Serbestiyet’te dün yayınlanan yazımdan devamla… Seçimlere giderken nostaljinin âlâsını AK Parti’nin ikinci reklâm filminde görüyoruz. Film bir “mahalle”de başlıyor ve o anda sımsıkı kucaklıyor beni nostalji: “Ah o eski mahalleler…”
O kelimeyi unutanlar yahut yaşı icabı “o mahalle”yi bilmeyenler için sözlükteki tanımını da ekleyeyim: “Bir şehrin, kasabanın, büyük köylerin idari yönden bir muhtarlığa bağlı parçası.” O mahallenin şehir hayatında pek kalmayan bir parçacığı, Sözlük’ün yanında filmde de duruyor.
Reklâm filmine stüdyo, set olanı da her haliyle o eski, o güzel, o “Komşu komşu huuu” mahallecik. Koşturan çocuklarıyla da film Yeşilçam’dan miras “Ayşecik”in maceraları tadında, o kadar sevimli. Filmin kurgusu, senaryosu da sanki oralardan. Kuvvetli bir esinlenme var bence.
“Mahalle baskısı” mı var?
Sokakta fırın, manav, eczane yan yana… O tarihi mahallede ekonomi, sosyoloji, siyaset, psikoloji tıkırında. Bakkal, kasap, manav, her mahalledeki fırınlar bugün tarih olmuş, ne gam. Bakışım elbette ona ayarlı değil ama filmde dikkatimi çekiyor. Mahalledeki yakın plan tüm kadınların, oyuncuların, -az sonra- kadraja giren iki genç kızın, alışveriş yapan genç kadının başı açık.
Bir tek kendi dükkânlarında eş kadrosundan çalışan kadının, gül(er) yüzlü Manavcı Teyze’nin başında yukarıdan fiyonklu, saçları biraz gösteren başörtüsü. O eski, cengâver başörtüsü muhaliflerinin bile “İlle olacaksa madem, nenemin eşarbı gibi böyle olsun bari” diye racon kestiği türden.
Gülenyüz emojisi tüm roller, figüranlar için şart koşulmuş. Herkeste nereden geldiği belirsiz, milli, şen şakrak bir tebessüm. Etkili… Sahneler beni de güldürüyor.
“Yine AK Parti mi be abi!”
Başrolü paylaşan iki erkek ise ülkemizdeki sağdan-soldan birçok hemcinsleri gibi sakallı… Şifreleri çözmekte biraz zorlanıyorum ama… Müşteri rolündeki genç adam -yanakları bir iki gün traş olmamış gibi- çene (top) sakalıyla biraz “AK Parti’ye karşı kamptan mı?” izlenimi yaratıyor bende. Var onda bir iş, bir filmasyon denge…
İçime düşen kurt genç adamın “Yine AK Parti mi be abi, vazgeçmeyeceksin yani!” demesiyle iyice kıpırdıyor. Gerçi tebessümüyle dengeli bir “Yine mi be abi”; “Yahu hâlâ mı AK Parti?” demiyor mesela. Eğer yapımcılar onu kurgularken bilinçliyse ince işçilik de sadece o replikte dikkatimi çekiyor.
Geçmişten, zaman tünelinden gelmiş, görmüş de geçememiş Manav Amca da güpgüleç. “Manav mı kaldı bu ekonomik kıyamatte?” gerçeğine meydan okuyarak karşılık veriyor: “Niye vazgeçecekmişim ki yeğenim, bak şu çocuklara (sokakta, manavın önünde top oynuyorlar)… İnsan geleceğinden vazgeçer mi, hele pırıl pırıl geleceğinden, hayallerinden, insan kendine hizmet edenden, kendi diliyle aynı dili konuşandan, sevdasından vazgeçer mi? Hiç doğrudan vazgeçer mi komşu?”
