Bu yıl da 1 Mayıs, “Taksim, göstericiler, polis şiddeti, abluka, gözaltı” haberleriyle geçti.
Türkiye’de ilk olarak 1921’de kitlesel olarak kutlanan 1 Mayıs, 1925’de partiler, sendikalar, grevler, gösterileri yasaklayan Takrir-i Sükun Kanunu ile “Bahar ve Çiçek Bayramı” ilan edilerek yasaklanmıştı.
(1 Mayıs meydanına Atatürklü bayraklarla gelenlere ek bilgi)
İlk kitlesel 1 Mayıs bundan ancak 51 yıl sonra 1976’da DİSK’in öncülüğünde Taksim’de kutlanabildi.
Şimdi kimsenin hatırlamadığı görkemli, olaysız bir kutlamaydı.

1977 1 Mayıs’ında diğer rakip sol örgütleri ille de Taksim’e çıkmaya motive eden de bu ilk kutlamanın büyüklüğüydü.
“Devletin ve dış güçlerin Türkiye’deki solu bitirmek, ülkeyi darbe havasına sokmak için kana buladığı” iddia edilen 77 1 Mayıs’ından sonraki yıl, yani 1 Mayıs 1978’de de Taksim’de 1 Mayıs kutlandığından bugün çok az kişi bahsediyor.
Devlet kutlamalara izin vermiş, yine yarım milyon insan toplanmış, sloganlarda yasaklı Türkiye Komünist Partisi’ne özgürlük istenmiş, 1977 1 Mayıs’ında ölenler anılmış, hiçbir olay olmadan da kalabalık dağılmıştı.

1979’da ise Başbakan Ecevit’ti, sıkıyönetim ilan edilmişti.
İstanbul’da hiçbir gösteriye izin verilmiyordu.
1 Mayıs’ın yine Taksim’de kutlanması ısrarı CHP iktidarı ile DİSK’i karşı karşıya getirmişti.
DİSK, “CHP ağırlıklı iktidar DİSK’in işçilerle askerleri karşı karşıya getireceğini ileri sürerek üstlendiği görevin sorumluluğundan kurtulabileceğini sanmakta” gibi sert açıklamalar yapmış, Sıkıyönetim Komutanlığı DİSK Genel merkezini basıp aramış, 1 Mayıs’a günler kala da DİSK Genel başkanı ve yöneticileri de gözaltına alınmıştı.
Yine de 1 Mayıs’ta sokağa çıkan, Taksim’e gitmek isteyen aralarında TİP Genel Başkanı Behice Boran’ın olduğu yüzlerce kişi ise polisin çok sert müdahalesiyle karşılaşmıştı.


