Seçimlerde iktidarın, AK Parti’nin reklâm filmleriyle ilgili yazı dizimin üçüncü, -şimdilik- son bölümünde senaryo yine nostaljiye dayalı. Ve bu kez seçim için yapılan video savaş sahnelerinden geçilmiyor. Savaş nostaljisi mi desem… Filmdeki sahnelere iktidarın kurduğu her cümledeki tehditkâr, mütecaviz söylemi eklendiğinde daha önce de aklıma takılan “Savaşa mı gidiyoruz, seçime mi?” sorusu havada kalmıyor.
AK Parti’nin filmi “Biz kimselere benzemeyiz” repliğiyle başlıyor. Hani o çok eleştirildikleri “Altılı Masa”ya MHP, BBP, YRP, HÜDA PAR, DSP’yle sayıca ulaşan Cumhur İttifakı’ndaki partiler alınır mı bilmem ama kastedilen tüm dünyanın yanında Millet İttifakı olsa gerek. Ayrıca kendi payıma o altılı ittifaktaki “Biz”i birbirine fena halde benzetiyorum.
Birlikte sevinmeye uygun forma
Bu kez replikler, fonuna bindirilen görüntülerle tane tane… Cümleler anında görselleriyle de açıklamalı-izahlı. Bu süreçte iktidarın yaptıklarını, seçim filmlerini anlamakta güçlük çektiğim için bana anlatır gibi anlatıyorlar.
Pat diye milli maç izleyen kırmızı-beyaz formalı seyircilerin gol sevinciyle devam ediyor film. O teatral ses kuracağı upuzun cümlenin bir kısmını o sahneye üç nokta vurgusuyla yerleştiriyor: “Birlikte sevindiğimiz de olur…” Arada olur gibilerinden.
Formalardaki kırmızı-beyaz filmin ana teması. Bir süre önce stadyumda “Hükümet istifa” sloganında buluşan farklı takımların tribünü düşünüldüğünde, bence o forma gerekli. Belki de herkesin gönlünce seçtiği farklı formaları, renkleri giyip dolaştığı bir Türkiye’yi birlikte sevinmeye uygun görmedikleri, vaatlerine bile kolayına iliştiremedikleri için.
“Deli kan” filmin anahtarı
Hemen ardından fondaki sesin 15 Temmuz darbe girişiminde tanklara çıkan halkın görüntüleri eşliğinde “Birlikte kurtardığımız da…” repliği geliyor. Oradan bir an havai fişeklere ve hop diye kuşbakışı koyun sürüleri görüntüsüne geçiyor film. Peri Bacaları ve onun üzerinde uçan balonların fonunda “Her hâlimiz güzeldir, her yerimiz eşsiz…” repliğine.
Ve sonra da aynı nakarat: “Biz kimselere benzemeyiz, deli akar kanımız…” “Deli akar kanımız” vurgusu konuyu anlamak için çok önemli. Sonraki sahnelerdeki “savaş”lara da giriş cümlesi, onun bahanesi. Başka ekranda da günlerdir YouTube’da “Delilerin Delisi”ni seyrediyoruz zaten. Milli mahlas olarak kullanışlı görülüyor.
Fondaki replik “deli akar”a gelince Kapalı Çarşı’da dükkânının önünde tavla oynayan delikanlı iki esnafa dönüyor kamera. Yayılıp tavla oynadıklarına göre pek müşteri yok galiba. Oyunda yenen delikanlı tavlayı kapatıp rakibinin koltuğuna veriyor.
Tavlacı kavgasından tehdide
Maalesef karşısındakinin de kanı “deli” akıyor. Hemen öfkeyle ayağa fırlayıp tavlayı rakibinin kafasına geçirecekken araya bir Kapalı Çarşı esnafı ve fondaki ses giriyor: “Bazen ufak bir şakayı kaldıramayız…”
İktidarın asla ara vermediği sözlü, “rakip”inin üzerine yürümeli, tehditkâr, öfkeli söylemini düşününce oradaki “ufak şakalar” aklıma başka sahneleri getiriyor. Keşke -patavatsız da olsa- her şey bir şaka olsaydı mesela. Hep söylendiğimiz “Şaka gibi…” mırıldanması, bu filme de uysaydı.
