2016 ABD başkanlık seçimlerinde, son yıllarda dünyada yapılan bütün seçimlerin en büyük sürprizlerinden biri olan Trump’ın zaferini tahmin eden yegâne şirket olan IBD / TIPP’in bu başarısının altında, onun şimdiye kadar hiç denenmemiş bir metodu devreye sokması yatıyordu. Bu metot, deneklerin bazılarına “hangi adaya oy vereceksiniz” sorusunun yanı sıra, “komşunuz hangi adaya oy verecek” sorusunu da yöneltmek esasına dayanıyordu.
Şirket yöneticilerini bu sorgulamaya, Trump’a oy verme eğilimlerini tespit ettikleri bazı deneklerin, anket formlarındaki “kararsız” seçeneğini bile geçip doğrudan Hillary Clinton’a oy vereceklerini beyan etmeleri yöneltmiş. Bunun üzerine yöneticiler, anketörlerden, bu deneklere komşularının kime oy vereceklerini sormalarını da istemişler. Buradaki varsayım, algıladığı toplumsal baskı nedeniyle ‘şarlatan’ bir adaya (Trump’a) oy vereceğini söylemekten çekinip rakibine (‘düzgün ve eğitimli’ Hillary Clinton) oy vereceğini söyleyen deneklerin, “komşunuz kime oy verecek” sorusuna verecekleri cevabın kısmen kendi gerçek tercihlerini yansıtıyor olabileceğiymiş.
Nitekim firma yöneticileri, bu kategoriden deneklerin çoğundan “komşum Trump’a oy verecek” cevabı alınca da anket formlarında Clinton’ı işaretleyen bu deneklerin sandıkta Trump’a oy verme ihtimalinin yüksek olduğunu düşünmüşler ve bunu nihai değerlendirmelerine monte etmişler.
IBD / TIPP, ABD başkanlık seçimlerinin sonucunu bilen yegâne araştırma kuruluşu olma başarısını işte bu sayede kazanmış.
Zamanın ruhuna uygun bir tavır: ‘Tercih çarpıtması’
IBD / TIPP yöneticilerinin yaptıkları şey, insanların yoğun “mahalle baskısı” koşullarında başvurdukları bir davranış biçimine ABD’deki seçmenlerin bir bölümünün de başvurmuş olabileceklerini hesaba katmaktan ibaretti. Bu davranış biçimi son 20-30 yılda sosyal bilimlerde kullanılıyor ve “tercih çarpıtması” olarak kavramlaştırılıyor.
“Tercih çarpıtması” kısaca “kişinin, algıladığı toplumsal baskılar karşısında isteklerini olduğundan farklı, hatta olduğunun tam tersi göstermesi” anlamında kullanılıyor.
Burada çok önemli bir ayrıma dikkat çekelim. Kişi, algıladığı toplumsal baskıları izale etmek üzere iki farklı tavır içine girebilir: a) Hiç konuşmayıp susabilir (otosansür) ve böylece tercihini gizleyebilir ya da b) “tercihini çarpıtarak” inandığının tam tersini beyan edebilir.
Buradan kolayca anlaşılabileceği gibi, “tercih çarpıtması”, gerçek düşüncelerin ve tercihlerin beyan edilmeyip gizlenmesinin bile kişiyi algıladığı, hissettiği çevre baskısından “kurtaramayacağını” düşündüğü kutuplaşma koşullarında baş vurulan bir davranış biçimidir.
Ben son 10 yılda yapılan seçimlerin ve referandumların bazılarını, bu davranış biçiminin seçim sonuçlarına nasıl yansıyacağı ölçüsüyle değerlendirmeye çalışan yazılar kaleme aldım. Zaten buraya kadar okuduklarınız da o yazılardan alıntı…
Bunu itiyat haline getirdim, çünkü seçmenlerdeki bu ruh halinin anketlerle sandık sonuçları arasındaki büyük farkların kaynaklarından biri olduğuna, anket firmalarının bunu ölçecek yöntemler geliştirememelerinin onları yanılgıya götürdüğüne inanıyorum.
Tercihini gizleyenlerin yüzdesi ne kadar olabilir?
Fakat tercih çarpıtmasına biraz sonra dönmek üzere biraz da onun daha ‘light’ bir biçimi olan ve tabii tercih çarpıtmasından baş vuranlardan çok daha fazla kişinin baş vurduğunu varsayabileceğimiz ‘tercihini gizleme’ (otosansür) uygulamasına kısaca bakalım.