O günü DİSK’in açıklamasından okuyalım:
“1 Mayıs günü İstanbul’da askerlerin aradan çekilmesiyle polis insanlık dışı bir saldırıya geçmiştir. Çeşitli yerlerde yakalananlara, kadın, kız demeden gereksizce ateş açılmış, meydan dayağı çekilmiştir. 1972’de Şili’de faşist darbeden sonra emekçilerin stadyumlara doldurulmasını anımsatır biçimde insanlar stadyumlara, toplama merkezlerine doldurulmuşlardır. (…) 1 Mayıs’ın emeğin bayramı olduğu gerçeğini gizlemeye yönelik bütün bu anti-demokratik baskıları bir kez daha şiddetle protesto ediyoruz.”
1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasına şimdi eski Türkiye diye övülen 80’ler, 90’lardaki iktidarlar izin vermediler.
AK Parti iktidarı 2009’da 1 Mayıs’ı resmi bayram ilan etti. Ve şimdi birilerinin bütün kötülüklerin başı olarak gördüğü Yetmez ama Evet referandumundan aylar önce de 31 yıl sonra 2010’da Taksim’de 1 Mayıs’a izin verdi.
2010, 2011, 2012 yıllarında üç yıl Taksim’de büyük ve barışçıl eylemler oldu. Kimsenin burnu kanamadı.
Sonra 2013’de “inşaat var” gerekçesiyle gelen yasak, ardından Gezi travmasıyla Taksim tüm gösterilere kapatıldı ve “turizm merkezi” ilan edildi.
Bu yıl DİSK ve CHP Taksim için ısrar etmediler, Kadıköy’deki 1 Mayıs’a çağrı yaptılar, TKP, TİP, EMEP, DSİP gibi sol partiler de Kadıköy’e gitti.
Taksim’e çıkmak isteyen daha radikal gruplar ise polis barikatlarıyla karşılaştılar. Yine polis sert müdahale etti, 400’ü aşkın kişi gözaltına alındı.
Sabah saatlerinde ise yine izin verilen sendikalar Taksim’e geldi, Kazancı yokuşunda 1977’de ölen 36 kişi için anma yaptı.
O günkü DİSK’e de hakim olan TKP’den geriye kalan TÜSTAV, 1 Mayıs 1977’de ölenlerle ilgili DİSK’in hazırladığı raporları ilk kez yayınladı.
O raporlara göre ölü sayısı 36 değil, 40.
Yine TÜSTAV’daki otopsi raporlarına göre ölenlerden sadece 4’ü kurşun yarasıyla, geri kalanların hepsi “ezilerek” ölmüşlerdi.
Kurşun yarasıyla ölen üç kişi Ziya Baki, Hasan Yıldırım ve Kahraman Alsancak, DİSK’liydi, Uzel Fabrikası işçileriydi ve mitingde yan yana kurşunlara hedef olmuşlardı.
Kurşunla ölen dördüncü kişi ise polisti.
26 yaşındaki toplum polisi Nazmi Arı.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü Toplum Zabıta Müdürlüğü kadrosunda görevliydi, evliydi ve bir çocuğu vardı.
Bianet’ten Tuğçe Yılmaz’ın çok başarılı bir gazetecilik örneği olan yazı dizisine göre “Otopsi raporunda ölüm nedeni ateşli silah, mermi yarasına bağlı aort ve akciğer delinmesine bağlı iç kanama”ydı.
İstanbul’da Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan 1 Mayıs 1977 ile ilgili davanın duruşma savcısı Çetin Yetkin, Yeniçağ gazetesinde 3 Mayıs 2010’da Nazmi Arı’nın “başının yan tarafından gelen ve yapılan incelemeye göre de çok yakın bir atış olan mermiyle vurulduğunu” yazdı.
Bu bir 1 Mayıs günü de memleketi Afyonkarahisar’ın Şehit Gaziler Derneği’ni her yıl olduğu gibi onu andı:
“1 Mayıs 1977 tarihinde İstanbul’da yaşanan olaylarda görevi sırasında şehit olan Sandıklı ilçesi Ekinhisar köyü nüfusuna kayıtlı Şehit Polis Memuru Nazmi ARI’yi vefatının 48. seneyi devriyesinde saygı, rahmet ve dualarla anıyoruz. ARI, Sandıklı ilçesi Ekinhisar köyünde doğmuş ve burada yaşamını sürdürmüştür. Olaylarda gösterdiği kahramanlık ve görevini yerine getirme azmi, tüm şehri derinden etkilemiştir.”

Nazmi Arı’nın köyündeki mezar taşında “1 Mayıs 1977 Taksim olaylarında anarşistler tarafından şehit edilmiştir” yazılı.