“Ama” diyen fondaki tehditkâr ses yine araya giriyor: “Ama iş bağımsızlığımıza gelince dünyaları yerinden oynatırız.” Fonda taze çekilmiş Kurtuluş Savaşı görüntüleriyle, yazı dizimdeki gibi çare yine hep nostalji. “Yerinden oynatırız”ı dünyalara göstermek için de göremediğimiz top mermisini kaldırmaya çabalayan Seyit Onbaşı rolünde bir oyuncu. (“Yeri yerinden oynatmak” birazdan “Bastığımız yeri titretmek”e eklenecek.)
Kavgadaki kürek yazara da ilham
Ardından tarlalarının sınır çitinde elde kürek şiddetle, deli deli “münakaşa” eden iki çiftçinin görüntüsü… Diğeri kürekliye öfkeyle taş-toprak atarken, kamera kuşbaşı çekime geçiyor; ikisi iyice yaklaşmış, burun buruna, biri yumruğunu sallıyor, öbürü küreğini. Bu kez ayıran da yok görünürde.
Seyretmiştir mutlaka ama… Tesadüf olsa gerek filmdeki o kürek Sabah yazarı Hasan Basri Yalçın’ın yazısına da aynı şiddette ilişiyor. Üç günlük bayram tatilinden dönüp sabah sabah yollardaki trafik sıkışıklığını yazmış: “Üç saatlik yolu yedi saatte tamamladık. Şükürler olsun.” İnsan kanını deli akıtan böyle -yolda tam mesai- durumlarda pek şükretmez ama olsun. Onun tabiatı öyle demek.
Sonra da ezcümle (benim özetimle) diyor ki o kadar araba varken “Yok benzin pahalıymış, soğan ateş pahasıymış” palavra. Aklına gelip baksa hepsinin cep telefonu bile vardır. (Önceki yazımda da değindiğim gibi hepsinin bayramlık ağzından eksilmeyen o bir adet soğan iktidara ve yörüngesine fena oturmuş. Yalçın da yazısında iki kez kullanıyor.)
Ardından da içindeki derdi, maksudu açıkça yazıyor: “Bundan böyle ‘millet aç’ diye böğürenlerin ağzına kürekle vurmak lazım.” “Böyle bir üslup, böyle bir “tümevarım” bir akademisyene yakışıyor mu?” diye geçiyor insanın içinden ama onu yazarına sormak lazım.
İlle acı çekmemiz mi isteniyor?
Ne diyeyim, iyisi mi küreği Yalçın’ın da heveslendiği o işleviyle senaryosuna alan filme döneyim. Fondaki ses kavga edenlerin görüntüsüne bindirilen, “Yeri gelir bir avuç toprak için karşı karşıya geliriz…” cümlesiyle nokta nokta devam ediyor. İnşallah ölü-yaralı çıkmamıştır o kavgadan.
Dış ses yine “Ama”yla araya, bu kez Kurtuluş Savaşı’nda koşturan atlılarla giriyor: “Ama söz konusu vatan toprağı olunca dünyayı dize getiririz.” O sahneye eklenen yoğun karda Mehmetçik’i gösteren birkaç saniyelik kesit, Sarıkamış’a atıf olsa gerek.
Yani Milli Savunma Bakanlığı’nın resmi sitesinde, Genelkurmay Başkanlığı’nın yayınladığı kitapta “felâket, bozgun, dram” kelimeleriyle yer alan, 60 bin askerin, ordunun yarısının şehit olduğu, aynı metindeki vurguyla “askerlerin gereksiz yere harcandığı” Sarıkamış muharebesi. O sahne benim aklıma hiç unutamadığımız o büyük acımızı getiriyor. Maksat acı çekmemizse başarılı.
Parktaki çocuklar bile gergin!