Bence eski DSP’li olabilir
Fikrimce “Valla doğru” demek için epey şahit isteyen filmdeki tek “doğru” vurgusu/kurgusu da o replik. Sinema öyle bir şey… Gerçek hayatta gösteremediğini stüdyolarda, senaryoya dayalı repliklerle şey ediyor. Sen de oturup seyrediyorsun; marketlerde “tadım”lık ayçiçeğinin 180 gramı 24.90 liraya satıldığı, kilosu 140 liraya geldiği için muhtemelen artık alamadığın çekirdek çitleme nostaljisiyle…
Mahcubiyetten mi, komşuluk hoşgörüsünden mi bilmem… Eskiden, o meşum “an”a kadar DSP’li olduğundan kuşkulandığım çene sakallı genç adam da hafif bir tebessümle başını önüne eğiyor. Partisinin Başkanını bu hâllerde görünce bence haklı bir mahcubiyet… Eşinin omzuna elini koyuyor, eşi de elini zevcinin beline koyuyor, mahçup mahçup gülümsüyorlar.
Komple mahalle stüdyosu ise aklıma “Bizimkiler”den “İkinci Bahar”a mahalle dizilerinin karelerini getiriyor. Hani her kökenden, her şiveden, edi-büdü komşuların karşılaşınca “Afiyettesinizdir inşallah” diye ayaküstü muhabbet ettiği zaman tüneli senaryosu.
Sen soğanı dağıtabilir misin Abidin?
AK Parti’nin bana böyle bir ortamda çılgınca bir cesaret, inanılmaz bir cüret olarak gelen senaryosu herkese inat o manavda geçiyor işte. Biliyorum, reddetseler de hepsi muhalefetin bir adet “soğan”ı yüzünden… Soğana karşı her cephede büyük taarruz.
Öyle ki o telaşla TOGG’la soğanı bile karşılaştırdılar, Cumhurbaşkanı Erdoğan yumruğunu havaya kaldırıp muhalif, aydın, belki de ressam “Abidin”lere “Sen soğanı masaya koyup dağıtabilir misin?” sorusunu bile seslendirdi.
Filmin zamanlaması da tam öyle. AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş’un “Biz TOGG diyoruz adamlar soğan diyor. Biz TCG Anadolu diyoruz, adamlar sarımsak diyor” açıklamasının hemen üstüne, her kanalda, her ekranda. Sağım sarımsak, solum soğan…
Aç insanı bunlar togg tutmuyor
O muhabbeti, o iflah olmaz polemik lisanını “Aç insanı bunlar togg tutmuyor, halk Kızıl Elma’yla doymuyor” faslından devam ettirmek mümkün ama hoş değil. O dili sevmiyoruz. Soğana karşı manavda portakalla topu kapıp kontra atak desem, o da zor.
Fiyakasından yanına varılmayan Turunçgiller o eski çizgi film “Jetgiller”i çoktan solladı. Mandalinayı locada Avakado’nun yanına oturttursan fazla maraza çıkmaz. Yani boyda boya enflasyonun sahnesinde manavda propaganda filmi çekmek cüretkâr, hatta pervanın sınırlarını zorlayan bir mesele.
TOGG: 6, Kayserispor: 0
TOGG’un öyle bir elektriği var ki seçime giderken her yerde insanı -gözüne gözüne- çarpıyor zaten. Alper Görmüş’ün 18 Nisan’da Serbestiyet’te yayınlanan “Fotomaç’tan Yeni Şafak’a eleştiri girişimini ‘saçma’ kılan düzeysizlikler” yazısına vesile olan TOGG “gol” bile oluyor.
Fotomaç’ın 15 Nisan’daki kapağının manşeti “Aslan TOGG farklı”. Yine bir ne alâka durumu. Belki de bir alâka kur(gula)mak için kapaktaki dekupe Galatasaraylı oyuncuların yanında, sahanın ortasında bir TOGG var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ınki gibi kırmızı.
Gerçi Emine Erdoğan Beşiktaşlıydı ama tribünlerdeki “Hükümet istifa” sloganlarının arkasından bilemem. MHP Lideri Devlet Bahçeli’ye uymuş olabilir. Alâka Sarı-Kırmızı’dan filan herhal.