Aslında ilginç bir şekilde olayın hemen ertesi günkü gazetelerde de ölümlerle ilgili “anarşistler, teröristler” suçlanmıştı.
Artık üzerinde kimsenin birbirini ikna edemeyeceği 40 yıllık bir tortu olan bu tartışma 15 yıl önce Taraf’ta bir kere açıldu, herkes eteğindeki taşı döktü, yıllarca provokasyon içine oraya çekildi denen Kazancı Yokuşu’nu kapatan kamyonetin DİSK’in pankart kamyoneti olduğu bile ortaya çıktı ama tartışma günün sonunda yine kavga gürültüyle bitti, herkes kendi hikayesine döndü.
Aslında bizzat meydanda olanların anlattığı hikayeler temelde benzerdi:
“77 1 Mayıs’ına, birbirine “sosyal faşist”, “Maocu bozkurt” diyen DİSK/TKP ile Maocu örgütler arasında zaman zaman silahlı çatışmaya varan gerilimle gidilmişti, DİSK, Maocu örgütleri Taksim’e sokmama kararı almıştı. İlk silah sesi de miting biterken ancak meydana varabilen Maocu örgütlerin meydana girmeye çalıştığı ve DİSK barikatıyla karşılaşıp kavgaya tutuştukları Tarlabaşı/Sular İdaresi tarafından gelmişti. Sonra iki el silah sesi daha duyulmuştu. Ardından dakikalarca silahlar susmamıştı. Herkes kaçmaya başlamış birbirini ezmiş, polis panzerleri meydana girmişti”
Aslında bunu ölenlerin çoğunun ezilme sonucu öldüğünü gösteren otopsi raporlarıyla birleştirince gerçek çıplak biçimde ortadaydı.
500 bin kişinin olduğu mitingin üzerine iddia edildiği gibi Inter Continental Oteli’nden CIA ajanları, Sular İdaresi’nin üzerinden Thompsonlu polisler ve beyaz Renault’dan sivil polisler ateş açsaydı ölü sayısı binlerin üzerinde olurdu.
Henüz olayla ilgili ideolojik hikayeler üretilmeden 2 Mayıs 1977 günü Cumhuriyet gazetesindeki tam sayfa haberde, Haziran 1977’deki seçimleri izlemek için Türkiye’ye gelmiş İsveçli foto muhabir Marc Izikowitz meydanda gördüklerini şöyle anlatmıştı:
“Taksim alanının Elmadağ’a açılan bölümünde bulunuyordum. Bir grup insanın gelmekte olduğunu gördüm. Bu gelişi resimlemek istedim. Bu arada gelen grup bazı marşlar ve anlamadığım sloganlar söyleyerek kurulmuş olan barikatı aşıyorlardı. Ancak herhangi bir kavga yoktu. O sırada mitingin güvenliği ile yükümlü oldukları anlaşılan kişiler gelenleri geri çevirmek istediler. Ben yine bir çatışma çıktığını görmedim… Bu sırada ansızın açılan bir ateşten sonra Elmadağ’dan gelmekte olan grup 19-20 metre kadar geri çekildi. Ondan sonra bu grup yere yattı ve daha sonra da yerden ateş açmaya başladılar. Ben de olayın şoku içinde yere yattım. Ancak daha sonra Intercontinental Oteli’nin önünde ateş seslerinin yoğunlaşmakta olduğunu duyarak oraya yöneldim. Vurulmam tamemen rastlantı. Zaten Osmanlı Bankası önüne geldiğimde yokuş başında insanların kıvrandıklarını gördüm. Gördüklerim anlatılmayacak kadar feciydi. Güvenlik güçleri başlangıçta olaya hiç müdahale etmedi. Beş dakika sonra siren sesleri ile panzerlerin önüne gelenleri dağıtmaya başladıklarını gördüm.”

Sahibi DİSK Başkanı Kemal Türkler, başyazarı ve genel yayın yönetmeni İsmail Cem olan Politika gazetesi de 2 Mayıs günü katliamı benzer bir olay örgüsüyle manşetinden vermişti.
DİSK’in ve tabii gizli TKP’nin sesi olan gazetenin manşeti “500 bin kişilik disiplinli kalabalığa kışkırtıcı ajanlar ateş açtı. Teröristlerin saldırdığı 1 Mayıs’tan fotoğraflar”dı.