Filmdeki kamera bu kez savaştan Çocuk Parkı’na atlıyor… Bir kızla bir oğlan çocuğu “Aldım verdim, ben seni yendim” yapıyorlar. Alışıla geldiği gibi “erkek” çocuk kazanıyor. Kız çocuk da yüzünü asarak, rolünü abartıp iyice buruşturarak küsüp gidiyor. Fondaki ses; “Bazen bir adımla geriliriz…”
Dediği gibi “geriliriz” ya… Filmde herkes, çocuklar bile sinir küpü. Seçime giderken yaptıkları film de beni geriyor, sinirimi bozuyor: “Yahu hevesle seçime gidecekken niye tavlada ayağa fırlayıp maraza çıkaranlarla, kürekle kavga edenlerle gerim gerilelim, durma savaş seyredelim… Parkta oynayan çocukları bile geçimsiz yapan, bu ülkede durma “Aldım verdim”le ayağıma basan bu ortamı sürekli hatırlatmaktaki maksadınız ne?”
Hep o “aldım-verdim” meselesi
Ülkeyi düşününce çocukların “Aldım-verdim” meselesi, o “oyun” en önemli sorunlardan birisi zaten… “Aldım-verdim” ve o adımların arkasından başlayan büyük oyunda elde edilen “o hak” da bana iktidarı hatırlatıyor. Nasıl hatırlatmasın, sözünü ettiğim reklâm filmi iktidar yapımı.
Lâkin yıllardır halktan istediği gibi alan, lütfettiğince veren iktidar söz konusu olunca o tekerlemenin gerisini getiremiyorsun: “Alamazsın, veremezsin, sen beni yenemezsin!” Bakalım seçimlere doğru atılan adımlar neyi getirecek?
“Bastığımız yeri titretiriz…”
Sonraki sahnede çocukların o oyunu bile yine savaşa -sanıyorum- siyah-beyaz Kıbrıs Harekâtı’ndan (askerlerin miğferleri öyle düşündürüyor) birkaç saniyelik görüntüye, oradan da Kurtuluş Savaşı canlandırmalarına, yine nostaljiye bağlanıyor: “İş yardımlaşmaya gelince ayak bastığımız yeri titretiriz.” Gerilim filmi o titretme dozuyla korku filminden feyz alıyor iyice.
Misal fikrimce o repliğe depremdeki yardımlaşma gibi güncel, gerçekten büyük bir birlikteliğin sergilendiği, herkesi barıştıran o sahneler daha çok yakışır, daha şık dururdu. Ama iktidar o süreçteki icraatıyla kendini orada, o rolde göremediği için onu tercih etmedi, savaş görüntülerini uygun buldu herhalde.
“Karadeniz gibi hırçınızdır”
Sonra görüntü pat diye, çiçek bahçesindeki bluejean salopeti, bahçıvan tulumu, cool şapkasıyla çok şık genç bir kadına geçiyor. Tişörtü kırmızı-beyaz, filmdeki ince işçilik… Ve o cennet gibi bahçedeki huzurla bir an rahat nefes alacakken yine o fondaki ses. Ama bu kez sesini sertleştiriyor, “Sana huzur yok” gibilerinden.
O sert vurguyla “Biz kimselere benzemeyiz” diye belki dublajda parmağını sallayarak tehdit ediyor resmen: “Burada bakarsan bağ olur ama yan bakarsan fena olur!” Buyurun… Devam ediyor aynı minvalde, “Damarımıza basılırsa Karadeniz gibi hırçınızdır”. Ayağını denk al…
Balıkçı rolündeki oyuncuda dövdü-dövecek net bir ifade. “Yahu ben hep sizin atıp duran damarınıza, “deli akan” kanınıza göre, sizin nabzınıza uygun şerbet misali mi hareket edeceğim, buna mecbur muyum?” diyemiyorsun, o bakışı görünce. Uysa âlâsını der insan da… Hiç istemeden o filmin -arzu edilen- figüranı olur bir anda.