TOGG’un kilosu 470 lira
TOGG’la soğanı, geçim derdiyle Kızıl Elmaları filan aynı denkleme koyan karşılaştırmanın mânâsına pek eremediğim için ben de üşenmedim, TOGG’un kilosunun kaç lira olduğunu hesapladım. Mantık aynı bence; kilosu 470 liraya geliyor. “Aaaa çok pahalı” demeyin hemen.
Yani bir kilo soğan TOGG’dan, pırıl pırıl TOGG da kilosu en az 600 liradan satılan bonfileden, kilosu 800-1000 liradan kıyılan pastırmadan ucuz. Denklemleri iktidarın bakanları, sözcüleri gibi reklâm filmindeki diyarda kurarsan her şey mümkün.
Hazine ve Mâliye Bakanı Nureddin Nebati’nin gözlerindeki ışıltı Manav Amca’nın gözlerine de montajlanmış. Ama Manav Amca reklâm filminde repliklerinin nereye gittiğini boş verip Bakan Nebati gibi “Sen git soğanın cücüğüyle oyna biraz, cücüğüyle…” filan demiyor. Zira film ailecek seyredilebilecek duygusal komedi.
Manav Harikalar Diyarı’nda
Millet öyle alışverişler yapamıyor, hatta onu hayal edemiyor epeydir. İftara, sahura birkaç dilim pastırma teşrif etse, masa ayağa kalkacak saygısından. Geçimde tüm matematik çarpım tablosundan ibaret: Maaştan her ay değişen sabit harcamaları çıkar, kalanı soğana, patatese böl filan.
Ama “mahalle”de öyle değil, o manav “Aliş Harikalar Diyarı’nda”. Ben olsam o arabayı almak için kuyruğa giren Manav Amca’yla Teyze’yi dükkânı kapatınca TOGG’a bindirir, teybinden de “Otomobil uçar gider, ömrüm gibi geçer gider”le finali getirirdim. Böylece filme dair nostaljiden ibaret eleştirilerinin de önünü keserdim biraz.
Gitmesek de “Bizim manavımız”
Nostaljik bir filmde, öyle bir “mahalle”de bakkal, manav ve o dükkânlardaki “amca”lar şart. Mahallemizde kalmasa da, biz de gitmesek, tozmasak da o manav, “Bizim manavımız”. Kalkıp o filmi güncelleyip ortaya bir süpermarket koysan, milletin yıllardır alınan aklı kimbilir nerelere, hangi el değdirilemeyen raflara gidecek.
Oysa bakkal, manav filan deyince… CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba’nın taze taze açıklaması da önümüzde: “Başkanlık sisteminden bugüne, 2018-2022 yılları arasında 583 bin 314 esnaf iflas etti, bu sayı Türkiye’de 44 ilin nüfusundan daha fazla.”
Fakat o ülke değil sanki burası. Hayalimden İflasiye diye dramatik bir şehir ve “O reklâm filmindeki kamera bir de o şehri dolaşsa…” düşüncesi geçiyor. Ama o da hoş, uygun değil böylesi ortamda, şehirleri yıkan bir depremin ağır dramında.
Manavda her şey var fiyat yok
Neyse… Film mevsimi geçmiş portakalları göstererek “Şundan üç kilo versene…” rahatlığındaki halktan kadınla başlıyor. Demek ki evde soğan, patates tamam, kahvaltıda portakal suyu sıkacaklar… Manavda da her şey var, bir tek fiyat etiketleri yok elbette.
Okunamayan ama fiyat izine rastlanmayan, muhtemelen üzerinde “Böyle portakal Washington’da, Beyaz Saray’da yok” filan yazan bir iki etiket dekordan… Zabıtalar tanıdık, “mahalle”den olsa gerek.
Portakalı ben yazayım, avuca sığan sıkması marketlerde 20 lira. Yazımda kullandığım ve Halil Berktay hocanın farklı marketlerden çektiği fotoğraflardaki etiketlerle birkaç kalem sanal, emekli alışverişi yaptım, o bile 200 liraya koşturdu.