Haberdeki fotoğraflar Çoşkun Aral’a aitti.
Olay çok sarih biçimde anlatılmıştı:
“DİSK’in öncülüğünde düzenlenen 1 Mayıs, tören dün tam bittiği sırada “Maocu” ve “terörist” oldukları iddia edilen grupların silahlı saldırısına uğramıştır. Polisin panzerler ve ses bombalarıyla saldırgan gruba müdahale etmek istemesiyle olay birden büyümüş, alanda kısa süreli bir panik baş göstermiştir. Saldırgan grupların törene katılan kalabalığa açtığı ateş ve patlak veren panik yüzünden 35 kadar yurttaşımız ölmüştür. 400’e yakın yaralının bulunduğu 1 Mayıs töreni saldırısıyla ilgili olarak polis 265 kişiyi gözaltına aldığını açıklamıştır.
…
“Sık sık alkışlarla kesilen konuşmasını bitiren Türkler kürsüyü terketmeye hazırlanırken Taksim Meydanı’nda Sular İdaresi’nin bulunduğu bölümle ortadaki durağın bulunduğu kesimden silah sesleri gelmeye başlamıştır. Önce iki gençlik grubunun karşılıklı silah atmasıyla başlayan olay kısa zamanda alanda bir paniğe yol açmıştır. DİSK kürsü görevlilerinin uyarları ve uyguladıkları disiplinle kısa süre için kaçışanlar disiplin altına alınmışlar ve mitingi sakince terk etme çağrısına uymuşlardır. Ancak çatışma kısa bir aradan sonra yeniden alevlenmiştir. Bu arada düzeni sağlamak isteyen DİSK görevlilerinin üzerine ateş açılmasıyla çatışma alanı daha da genişlemiştir. Polisin panzerleri harekete geçirmesi ve makineli tüfeklerle caydırıcı ateş açması üzerine panik daha da şiddetlenmiş ve kaçanların bir kısmı ezilerek ölmüş ya da yaralanmışlardır.”
3 ve 4 Mayıs günü de Politika gazetesi aynı haber çizgisini sürdürdü, “Maocu teröristleri”, “maceracıları” suçladı.

Haberlere eşlik eden fotoğraflarda Taksim meydanındaki eli silahlı militanların fotoğrafları sert ifadelerle yer alıyordu:
“Bireysel terörün çıkmaz sokaklarında kısılıp kalmışlar. 1 Mayıs bayramını bir ölüm gününe çevirdiler. Ard arda patlayan tabancalar bir yandan ölüm kusarken bir yandan da işçi sınıfımızın en büyük demokratik kazanımlarından birini yok etmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürüyordu.”

1 Mayıs meydanında silahlı insanları gösteren fotoğraflardan biri de Hayat mecmuasında Savaş Ay imzasıyla çıkmıştı.
Fotoğrafta silahlı, ellerinde sopalar olan bir grup görülüyordu.

Savaş Ay, 2 Mayıs 2012 tarihli Sabah gazetesinde o fotoğrafı anlatmıştı:
“Kanlı 1 Mayıs… 23 yaşımda bir polis muhabiri olarak o acı günü başından sonuna yaşadım ben de. İlk ateşin Halkın Kurtuluşu adlı örgüt içine sızmış, muhtemelen ‘ayarlanmış’ 2 genç tarafından açıldığını kendi gözlerimle gördüm. DİSK o gruplara (Mao’cu tabir edilirlerdi) meydanda yer vermek istemiyordu. Gençler Tarlabaşı istikametinden zorladı ve biri belinden tabancayı çıkarıp ateş etti. Sonra ikinci bir genç aynısını yaptı. Ben o anı fotoğrafladım.”
Ama sonra hikayeler değişmeye başladı.
Kanlı 1 Mayıs solun yükselen itibarını sarsınca, Intercontinental Oteli’nden ateş açan CIA ajanları ve Sular İdaresi üzerinden Thompsonlarla ateş açan sivil polislerle ilgili alternatif bir hikaye dolaşıma sokuldu.
Galiba ilk olarak Aydınlık çevresi (Doğan Yurdakul) tarafından.
Meydandaki eli silahlı militanları gösteren fotoğraflar yıllar içinde dolaşımdan çekildi.
Geriye sadece Sular İdaresi üzerinde ağır silahlarla dolaşan sivil giyimlileri gösteren belirsiz bir fotoğraf karesi kaldı.

