Ana SayfaYazarlar21. yüzyılın küresel ittifakı: ‘Hayat tarzı...’

21. yüzyılın küresel ittifakı: ‘Hayat tarzı…’

 

İnsanların anlam atfettikleri, başka insanlarla ilişki kurarken ön planda tuttukları değerler yeni bir tarihsel döneme geçildiğinde tepeden tırnağa değişik görünümler arz edebiliyor. Yine aynı cümleden olmak üzere, farklı uluslardan insanların küresel çapta kurdukları ittifaklar da dönemlerin ve değerlerin değişmesiyle birlikte farklı görünümlere bürünebiliyor.

Bu bakış açısından, mesela 18. ve kısmen 19. yüzyılların temel değeri olan “millet” ve “millîlik”, yerini 19. yüzyılın ikinci yarısıyla 20. yüzyılda “sosyal sınıf” kategorisine terk etti. 18. ve 19. yüzyıllarda sınıf farkına bakılmaksızın milletler (ya da ülkeler-devletler) arasında kurulan ittifaklar, 20. yüzyılda sınıflar arasında kurulmaya başladı… 18. ve 19. yüzyıllardakinin tersine, 20. yüzyılda “bütün ülkelerin işçi sınıflarının bütün ülkelerin burjuvazilerine karşı birleşmeleri” esastı.

Hiç kuşkusuz, bir görünüm bıçakla kesilir gibi yok olup yerine yeni bir görünüm geçmiyor; biri giderek silikleşirken öbürü ön plana geçiyor… Ya da bazen, önceki değerlerin etkisini tamamen kaybettiği sanılırken, konjonktürel bazı gelişmeler onları yeniden önemli kılabiliyor. Mesela: 20. yüzyıl enternasyonalist iddialı devrimler ve devrim beklentileriyle geçti, fakat arada, sosyalistlerin şaşkın bakışları arasında işçi sınıfları kendi millî devletlerinin safında başka ülkelerdeki “sınıf kardeşlerine” karşı savaşabildi.

Milli savaşlar, sınıf savaşları, hayat tarzı savaşları…

Millî dayanışma ve sınıf dayanışması, iki farklı dönemde insanları kitleler halinde büyük eylemlere, büyük savaşlara  yönelten iki farklı temel güdü oldu.

Peki, 21. yüzyılın dünyasında neler oluyor? Acaba 21. yüzyılın dünyasında insanları eylem için harekete geçiren güdülerde nasıl bir değişiklik oldu? Farklı uluslardan insanların küresel çapta kurdukları ittifaklar günümüzde esasen hangi değerler tarafından belirleniyor? Bu açıdan, 20. yüzyıl ile 21. yüzyıl arasında nasıl bir fark var?

Yirminci yüzyılda, ülkelerde “büyük, destansı” diye anılabilecek dayanışma örneklerinin neredeyse tamamı toplumsal sınıflar arasında oluşurdu. Bir yerde büyük bir grev mi oldu, bu yalnız o greve katılan işçiler arasında değil, başka yerlerdeki, hatta başka ülkelerdeki işçiler arasında da bir enerji patlamasına neden olur, dayanışma gösterileri yapılırdı… 

Şimdi 21. yüzyıldayız ve köprülerin altından geçen suların, insanları eylem için harekete geçiren güdülerde de köklü değişikliklere yol açtığını görüyoruz.

Sanki, ortak-benzer bir hayatı ve kültürü paylaşan insanların hayat tarzlarını, kültürlerini koruma-kollama güdülerinin öne geçtiği ve bu güdünün sınıf, zenginlik, ideoloji farklarını gölgede bıraktığı yeni bir durumla karşı karşıyayız.

Kanaatimce Gezi isyanı da böyle bir şeydi… Gezi’nin hemen ardından, Ağustos 2013’te kaleme aldığım bir makalede şöyle yazmıştım:

“Gezi’ye katılanları birleştiren asıl etmen (çevre, doğa duyarlılığı vb. etmenleri ihmal ederek söylüyorum), benimsedikleri ‘seküler yaşam tarzı’na ‘İslami’ iktidar tarafından yapıldığını düşündükleri müdahalelere karşı çıkmak değil miydi? Orada işçiler, işverenler, zenginler, fakirler bu itirazın çevresinde bir araya gelmemişler miydi?.. Aslında, Türkiye Türkiye olalı ortaya çıkan en büyük toplumsal hareketliliği analiz ederken hiç kimsenin, hatta -onlar için ıstırap verici olsa da- Marksistlerin bile ‘sınıf’ sözcüğünü ağızlarına alamamaları da bunu göstermiyor mu?”