Sanal alışveriş zaten filmde de var ama etiket, para alışverişi olmadığı için bedava olabilir. Bakarsınız seçime giderken bir aylık doğalgaz gibi patates, soğan da bedava dağıtılır. Sandığa giderken seçmene öyle de gaz verilir.
Sınavı geçersen sana 10 gb
Filme dönersek… Tam o alışveriş sırasında Manav Amca’nın 30-40 bin liralık “phone”u çalmasın mı, hatta da torunu Aslı var: “Bizim torun telefonla aramayı öğrenmiş, zırt pırt arıyor…” Telefonu öğrenme çağında olduğuna göre demek dört-beş yaşında filan torun, küçük yaştan almış akıllı telefonu eline… Eh herkeste sınırsız tarife, sınırsız mutluluk, “phone”lar “Bebelere balon”un yerini almış.
Üniversiteli gençlere bir defaya mahsus olmak üzere vergiden muaf telefon, aylık 10 gb internet de zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın vaatleri arasında… Gerçi Kılıçdaroğlu gençlere telefon vaadini daha önce açıklamıştı galiba ama olsun.
Seçim vaatlerinde açık artırmaya giren iktidarınki 10 gb, Kılıçdaroğlu’nunki 6 gb… Neredeyse iki katı; 23 Nisan vesilesiyle “Sevinin küçükler, övünün büyükler, herkese kutlu olsun…” Ama iktidar vaatlerini hemen gerçekleştirmiyor, “10 cigabyte”ı şak diye vermiyor. Aile geleneğinde o da normal, gençler seçimde, sandıkta sınavı geçerse verecek. Yok öyle mezun olmadan cigabyte.
“Sırlı elma”nın “gizli dünya”sı
Arada kamera “mahalle”ye dönüyor… Ziya Gökalp’in şiirli “Ala Geyik” masalı geliyor gözümün önüne. Çocuklar top oynuyor ama acıkmıyor, genç kızlar sokakta ala geyik, temizlik işçisinde uçan süpürge, komşular sarmaş dolaş, kuşsütünü de birazdan Sütçü Amca getirecek. Her şey yerli yerinde, “zaman” hariç. Manavın etiketsiz satışı gibi…
O camia, bir tarafından bakınca o nostaljik mahalledeki kendi yağıyla kavrulan, mutlu, mesut, ille kalender insanları anlatan “İkinci Bahar” dizisi, masalı… Benim uçup giden muhayyilemde bir tarafından bakınca, bizim neslin ilkokuldan ezbere bildiği Gökalp’in “Ala Geyik”inin asıl dizesi: “Yedim sırlı elmayı /Gördüm gizli dünyayı”… Fikrimce o derin sır, bugünlerde uçarak da gündeme gelen Kızıl Elma’da gizli.
“Haydi bi daha”yla “Yola devam”
Manavın adı da Yeşilpınar… Bereket Fırını’nın hemen yanında. Niye elma kırmızı da, manav yeşil mesela? Orada da şifreli bir mesaj var mıdır, o da aklımı kurcalıyor. İşte böyle oluyor insan, huylu oluyor bu ülkede. “Karşı dağlar memleket” deseler, altında buzdağı arıyorsun.
Filmin başı da finali de fondaki şarkıyla geliyor. “Haydi bi daha, bi daha, bi daha” nakaratına uygun adımla, “Doğru adamla yola devam”la… Her görselin, her cümlenin ana fikri “Yola devam” zaten…
AK Parti filminde büyük gaf
Seçime giderayak fondaki müzikle istenen oy da öyle: “Bi daha, bi daha, bi daha…” Ama film manavda geçiyor, sandık da manav sandığı… O yüzden o cümle manavın satış sloganı mı, torunu “Bi daha, bi daha…” portakal mı tutturmuş, evin reisi üç kilo portakalı yemiş de doymamış mı, aklım yine karışıyor.
Üstelik o nakaratı benim kulağıma hemen Millet İttifakı’nın seçime uyarladığı “Sana söz yine baharlar gelecek”i seslendiren Levent Yüksel’in “Bi daha” şarkısını bağırıyor. Bir dönemin popüler şarkısı… Orada da aynı nakarat şarkıya hâkim ama niyet başka.
