Ana SayfaÖZEL HABERRÖPORTAJ | “Bolsonaro kaybetti ama ‘Bolsonarismo’ kaybetmedi”

RÖPORTAJ | “Bolsonaro kaybetti ama ‘Bolsonarismo’ kaybetmedi”

Güney Amerika uzmanı İmdat Öner ile başta Brezilya’da seçim sonrası yaşanan gerilim olmak üzere Güney Amerika’da son yıllarda yaşanan gelişmeleri konuştuk: “Binlerce Bolsonaro destekçisinin başkentteki Başkanlık Sarayı, Federal Kongre ve Anayasa Mahkemesi’ni basması sürpriz değildi. Brezilya’da seçim dönemini takip eden herkes, Bolsonaro'nun seçim sisteminin güvenirliğine gölge düşüren ve Lula’yı şeytanlaştıran açıklamalarının, aşırı sağ seçmeni böyle bir kalkışmaya iteceğini bekliyordu…” Öner, küresel kriz koşullarında Güney Amerika’nın sol ya da sağ tüm iktidarlarını zor günlerin beklediğini söylüyor.

Bize önce kendinizden ve Güney Amerika ilginizden söz edebilir misiniz?

2010’da Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nden mezun oldum. Daha sonra Hacettepe Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler alanında yüksek lisans yaptım ve ardından Dışişleri Bakanlığı’nda meslek memuru olarak göreve başladım. Merkezde birkaç yıl çalıştıktan sonra, ilk olarak Venezuela’ya tayin edildim. Caracas’ta iki yıl kadar görev yaptıktan sonra, ABD’de akademik çalışmalara başladım. Güney Amerika ve Karayipler alanında yüksek lisans ve uluslararası ilişkiler alanında doktora çalışması yürütmekteyim. Halen doktora tezimin son aşamasındayım. Doktora konum da ABD, Rusya ve Çin arasında Güney Amerika’da süren güç mücadelesi üzerine.

Brezilya’yla başlayalım. Neler oluyor Brezilya’da? Lula üçüncü kez seçilmeyi başardı ve ardından büyük bir gerilim baş gösterdi.

Brezilya dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasında yer alıyor ve gerek nüfusuyla gerek ekonomisiyle Güney Amerika’nın en önemli ülkesi. Hatta Lula’nın daha önceki dönemlerinde de Brezilya bölgesel liderdi. Bolsonaro döneminin ardından üçüncü kez seçildi. Lula’nın çok daha güçlü bir şekilde iktidara gelmesi bekleniyordu. Öte yandan Bolsonaro kaybetti ama ‘Bolsonarismo’ kaybetmedi. Kongrede çoğunluk Bolsonaro yanlılarının eline geçti. Lula seçimi kazandı ama çok ciddi sınanmalarla karşı karşıya. Öncelikle, Lula’nın iktidara geldiği günümüz koşulları, ilk kez iktidara geldiği 2000’lerin başındaki dönemden çok farklı. Bundan 20 yıl önce hem dünya ekonomisi hem de Brezilya’nın koşulları bugün olduğundan çok daha iyiydi. Günümüzde petrol fiyatlarındaki dalgalanma, küresel pandemi sonrası oluşan ekonomik kriz, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın getirdiği küresel sorunlar, Lula için ciddi bir sınama niteliği taşıyor. Ülke içi sorunlar da 2000’lerin başında olduğundan daha farklı ve ciddi. Toplumsal kutuplaşma çok daha yoğun ve Lula yanlılarının azınlıkta kaldığı bir Kongre ile karşı karşıyayız. Bu nedenle “Bolsonaro kaybetti ama Bolsonarismo kaybetmedi” diyorum.

Bolsonaro yanlılarının Kongre’ye düzenledikleri baskın akıllara ABD eski Başkanı Trump yanlılarının seçim sonrası ABD kongresini basmalarını getirdi. Bu olayı nasıl yorumluyorsunuz?

