Ana SayfaYazarlar15 Nisan'da memleket manzaraları

15 Nisan’da memleket manzaraları

 

Taraf gazetesiyle başlayan, serbestiyet.com, Yeni Yüzyıl ve Karar gazeteleriyle sürerek bugüne gelen yazarlık maceramda kendi performansımı değerlendirmeye kalksam, en gönül rahatlığıyla söyleyebileceğim cümle “açık sözlü” bir yazar olduğumdur. Dolayımlara, imalara, lightyönlendirmelere, ağız içi baklalara yatkın değilim. Bunu da övünülecek bir üstünlük olarak görmüyorum. “Ağızda bakla”metaforunu araya sıkıştırdığıma bakarak, sözünü daha sakınmalı, daha örtük söyleyenleri eleştirdiğim sanılmasın. Bütün içtenliğimle belirtmeliyim; belki de o tutum daha işlevsel, daha anlamlıdır. Ulaşılmak istenen kesimlere daha uygun, onların duygularını daha iyi yakalayan, özdeşlik kurma ihtiyaçlarına daha iyi cevap veren bir üslup olabilir sözü imalar üzerinden kurmak. Açık sözlülüğün göze batan bir çiğ ışığı vardır ve kutuplar üstü durmaya çalışanlardan daha çok fanatik yandaşlığın yöntemidir belki. Bunları gerçekten bilmiyorum.

 

Anayasa tartışmasında da üst üste yazılar kaleme aldım. İlki 13 Ocak tarihinde “Muhafazakarların sınavı: Anayasa Taslağı” başlığını taşıyor. Onu takip eden 9 yazının da tamamı anayasa tartışması üzerine ve hepsi neden “Hayır” ın tercih edilmesini istediğimin gerekçeleriyle yüklü. Yani açık bir “hayır” cıyım…

 

Bu yazının konusu “neden hayır” ı tartışmak değil. Onu yazacağım kadar yazdım kendimce. Bu yazının konusu, bir “Hayırcı” penceresinden memleketin manzarası ve adalet duygusu üzerine kısa bir sorgulama.

 

Kendimce, en göze batanından başlayayım.

 

Ben bu derece vıcık vıcık popülizme batmış bir kampanyaya bugüne kadar tanık olmadım. İslam kimliği, şehitlik, milliyetçilik, Batı düşmanlığı … Bunca malzeme bu kadar üst üste yığılarak çiğ bir hamasetle istismar edilmemişti hiç. 

 

Popülizm sadece kızgınlıkları, yüz yıldır birikmiş eziklik, yetersizlik duygularını kaşımaktan ibaret de kalmadı. Ekonomik kararlara da yansıdı. Tam bir rüşvet siyaseti girdi devreye. Muhtarların SGK primlerinin ödenmesinden, güzellik uzmanlarının insan bedeniyle ilgili işlemleri yapmasının önündeki engelleri kaldıran kararnameye; bazı mallardan ÖTV alınmasını Nisan sonuna kadar kaldıran kararın Ekim sonuna uzatılmasından, vergi ve sigorta borçlarının yapılandırılmasının da yeniden yapılandırılmasına; sağlık güvencesi kapsamında olmayanların gelir testinin kaldırılmasıyla aylık 53 liraya güvenceye kavuşturulmasına, bu parayı da ödeyemeyecek olanlarınkini devletin ödemesine; istihdam seferberliği adı altında 700.000’i aşkın insana iş sağlanmasından, torun bakan babaannelere maaş ödenmesine kadar irili ufaklı “müjdeler” yağdı üstümüze… Muhakkak unuttuklarım da vardır. Bu açıdan bakınca, halkımız için oldukça bereketli bir kampanya yaşandı! 

 

Bunlar eskilerde kaldı zannediyorduk. Öyle değilmiş… Eskilerde kaldığını umduğumuz diğer pek çok şey gibi.

 

Mesela, cumhurbaşkanlığının parti başkanı olarak yürütüldüğü (Atatürk ve İnönü) dönemler tek parti rejiminde kaldı ve Ak Parti hareketi bu geleneği yıkmak için yola çıktı zannedenler şimdi o rejimlerin yeni anayasanın savunulmasında referans gösterilmesine tanık oluyorlar.