Hayat tarzı ittifakları: Yerelden küresele…

Müslüman ülkelerdeki aktivizmler karşısında Batı ülkelerindeki seküler toplumsal kesimlerin aldıkları pozisyonlara baktığımızda göreceğimiz şeyin kocaman bir çifte standart olması ise, tek tek ülkelerdeki “seküler hayat tarzı ittifakları”nın küresel bir karakter kazanmaya başladığını gösteriyor. 

Tam bu noktada, özünde seküler kaygılardan güç alan Türkiye'deki Gezi ve Mısır'daki  -Tahrir'i örgütleyen- Temerrüd hareketlerine Batı'nın Hıristiyan ülkelerindeki seküler toplumsal gruplardan gelen olağanüstü desteği mutlaka hatırlamalıyız.

Görünüşte, “otoriter yönetimlerin barışçı protestoculara karşı kullandığı devlet şiddetini kınamak” gerekçesiyle veriliyordu bu destekler. Fakat hatırlayalım, aynı destek Mısır'da meydanlarda toplanıp şiddet kullanmaktan kesinlikle kaçınan, tam tersine ordunun şiddetine maruz kalan milyonlarca Mısırlıdan esirgendi ve böylece bu gerekçe de kendi kendini imha etmiş oldu.

Aynı tabloyu, Gezi eylemcilerine verdikleri “bildiri” desteğini, onların maruz kaldığı şiddetle kıyaslanmayacak büyüklükte bir şiddete maruz kalan Mısırlılardan esirgeyen “Batılı sanatçıların bildirisi” örneğinde de görmüştük.

Yani şöyle: Şiddete başvurmadan protesto hakkını kullananların tamamı Batılı aktivistlerin sempatisini kazanamıyor… Bunun için, ilaveten,  bu hakkı kullananların “hayat tarzları”nın, cümlelerinin, esprilerinin, oturup kalkmalarının da kendilerine benzemesi gerekiyor.  

 

Parantez: Aylan Kürdi’nin cesedinin yarattığı etki

 

Biraz ürpertici hatta ürkütücü gelebilir ama, Bodrum kıyılarına vuran cesediyle bir anda bütün dünyanın dikkatini mülteci krizine çeken dört yaşındaki Aylan Kurdi’nin Batı kamuoylarında yarattığı “aydınlanma”, bana bütün bu söylediklerimin sembolik bir doğrulanması gibi geliyor. 

 

Hepimiz, o fotoğrafın yarattığı olağanüstü etki üzerinde düşündük ve sonuçta etkinin, o fotoğrafın masum bir çocuğa ait olmasından kaynaklandığı sonucuna vardık. Oysa “sihir”, o çocuğun Ortadoğulu olsa da yüzü, ayakkabısı, şortu vb. ile fazlasıyla Batılı bir bebek-çocuk görüntüsü vermesindeydi bence. Cesedini gördüğümüz çocuk tipik bir Ortadoğulu bebek-çocuk olsaydı, hadi biraz abartalım, mesela başı İslamî bir tarzda örtülü bir kız çocuğu olsaydı aynı “aydınlanma” yaşanacak mıydı Batı kamuoylarında?

Siyasetin en temel parametrelerinden biri

Sadece Türkiye’de değil, dünyada da “sol”un eşitlik, adalet gibi kadim değerlerinden çok laiklik-sekülerlik ekseninin etrafında siyaset yapma eğilimini biraz da buraya bağlayabiliriz. Çünkü sonuçta siyaset ister istemez kitlelerin mücadele alanlarına çıkma şevklerini dikkate almak zorunda ve bu çağın en önemli şevke getiricisi, “hayat tarzı uğruna mücadele…”

Ortak bir seküler hayat tarzını koruma kaygısının, somut ekonomik, dinsel ve sınıfsal farklılıkların hepsini silikleştirebildiği, geri plana atabildiği yepyeni bir dünyadayız…

Şimdilik tuhaf görünse de bu böyle ve millî ve küresel boyutlarda siyaset uzun bir dönem boyunca bu yeni parametrenin etrafında şekillenecek. 

- Advertisment -