Evet, Pazar günü binlerce Bolsonaro destekçisi, başkent Brasília’daki Başkanlık Sarayı, Federal Kongre ve Anayasa Mahkemesi’ni basıp, kaos ortamı yaratmaya çalıştı. Bu sürpriz bir gelişme değildi, zira Brezilya’da seçim dönemini takip eden herkes, Bolsonaro’nun seçim sisteminin güvenirliğine gölge düşüren ve Lula’yı şeytanlaştıran açıklamalarının, aşırı sağ seçmeni böyle bir kalkışmaya iteceğini bekliyordu. Yaşananlar, sizin de belirttiğiniz gibi ABD’de geçen yıl 6 Ocak’ta Trump taraftarlarının Kongre baskınına çok benziyor. Belki bir iki farkı eklemek lazım. Brezilya’da kriz, Lula iktidarı devraldıktan sonra meydana geldi. Yani göstericilerin hedefi, bir iktidar devrini engellemekten ziyade kaos yaratmak ve ülkeyi yönetilemez hale getirmekti. Bir diğer önemli fark ise, ABD’de güvenlik güçlerinin anayasa ve kurumlara bağlı kaldığını gördük, Brezilya’da ise özellikle polis teşkilatında olaylar karşısında hiçbir önlem almayan Bolsonaro yanlısı görevlilerin varlığına şahit olduk. Bu Lula iktidarı için önemli bir sınama. Lula’nın demokrasi karşıtı eylemlere onay veren bu aktörlerle kanunlar çerçevesinde mücadele etmesi ve bunu yaparken de yüzde 49’luk Bolsonaro destekçilerini ürkütmemesi gerekiyor. Bir de şunu eklemekte fayda var. ABD’de Kongre baskınının ardından Trump’ın halk desteğinin azaldığına şahit olduk. Brezilya’da dün yaşananların ardından, halihazırda Florida’da hayatını sürdüren Bolsonaro’ya ve Bolsonarismo’ya desteğin azalıp azalmayacağını ise hep beraber göreceğiz.

Bu koşullarda Bolsonaro’nun açtığı faşizme yakın aşırı sağ alanı, başkaları da doldurabilir. Güney Amerika’nın geneline baktığımızda 2000’lerin başında pek çok Güney Amerika ülkesinde Lula’nın iyi ilişkiler yürütebildiği solcu iktidarlar vardı. Venezuela’da Chavez, Uruguay’da Mujica vardı. O dönemde buna Güney Amerika’da ‘pembe dalga’ deniyordu. Bugüne baktığımız zaman sol yine yükselişte ama bu kez Lula’nın anlaşabileceği liderlerin iktidarda olduğunu söylemek kolay değil. 

Hangi ülkelerdeki sol iktidarlarla Lula arasında sorun yaşanabilir. Buna örnek verir misiniz?

Mesela otoriter sol diyebileceğimiz Venezuela’da Maduro, Nikaragua’da Ortega yönetimleriyle Lula’nın sorun yaşaması çok muhtemel. Öte yandan daha ilerlemeci, özgürlükçü bir profil çizen Şili’de Gabriel Boric gibi ya da Kolombiya’da Gustavo Petro gibi Lula’nın daha yakın olabileceği isimler de var. Öte yandan Lula’ya seçim kampanyası boyunca “Venezuela mı olacağız?” sorusu çok sık yöneltildi. Venezuela’da Maduro ya da Nikaragua’daki Ortaga yönetimi gibi baskıcı, otoriter yönetimler diğer Güney Amerika ülkelerinde de sola yönelik ciddi şüpheler doğuruyor. Bu şartlarda Lula’nın bu ülkelerin liderlerini bir masanın etrafında toplayabileceği şüpheli. 2000’lerin başında olduğu gibi Güney Amerika ülkelerinin entegrasyonuna yönelik adımlar atılabilmesi için o günlerdeki gibi liderler arasında uyum ve işbirliğinin oluşturulması konusunda soru işaretleri var. Öte yandan Lula birleştirici, bütünleştirici bir insan. Brezilya’da iktidara gelmesinde de bu özelliğinin etkisi oldu ama bunu Güney Amerika genelinde başarabileceği belli değil. 

Venezuela Devlet Başkanı Maduro’nun Lula’ya karşı tavrı nasıl?

Maduro, Brezilya’daki iktidar değişikliğinden çok memnun çünkü kendisi Güney Amerika’da yalnızlaşmış durumda. Maduro’nun kendini çok yalnız hissettiği bir dönemde sarkaç yine sola döndü. Meksika’da Obrador, Şili’de Boric, Kolombiya’da Petro iktidara geldi. Brezilya’da da Lula’nın seçilmesiyle birlikte Maduro çok rahatladı. Özellikle Kolombiya konusunda çok rahatladı çünkü Kolombiya ile Venezuela arasında sınır çatışmalarına varan ciddi gerginlik vardı. Petro iktidara gelince gerginlik azaldı. Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle petrol fiyatlarındaki dalgalanma da Maduro’nun işine yaradı. ABD gözünde de Maduro petrol nedeniyle daha değerli hale geldi. Hatta ABD’li petrol şirketi Chevron yeniden Venezuela’da petrol çıkartmak için girişimlere başladı. Diyebiliriz ki 2022’de Maduro önemi en çok artan siyasi lider oldu.

Petrol geliri bu kadar yüksek olmasına rağmen Venezuela’nın bu kadar ciddi ekonomik ve sosyal kriz yaşamasının nedeni nedir?