 

Bunlar işin bir yanı. Diğer yanında da ölçüsü kaçmış bir “haksız rekabet” var. Kamu kurumları seferber. Her yerde “açılış törenleri” … Türkiye yeniden açıldı desek yeridir. Haber kanallarını izleyenlerdenim. Bir tek gün geçmedi ki o gün, iki bazen üç kere Binali Yıldırım’ın, Tayyip Erdoğan’ın en yüksek perdeden seslerini duymamış olayım. İstanbul’da dört gün geçirdim. Avuç içi kadar uygun bir yer var da afişlenmemiş olsun… Fakat daha kör gözüm parmağına bir adaletsizlik yaşandı farkındaysanız. Televizyon şirketlerini tarafların propagandalarına eşit yer vermeye zorunlu kılan düzenleme, Olağanüstü Hal Kararnamesi ile kaldırıldı. Böyle bir konunun OHAL Kararnamesi ile düzenlenmesinin hukuki ve ahlaki dayanaklarını söyleyebilecek bir tek kişi çıkar mı acaba? Sonuçta tüm medyada, karşılaştırılması imkânsız bir “evet” propagandası ağırlığı oluşturuldu.

 

Meclis’teki bir partinin bütün seçilmiş etkili isimlerinin cezaevinde, belediyelerinin ise kayyım elinde olmasından bahsetmiyorum bile. 

 

Bu sahne bile kendi başına, bütün gücün tek elde toplandığı bir devlet yönetiminin bize ne vadettiğini anlatıyor.

 

Uzatmayacağım.

 

Kısa bir hatırlatmayla bitiyorum.

 

Olabildiğince medyayı; önemsediğim yazarları izlemeye çalıştım. Bir listem var. Bu listede benim gibi “hayır”diyeceğini açık biçimde deklare eden Ali Bayramoğlu, EtyenMahçupyan, Fırat Erez gibi isimlerin yanında, yazılarından çıkarttığım sonuç yanlış değilse; Alper Görmüş, Oral Çalışlar, Cennet Uslu, Vahap Coşkun gibi isimler yer alıyor… Atladıklarım vardır belki…

 

Bu isimlerin şöyle ortak bir yanları var ve bu bence kayda değer: Saydıklarımın tamamı Ak Parti’nin 2002 yılında hükümeti kurmasından sonra… 1) Askeri vesayetle giriştiği mücadelede kayıtsız koşulsuz ve tereddütsüz hükümetin yanında yer aldılar. Yıllara yayılan bu süreçte, “Cumhuriyet Mitingleri” nden, e- muhtıraya; Cumhurbaşkanlığı seçiminden, Ak Parti’yi kapatma davasına kadar her önemli çatışmada Ak Parti yanında durdular. Ergenekon- Balyoz davalarında belki de zaman zaman “kullanışlı aptallar”durumuna da düşerek seçilmiş hükümete darbe planladığını düşündükleriyle mücadele ettiler. 2) Kürt sorununun çözümü yönünde Erdoğan’ın barış politikalarına yönelişinde, bütün statü güçlerinin (CHP, MHP, Askeri/sivil bürokrasi) saldırıları karşısında ona tereddütsüz, açık bir destek verdiler. 3) Gezi patladığında süreci nesnel değerlendirmeyi önemsediler. Büyük bir seküler gövdeyi hızla Ak Parti karşıtlığına sürükleyen bu süreçte Erdoğan siyasetine eleştiri ve uyarıları oldu. Fakat, iktidarın meşruiyetini ve eylemlerin aldığı yönün kabul edilemezliğini göz ardı etmediler. Devirmeci siyasete karşı tavır aldılar. 4) 7 Şubat 2012’de açıkça rengini belli eden, 17-25 Aralık’ta çok sert ve iddialı bir hamle yapan; sonunda da 15 Temmuz’da silaha sarılan Gülenist çetenin her hamlesinde yine tereddütsüz, apaçık Hükümet’in yanında yer aldılar; “yolsuzluk, hırsızlık” vs üzerinden darbeyi görmezlikten gelen çevrelerle; aslında içinden geldikleri mahalleyle kavga ettiler.

 

Bu isimler bunları neden yaptı? Cevap basit. Onlar hiç İslamofobik olmadılar. Onların kapısını Kemalist ideoloji çalmadı. Onlar kimlik siyasetinin tuzağına düşmediler. Şiddete karşı meşruiyetçi oldular. Politik süreçleri demokrasi bağlamında anlamlandırmayı, taraf olurken demokrasiye yönelmeyi önceledikleri için böyle davrandılar.

 

Şimdi bu isimleri birleştiren bir kırılma noktasından daha geçiyoruz.

 

Bu anayasaya “Hayır” diyorlar… Küçücük, kısacık bir liste… Ama, kanımca boyundan büyük bir şey anlatıyor bize.

 

Bu da tarihe düşülmüş bir kayıt olsun…

- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik