satmaktan başka şansı yoktur. Sürekli değişen dinamiklere adapte olma mecburiyeti de cabası. Bu yüzden bir tüccar için potansiyel müşterisinin kim olduğunun da bir önemi yoktur. Sonuçta ticaret, dış görünüşle değil güven sermayesiyle yapılan bir uğraştır. Başka bir deyişle, kabın şeklinden ziyade sıvının niteliği önemlidir. Aksi senaryoda bir tüccarın hayatta kalma şansı yok denecek kadar azdır. Kendi dünyasının, hangi kültürel veya sosyal kimlikten olursa olsun, çarşıda bir karşılığının olmak zorunda olmadığını bilir. İşte bu ötekisine mecbur olma hali, Tacitus’un “kültür” diye tanımladığı şeydir kanımca. Uzun süre, nesiller boyu ticaret yapanlar bu duyguyu içselleştirirler ve bu “kültür” bir şekilde kendi aile çevresine kadar işler. Kendisinden farklı olandan korkmayan ve tehdit olarak görmeyen, güven odaklı bir kültür. “İçerlek yerde yaşayanlar” tüccar olmadıkları için buna sahip değiller pek tabii. Onlar, var olmak için ötekilerle etkileşime ihtiyaç duymayan daha risksiz, homojen bir sosyal yapı içindeki insanlardır. İşte bu yüzden de Tacitus’a göre bunlar giyim kuşamlarına özellikle önem vermektedirler. Bu özeni kendi sosyo-kültürel ve ahlaki duruşlarını ispat etme zorunluluğu veya ihtiyacı üzerinden okumak da yanlış olmaz. Bir nevi kibir, bir nevi değerli yalnızlık, varlığını görünür kılma arzusu gibi. Oysa nehir boyundaki ticaret kültürü sahipleri için dış görünüşten ziyade başka şeyler önemli. Birinin varacağı yerin daha demokratik ve özgürlükçü diğerinin de daha otoriter ve popülist bir zihniyet olacağını düşünmek çok zor değil.

Tacitus’un Germania’da bahsettiği “kültür” ün etkilerini aslında gündelik hayatımızda da gözlemlemek mümkün. Kimlik adacıklarına bölünmüş şehirlerimizin en kozmopolit ortamlarında, uzun süredir ticaret faaliyetiyle uğraşan esnafın tavrına bakmanız yeterli aslında. Dükkânına giren çıkan insanların çeşitliliği sayesinde daha açık görüşlü, daha kabullenici olduklarını görebilirsiniz. Pek tabii bütün ticaret insanları böyle değil. Uzun süredir bu hayatın içinde olanlardan, yani bir kültür oluşturanlardan bahsediyorum. Mesela kendi dünyasında muhafazakâr olduğu halde her cins insanla iletişime geçmeye ve onların taleplerini karşılamaya mecbur olan bir tüccarın zamanla gelişen toleransını ve kendine güvenini düşünün. Bu ticaret kültürünün birikimi sadece tüccara değil, onun temas ettiği yakın çevresine de bir şekilde sirayet ediyor pek tabii. AK Parti’nin ilk zamanlarında, tüccar, seküler sınıflardan da oy alabilmesinde bu “kültür”ün etkisi yok muydu? Hatta muhaliflerin piyasacı çevreleri, finans kapital denen garabeti suçlamasının altında bu yatmıyor muydu? Ya da şu anda muhafazakâr çevrelerin Altılı Masa ittifakına sempatiyle bakmalarında onların yıllardır içinde oldukları ticari faaliyetlerin etkisi hiç mi yok? Kılıçdaroğlu’nun kimlik siyasetinin ötesine geçerek güven sermayesiyle kurduğu ortaklığın cazibesi bu değil mi? Böyle bakınca sanki memlekette içerlek yerde yaşayanların hepsi nehir boyuna indiler ve daha demokratik daha özgürlükçü bir hukuk devleti hayalinin peşinde gitmeye karar verdiler gibi görünüyor. Gerçekten öyle mi? Bence değil.

Hâlâ apartmanların içinde yaşayan ev hanımları, okul binalarında tiktok çeken öğrenciler, fabrikalarda terleyen işçiler, plazalarda toplantı kovalayan beyaz yakalı çalışanlar, masa başında pinekleyen memurlar var. Yani varlıkları için ötekine ihtiyacı olmayan, onunla etkileşime geçmek istemeyen, riski düşük, öngörülebilir bir hayatı sürdüren milyonlarca “içerlek yerde” yaşayanlar.

Bu insanlar için kimliklerine özen göstermek önemli. Tacitus’un mantığıyla bu kesimler için kabın şekli, hâlâ içindeki sıvının muhteviyatından daha mühim. Dolayısıyla milyonlarca içerlek insanın hayatında popülist söylemler, hal ve tavırlar, imajlar daha belirleyici olabiliyor. Mesela Bilecik belediye başkan vekili Melek Subaşı’nın sanki bir İskandinav politikacı gibi görünmesi veya bir vals şovunun övünç vesilesi olması gibi. “Oyumu eski AK Parti’lilere mi vereceğim” diyerek TİP’e sempati duyan muhaliflerin de durumu hiç farklı değil aslında. Etrafınıza bakın. Çoğunun kentli, “eğitimli” ve beyaz yakalı, veya daha geniş tabirle maaşlı çalışan insanlardan oluştuğunu göreceksiniz. Yani bir tüccar gibi ötekine muhtaç olmayan insanlar. Tacitus’un tabiriyle “henüz ticaret yaparak belli bir kültüre erişmemiş” kimseler. Ahlaki pozisyonlarının hiçbir zaman teste tâbi tutulmayacağını bildikleri risksiz bir tercih onlar için TİP. Her tartışmada onlara üstünlük kazandıracak bir duruş. Çok özendikleri imajları için giyebilecekleri bir kırmızı kazak belki de. Sadece TİP değil tabii içerlek yaşayan milyonlar için siyaset, farklı katmanlarıyla aslında bundan ibaret. Yıllarca süren dış görünüş ve imaj üzerinden şekillenmiş siyaset bunun örneği değil mi? Ötekinin olmadığı, onunla paylaşmayı dışlayan veya onun kendi mahallesine layık görmeyen inanç bu içerlek dünyanın sonucu değil mi?

Tacitus’un söylediği gibi ticaret eksenli bir kültür yoksa, yani çay boyuna inmeye ihtiyaç duymuyorsanız, sizin ne denli çağdaş, ne denli açık görüşlü, ne kadar demokratik, ne kadar Avrupalı gibi olduğunuzu göstermenin kibirli görünmekten başka pek bir anlamı olmuyor. En nihayetinde ötekine hâlâ tahammül edemiyor, ötekine hâlâ ihtiyaç duymuyor ve popülist siyasete bir ölçüde mahkûm olup demokrat olma cesaretini de gösteremiyorsunuz. Hiçbir zaman test edilemeyecek ahlaki mevzilere siper kazıyor, orada debeleniyorsunuz. Her anlamda içerlek yerde yaşayan insanların çoğunlukta olduğu memur bir toplumda gerçek anlamda bir özgürlük talebinin geleceğini bu yüzden düşünmüyorum. Bu seçimlerde ne olur bilemem fakat ne olursa olsun uzunca bir süre nehir boyuna inmeyecek, üstümüze başımıza özenerek, sıvının muhtevasından ziyade kabın şeklini konuşmaya devam edeceğiz gibi duruyor.

- Advertisment -