En önemli sebebi yolsuzluk. Bunun yanında Chavez döneminden başlayarak Güney Amerika genelinde nüfuz artırmak için yapılan hesapsız ve plansız harcamalar da çok etkili oldu. Örneğin, Chavez döneminde Haiti, Dominik gibi yoksul Karayip ülkelerine destek amacıyla Venezuela’nın petrol gelirinden bir fon oluşturuldu. Ancak bu ülkelerde de yolsuzluk ciddi boyutlarda olduğu için bu fon amacına ulaşmadığı gibi Venezuela ekonomisine de ciddi bir yük haline geldi. 2000’lerin başında yüksek petrol fiyatları sayesinde Venezuela’nın ekonomisi oldukça iyiyken bu paralar deyim yerindeyse “çarçur” edildi. Maduro, Chavez dönemindeki politikalarda ısrar edince de ekonomik ve sosyal bir facia yaşandı. 2020’lere gelindiğinde ise Maduro artık politikalarını değiştirmek zorunda olduğunu anladı. Ülkeyi yabancı yatırımcılara açtı. Şu anda olumlu gelişmeler var ama on yıllardır süren politikaların yarattığı yıkımı kısa sürede onarmak kolay değil. Yine de Venezuela’da en azından insanların açlıktan öldüğü günler geride kalacak. 5-10 dolar seviyesindeki asgari ücret 50-60 dolar seviyesine çıkacak. Yüzde binlerde dolaşan enflasyon da makul seviyelere inebilir.

Kolombiya’ya gelecek olursak, gerilla gruplarıyla Kolombiya yönetimi arasında yeniden bir ateşkes sağlandığı ve çözüm sürecinin yeniden gündeme geldiği yönünde haberler çıktı ancak en güçlü gerilla gruplarından ELN bunu yalanladı. Neler oluyor Kolombiya’da?

Kolombiya’nın yeni devlet başkanı Gustavo Petro seçim döneminde bunu sıklıkla dile getirmişti. İrili ufaklı 25-26 gerilla hareketiyle toplu barış olarak tanımlanan bir barış anlaşması yapılması Petro’nun seçim vaatleri arasında yer alıyordu. Tıpkı daha önce Santos döneminde FARC ile yapıldığı gibi bir barış antlaşması hedefleniyordu. Petro, iktidara gelir gelmez de bunu yürürlüğe koydu. Kolombiya’nın tarihine baktığımızda 1950’lerden bu yana süren gerilla mücadeleleri binlerce insanın hayatını kaybetmesine neden oldu. Milyonlarca Kolombiyalı da bu çatışmalar yüzünden ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Petro da eski bir gerilla, onların içinden geliyor, onların dilinden konuşabiliyor. Bu nedenle ilk başta pek çok gerilla hareketi böyle bir barış sürecine olumlu baktı. Ancak Petro, “Barış antlaşmasını imzaladık” diye açıklama yapıktan bir gün sonra en büyük gerilla gruplarından ELN “Hayır, biz imzalamadık” dedi. ELN’nin tutumu diğer hareketleri de etkiler, bu nedenle Petro’nun onları ikna etmesi lazım. Daha önceki dönemde ELN gibi bazı gerilla hareketleri Kolombiya’dan Venezuela’ya geçip, ülkenin batısında yerleşmişlerdi. Bu Venezuela’da da ciddi sorun olmuştu. Venezuela güvenlik güçleriyle ELN güçleri arasında çatışmalar yaşanmıştı. Maduro, Kolombiya’daki daha önceki Duque yönetimine karşı bunu bir koz olarak kullanıyordu. Ancak şimdi Petro hükümetiyle işbirliği imkânı ortaya çıkınca durum farklılaştı. Şimdi Petro, ELN’yi masaya oturtmak için Maduro’dan yardım istiyor. Tabii yapabilirlerse önemli bir başarı olur ama uzun ve inişli çıkışlı bir süreç olacak bu. Bu sürece Kolombiya toplumunun destek vermesi Petro’nun performansına bağlı. Güney Amerika’da iktidara gelen siyasilerin pek çoğunun halk desteği birkaç ayda yüzde 30’lara kadar geriliyor. Petro’nun ekonomik alandaki performansı bunda belirleyici olacak.

Halk desteği düştükçe de otoriter politikalar devreye giriyor. Bunun en son örneği Bolivya. Yeni yönetimin muhalif sağcı politikacıları tutuklamaya başladığı yönünde haberler var. Bolivya’da neler oluyor?