Nokta Dergisi, 4 Mayıs 1986’da İpek Çalışlar ve Güldal Kızıldemir imzalı kapak haberinde bütün bu iddiaların izini sürmüş, panzer şoförleri dahil neredeyse herkesle konuşmuştu:
“Dönemin Belediye Başkanı Ahmet İsvan Nokta’ya “Herkes kaçışırken Sular idaresi duvarının üzerinde dolaşan insanlar gördüm. Kürsünün etrafında bulunanlar olarak, çoğumuz gördük. Siluet halindeydiler. Birinin elinde silueti tüfeğe benzeyen bir şey gördüm ” demişti.
İlk baştan itibaren bu iddianın sahibi de İsvan’dı.
1 Mayıs mitingini Sular İdaresi duvarının üzerinden izlemekte olan Aydınlık grubundan Metin Öztürk Nokta’ya konuşmuştu:
“Ben duvarın üzerinde film çekiyordum. Çatışma başladıktan sonra film çekmeyi sürdürdüm. Benim çevremde elinde silah olan kimse yoktu. Ahmet İsvan Bey’in tüfek olarak gördüğü benim film makinem olabilir. Çatışma başladıktan bir süre sonra polisler geldi, beni ve çevremdekileri alarak aşağıya indirdi. Üstlerimizi aradı, sıra dayağından geçirdi filmlerimizi aldı ve bıraktı.”
Miting günü su deposunun güvenliğini sağlamakla görevli olan bekçi Haydar Aslan’ın tanıklığı da Metin Öztürk’ü doğrulamaktaydı.
“Amirim emrettiği için su deposunun üzerine kimseyi çıkartmıyorduk. Ancak saat 17.00’den itibaren 50-60 kişi depo önündeki ağaçtan su deposunun üstüne tırmandı. Hepsine mani olamadık.”
Bekçinin ifadesine göre, deponun üzerindekiler çatışma çıkınca yere yatmışlardı.
“Saat 20 sularında bir grup polis gelerek görevli elemanlarımızı ve diğer şahısları aşağıya indirdiler, üzerlerini aradılar, bir şey bulamadılar.”
Mahkeme olayla ilgili olarak bir film izlemiş ve “Sular İdaresi binası üzerinde bulunan reklam panolarının demir ayakları önünde ellerinde tomson makineli tüfek olduğu görülen beş sivil”i tespit etmişti.
Makineli tüfek taşıyan sivil şahısların kimler olduklarını şu anda İstanbul Emniyet Müdürü olan, dönemin Emniyet 1. Şube Başkomiseri Mete Altan şöyle anlatıyordu:
“Sular İdaresi’nin üst katında kendilerini gizlemiş insanlar gördük. Sular İdaresi’nin kapısından içeri girdiğimizde toplum polislerini gördük. İlk basamakları çıkmışlar orada bekliyorlardı. Bizi görünce damda insanlar var, çıkamıyoruz, çelik yelekli polisler yukarı çıksın dediler. Ben ve arkadaşlarım dama çıktığımızda dip tarafta uçta birkaç kişi gördük. Ellerimizdeki tomsonlarla atışa hazır vaziyette onlara doğru yürüdük. 15 kişiydiler. Arama yaptık, bir silah bulamadık. Biz çatıya olaydan tahminen 20-25 dakika sonra çıktık. Ellerimizde ise uzun namlulu tomsonlar vardı.”
Muhtemelen ünlü fotoğraf da bu sırada çekilmişti.
Bir polisin kurşunla öldüğü meydanda o gün 10’dan fazla polis de yaralanmıştı.
Polisler olan bitene o kadar kızgındı ki olay akşamı Vali Namık Kemal Şentürk, Emniyet Müdürlüğü binasında toplantıdayken kalabalık bir polis grubu Emniyet’in önünde gösteri bile yapmıştı:
“Toplantı sürerken Emniyet müdürlüğü binası önünde bir grup polisin Vali Namık Kemal Şentürk aleyhinde bir protesto gösterisi yaptı. “Vali dışarı”, “Katil vali”, “Vali istifa” diye bağırarak Şentürk’ü protesto eden polisleri yatıştırmak için bir megafondan sürekli olarak anonslar yapılmış “Polis kahramanlık gösterisinde bulunmuştur” denerek memurlar sükûnete çağrılmıştır.”

Bütün bunlardan bugün geriye herkesin tutunduğu delilsiz, temelsiz hikayeler ve yine anlamsız gerekçelerle, siyasete, hayata kapatılan Taksim Meydanı kaldı.