Etyen Mahçupyan geçenlerde şöyle yazdı:
“Saha çalışmalarının AK Parti oyunu yüzde 2 civarında fazla ölçtüğünü düşünüyorum. Dindar seçmenler içinde özellikle kentli ve orta gelirli kesimde Kılıçdaroğlu’na oy vermeye kararlı ama anketler tarafından ‘yakalanamayan’ yüzde 2-3 bir alt grup gözlemleniyor. Bu grubun sandıkta Kılıçdaroğlu’nun son eşiği geçmesini sağlamasını bekliyorum.”
Mahçupyan, 8 Mayıs’ta katıldığı Karar TV programında da, anket yöneticilerinin verdiği bilgiye dayanarak deneklerin yüzde 5-6’sının anketlere cevap vermek istemediği bilgisini aktardı. Yanlış anlamadıysam bunların çok büyük çoğunluğunu da “Dindar seçmenler içinde özellikle kentli ve orta gelirli kesimde Kılıçdaroğlu’na oy vermeye kararlı ama anketler tarafından ‘yakalanamayan’”ların oluşturduğunu düşünüyor.
Teorik olarak tersi de mümkün tabii; yani aslında Erdoğan’a “oy vermeye kararlı” olup da bunu açıkça söylemek istemeyen ve dolayısıyla anketler tarafından ‘yakalanamayan’ bir denek grubu… Fakat bunların öbür gruba kıyasla ihmal edilebilir küçük bir gruptan ibaret olduğunu söylemek yanlış olmaz.
… Ve tercihini çarpıtanlar
Tercihini açıkça söylemek istemeyen bu seçmen grubunun yanı sıra, bir de -işte yukarıdan beri konuştuğumuz- tercihini gizlemekle algıladığı toplumsal baskıdan kurtulamayacağını düşünen ve ‘tercihini çarpıtan’ seçmen grubu var; yani gerçekte tercih ettiğinin tam tersini beyan edenler grubu…
Basit bir örnek: Diyelim sevmediğiniz fakat öbür akrabalarınızın sevdiği bir akrabanız, oy vereceğiniz şehirden-bölgeden milletvekili adayı oldu. Kalabalık bir akraba grubunda konu açıldı ve size oyunuzun rengi soruldu. Sıkıştınız. Cevabınız “açıklamak istemiyorum” olabilir ama bu sizi akraba baskısından kurtarmaz, ayıplanırsınız. Diyelim baskıdan kurtulmak için o sevmediğiniz akrabanıza oy vereceğinizi söylediniz; işte tercihinizi ‘çarpıttınız…’
Tekrar Etyen Mahçupyan’ın cümlesine dönelim: “Dindar seçmenler içinde özellikle kentli ve orta gelirli kesimde Kılıçdaroğlu’na oy vermeye kararlı ama (oyunu açık etmediği, gizlediği için -A. G.) anketler tarafından ‘yakalanamayan’ yüzde 2-3’lük alt grup”tan söz etmişti Mahçupyan. Peki, anketörün “kime oy vereceksiniz” sorusuyla karşılaşınca, yakın çevresinin, arkadaşlarının (hatta devletin) cevabından bir şekilde haberdar olacağını düşünen, bu nedenle “cevap vermek istemiyorum”un bile kendisini algıladığı toplumsal baskıdan kurtaramayacağını düşünenlerin; yani aslında gerçek cevabı ve tercihi “Kılıçdaroğlu” olduğu halde “Erdoğan” diyenler? Acaba onların oranı kaç?
Bunlara benim hiçbir cevabım yok. Bildiğim, bu derece kutuplaşmış bir toplumda ‘tercih çarpıtması’na baş vurmanın gayet anlaşılır bir davranış biçimi olduğu…
Benim cevabım yok ama anketçilerin de cevabı yok, çünkü bunları saptayabilecek bir ‘alet’leri yok ellerinde. Amerikalı firmanın “komşusuna sorma” formülü buralarda işler mi bilmiyorum ama bunu ölçecek bir yöntem geliştirmedikleri sürece anketçilerin doğru tahminde bulunmaları çok zor.
Bu seçimde Kemal Kılıçdaroğlu çok farklı kazanırsa, bilin ki milyonlarca insan anketörler karşısında tercihini gizlemiş ya da çarpıtmıştır.