Bolivya’da yaşananları iki ayrı gözlükle okuyabiliriz. Sağ ve sol perspektiften çok farklı iki okuma yapabilirsiniz. Sağ bakış açısına göre Bolivya’da yaşananlar giderek artan bir otoriterleşme. Bu bakış açısından yeni devlet başkanı Luis Arce, Evo Morales’in baskısıyla muhalefeti dize getirmeye çalışıyor. Son olarak tutuklanan Santa Cruz Valisi Camacho da Evo Morales’in 2019’da iktidardan uzaklaştırılmasında önemli bir rol oynamıştı. Morales’in yerine gelen bir önceki cumhurbaşkanı Jeanine Anez zaten tutuklanmıştı ve 10 yıl hapis isteğiyle yargılanıyor. Son olarak tutuklanan Vali Camacho da 2019’daki protestolara destek vermesiyle tanınıyor. Başka tutuklamaların da olabileceği söyleniyor ve yaşananlar Evo Morales’in siyasi intikam süreci olarak yorumlanıyor. Sağ perspektiften bakınca durum bu.

Sol perspektiften baktığımızda ise 2019’da bir darbe gerçekleşti. Bu darbede yer alan tüm aktörler siyasi ve hukuki olarak hesap vermek zorundalar. Yapılan tutuklamalar da darbenin ileri gelenleriyle hesaplaşma süreci. Oysa sağ perspektife göre Morales’in 2019’da aday olması yasal değildi, buna rağmen anayasaya aykırı olarak aday olunca gelişen protestolar ve güvenlik güçlerinin baskısıyla iktidardan çekildi. Yani yaşananlar bir darbe süreci değildi. Hangi perspektiften bakarsanız bakın Bolivya gittikçe karışıyor.

Şili’deki Boric iktidarı daha farklı, özgürlükçü demokrat bir çizgi izliyormuş gibi görünüyor. Bu algı ne kadar gerçeklerle uyuşuyor?

Boric, 38-39 yaşında çok genç bir lider. Şili’deki sol iktidara ‘milenyum solu’ da deniyor. Boric, 2019’daki iktidara yönelik protestolarda ön plana çıkmış bir isim. Güney Amerika’daki mevcut sol iktidarlar içinde en özgürlükçü sol olarak görülüyor. Bölgenin diğer ülkelerindeki solu da etkiliyor. Ancak burada şöyle bir soru var: Siz ülkenin ekonomik sosyal sorunlarını çözemezseniz desteğiniz düşer. Şili’de Boric de “neoliberalizmi çıkığı ülkede tarihe gömeceğiz” söylemiyle geldi ancak birkaç ay içinde halk desteği yüzde 50’lerden 30’lara düştü. Mevcut iktidara karşı duyulan tepkiyle iktidara gelebilirsiniz ancak iktidarda kalabilmeniz için ekonomik ve sosyal sorunları çözmeye başlamanız gerekir. Ayrıca ‘sola kayış’a ihtiyatla yaklaşmak gerekiyor çünkü pek çok ülkede kongreler, meclisler Brezilya’da gördüğümüz gibi solun eline geçmiş değil. Bunun tek istisnası Meksika. Meksika’da Obrador daha güçlü görünüyor. İktidara geldikten sonra popülaritesi sürüyor.

Obrador’un farkı ne?

Ekonomi çok belirleyici oluyor. Günümüzde küresel ekonomide işler iyi gitmiyor. Özellikle küresel pandemi sonrasında sadece Güney Amerika’da değil tüm dünyada ciddi bir kriz yaşanıyor. Sol ya da sağ hiçbir iktidarın ayakta kalması kolay değil. Mesela Çin’in büyümesi yavaşlayınca Güney Amerika bundan olumsuz etkilendi çünkü Çin’in Güney Amerika’da büyük yatırımları var. Meksika’da Obrador için durum daha iyi. Meksika’nın ABD ile ilişkileri diğer bölge ülkelerine göre daha iyi ve istikrarlı. Obrador iktidara geldikten sonra yolsuzluğa karşı yaptığı hamlelerle halk desteğini artırdı. Mesela Obrador’un kendi özel uçağını satması ülke kamuoyunda büyük takdir topladı. Meksika uzun yıllardır yolsuzluktan çok çeken bir ülke. Obrador bu anlamda halkın güvenini kazanıyor.

Öte yandan Meksika dışında Brezilya, Arjantin, Şili gibi ülkelerde birkaç yıl içinde iktidarların yıprandığını konuşacağız. Bunun da temel nedeni küresel ekonomik kriz karşısında bu ülkelerin yapısal zaafları olacak. Sıcak para akışı azaldıkça Güney Amerika’da sol veya sağ tüm iktidarlar için durum iyiye gitmeyecek. Özellikle son yıllarda Çin’den Güney Amerika’ya ciddi bir yatırım akışı olduğunu görmüştük. Ancak pandemi sonrasında Çin ekonomisindeki yavaşlama, Güney Amerika’da yabancı yatırımların azalmasına neden oldu.

- Advertisment -