Sıra geldi “didişiriz”e…
Sonra yine “Biz kimselere benzemeyiz”e bağlanan, ligin üç büyüklerinden futbolcuların görüntüleriyle “Sarının yanına lacivert mi gelecek, kırmızı diye didişiriz…” repliği. Yani ille bir didişilecek, insanlar ille gerilecek, kavga edilecek… Senaryoyu yazanın da eli sinirden titremiş, eli ayağı boşalmış sanki.
Başta cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, Millet İttifakı onca saldırıya, provokasyona karşı seçime giderken sürekli “Didişmek istemiyoruz” diyor, ne yapsalar didişmiyor. Onların vaatlerinden durma “esinlenilir” de, kavgasız-dövüşsüz bu söylemlerinden hiç mi ilham alınmaz… Bu memlekete o söylem mi lazım, yoksa “bu ne şiddet celal” filminizdeki söylem mi?
Hangi Türkiye’nin partisi?
Film biterken yine bir “Ama”yla “Kırmızının yanına beyaz gelince akan sular durur”. Ve finalde “kırmızı-beyaz”ın, bayrağın yanında dalgalanan AK Parti bayrağı: “AK Parti Türkiye’nin partisi… Doğrusu AK Parti.” Olur da “Hangi Türkiye’nin?” derseniz, filmlere bakın.
Süresi bir buçuk dakikayı az geçen filmin benim yan ekranımdan analizi böyle. Aklımda “Yan bakarsan fena olur”. Millet İttifakı filminde bahar gibi görüntüler eşliğinde “Yine baharlar gelecek” diyor, tane tane vaatleri, ortak imzaladıkları 240 sayfalık mutabakat metniyle gelecekten söz ediyor… İktidarın, AK Parti’nin filmlerinde “Manav Amca” nostaljileri, savaş uçakları, gemileri, savaş, kavga dövüş, maraza, “didişme” görüntüleri.
Savunma bakanından “sivil” çıkış
Seçime giderken iktidarın böyle filmlerine, “film icabı” da diyemiyorsun. Bu ülkenin Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar daha geçenlerde seçim konuşmasında “Vur de vuralım, öl de ölelim…” sloganını atanlara sıktığı yumruğunu kaldırarak neşeyle, keyifle “Gelecek, gelecek, onun da zamanı gelecek, bekleyin, bekleyin…” demedi mi… N’oluyor ya!
Sonra da diyor ki “Çarpıtmadır, gaflettir…” Onu meğersem “teröristler”e söylemiş… Hadi de ki öyle bile olsa, orada durma tekbir getiren taraftarlarına bu konuda gönlünce “inisiyatif” verip haberimiz olmadan teröre karşı “Sivil” savunma bakanlığını da mı “resmi” görevleri arasına aldı?
“Seçimde vatanı küffara teslim etmeyeceğiz”
Ötesi bu ülkede yeri, dengi geldiğinde her muhalif “terörist”. Kendisi o konuşmalarında “Teröristler bir takım partilerle işbirliği yapıyorlar, bunlara göz yummayacağız. Bazıları bilinçli bir şekilde teröristleri cesaretlendiriyorlar. Mesele bunlara karşı mücadele etmemiz” demiyor mu?
“Bir otobüsün önünde teröristler, ortasında bir parti, onun da arkasında ittifaktaki diğer partiler, yani Millet İttifakı oturuyor” benzetmesini yapmıyor mu açıkça? O sözlerinin nereye gittiğinden, nereye ne kadar, hangi ölçüde/ölçüsüzlükte gideceğinden bihaber mi…
Söylem hep bu olunca ekranlarda yeni görmeye başladığımız, o halim selim siluetli DSP Genel Başkanı Önder Aksakal bile gaza gelip, boyunu çok aşan naralarla celalleniyor. Partisinin resmi sayfasındaki “Türkiye hepimizin” sloganına rağmen kalkıp “14 Mayıs’ta vatanımızı küffara teslim etmeyeceğiz” diye dikleniyor. N’oluyoruz ya! Sahiden ne oluyoruz?