Fikrimce AK Parti’nin bu filminin yapımcıları o şarkıyı duymamış. Yoksa filmdeki fon müziğinden çok daha meşhur o şarkıdaki “Bi daha, bi daha” nakaratının “Tövbeee, tövbeee”ye bağlandığını görüp, o şarkıdan hemen vazgeçerlerdi. Biraz dikkat, biraz özen… Muhalefete malzeme vermeyin.
İktidar “daha”yı çok seviyor
Bu arada iktidarın vaatleri Milet İttifak’ının altına imzasını attığı, Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da açıkladığı vaatlerden kuvvetli esintiler taşıdığı için acaba o cereyan şarkılara da mı yansıyor diye huylanıyorum. Elimde değil…
Son yerel seçimlerde Ekrem İmamoğlu’nun hikâyesiyle anlatıp seçtiği “Her şey çok güzel olacak” sloganından esinlenip onu da rakibi Binali Yıldırım bir “daha” ekleyip mitinglerinde kullanmadı mı: “Her şey daha güzel olacak.”
İktidar “daha”yı seviyor belki de. Cumhurbaşkanı Erdoğan da son yerel seçimlerde kendisine İmamoğlu’nun o sloganıyla seslenen vatandaşa “Daha güzel olacak, daha güzel olacak…” karşılığını vermedi mi?
“Yanlış zaman yanlış insan”
Seçimler ve bazı seçim şarkıları zaten kulaklardan gitmiyor. İktidarı düşününce zaten o mahut güfte de iç kulağıma çakılı, bana önceki gün yazı bile yazdırdı: “Şimdi dinlediğim tüm şarkılarda /Bana her şey seni hatırlatıyor…”
Mesela iktidarın sloganı “Doğru zaman doğru adam” ya… “Dinlediğim tüm şarkılarda…” vesilesiyle hemen kulaklarımda yine bir şarkı çınlıyor. Çok sevdiğim birisinden mülhem, “Geççek”in ardından yine Tarkan’ın bir şarkısı:
“Artık çok geç, yalvarma, dönüş yok o yıllara /Bil ki sana bu son veda /Yürekli olmadan, meydan okumadan /Yaşanmaz hayat /Yanlış zaman yanlış insan /İnanmak imkânsız, bıktım kuyruklu yalanlardan /Yanlış bahar, kış güneşi /Yoruldum her baktığım yerde görmekten seni.”
“Yüzleşme vaktidir ayıbımızla”
Finali de bari yineTarkan’ın beş-altı yıl önce savaşlara karşı söylediği, geçen yıl Rusya Ukrayna’yı işgal edince de Instagram hesabından sözlerini paylaştığı “Affedin Bizi Çocuklar” şarkısıyla getireyim:
“Dönme dur az biraz dur dünya /Yüzleşme vaktidir ayıbımızla /Nasıl yaşanır ki bu utançla nasıl /Hesap verme vaktidir vicdanımıza /(…) Ne ara efendisi olduk bu diyarların /Ne hakla hükümdar sahibi /Affedin bizi affedin ey çocuklar /Büyüdük adam olamadık /Anlatın öğretin hepimize yeniden.”
Sıra geldi “tehdit filmi”ne…
Şarkılar böyle işte, yerli yersiz gelir kulağına yerleşiyor, diline dolanıyor da başka bir şey duyamıyorsun. Seçimler için de çok elverişli ama o telden gidince bazen değindiğim gibi yan etkileri de var. Hiç hesap edilmeyen potpurilere de vesile oluyor. Seçimlere, reklâm filmlerine yarın da devam edeceğim.
15 Mayıs’a kadar bu mevzular, bu filmler, şarkılar bitmez, sonrasının şarkıları ise dilerim birlikte yazılır, bestelenir, ilk kez tüm radyolarda, “Dinleyici İstekleri”nde çalınır. Yarın yazımda iktidarın savaşlı mavaşlı, “Yan bakarsan fena olur” replikli “tehdit filmi”ne değinmeye çalışacağım.