28 yıl önceki Gazap Üzümleri operasyonunda İsrail bugün olduğu gibi yine Lübnan’ın güneyini işgal etmiş, Hizbullah’ın güçlü olduğu Şii bölgesini bombalamış, sivilleri hedef almıştı. 10 bin kişinin yaşadığı Qana köyü sakinleri ise İsrail ordusunun top mermilerinden kaçmak için güvenli gördükleri Birleşmiş Milletler karargahına sığınmıştı. BM Güvenlik Konseyi kararıyla 1978 yılından beri Lübnan’da bulunan barış gücü askerleri, düzeni sağlanması için merkezi hükümete yardım ediyor, Hizbullah’ın silah bırakması, belirli aralıklarla ülkeyi işgal eden İsrail’in çekilmesi, sınır ihlallerinin engellenmesi için çaba harcıyordu. Lübnan’ın güneyindeki farklı karargahlarda, Fiji’den Endonezya’ya, İrlanda’dan Nepal’e farklı ülkelerden birçok asker bulunuyordu.
Qana’daki BM Geçici Barış Gücü (UNIFIL) birliğinde ise Fijili askerler vardı. 800 Lübnanlı sivil, İsrail’in saldırılarından kaçmak için BM askerlerine sığınmış, Fijili askerler de yüzlerce kadın çocuğu sığınaklara yerleştirmişti. Lübnanlılar, İsrail’in uluslararası bir krize sebep olacak şekilde BM karargahını vurmayacağını düşünüyordu. Fakat bugünkü İsrail neyse, dünkü İsrail de oydu. Lübnanlı siviller yanılmıştı.
İsrail ordusu karargahı top mermileriyle vurdu. Karargaha sığınan 106 silahsız Lübnanlı sivil katledildi, yaklaşık 100 kişi ve 4 Fiji askeri ise yaralandı. Askeri birliğin Fijili komutanı Wame Waqanivavalagi ve birçok uluslararası hak örgütünün raporuna göre, İsrail bilerek ve isteyerek BM karargahını vurmuştu. Zaten Fijililer de saldırıları önlemek için karargaha giren erkeklerin merkezi hükümetten Hizbullahçı olmadıklarını belirten bir onay kağıdı göstermesini istemiş, çoğunlukla kadın ve çocukların sığınmasını sağlamıştı. İsrail ortada hiçbir somut neden yokken beş dakika içerisinde sığınağı 36 kez top mermisiyle vurmuştu.
Katliamdan kısa bir süre sonra uluslararası camianın tepkileri arttı, İsrail operasyonu sonlandırdı. Fakat pek bir şey değişmedi. 2006’da İsrail yine aynı köyde üç katlı bir binayı bombaladı, 16’sı çocuk 28 sivili katletti. 1996 katliamı sırasında köyde operasyon yürüten ve binanın bombalanması için talimat verdiği söylenen komando birliğinin komutanı Naftali Bennett ise Netanyahu’ya karşı birleşen merkez sol-sağ koalisyonun 2021 seçimlerinden sonraki başbakanı oldu ve kısa süreliğine İsrail’i yönetti. Bennett şimdi Netanyahu karşıtı muhalefetin önemli isimlerinden. Fakat muhalefeti savaşa değil, savaşın yavaşlığına. Açıkça İran’ın nükleer tesislerinin bombalanmasını, savaşın Lübnan ve İran’a da yayılarak Ortadoğu’daki düzenin İsrail lehine dönüştürülmesini savunuyor.
Ve İsrail bugün yine Qana’nın da içinde olduğu Güney Lübnan’ı işgal ediyor, Hizbullah’ın bölgesine attığı füzeleri engellemek için Şii köylerini dümdüz ediyor. Şimdiden 1 milyondan fazla Lübnanlı evlerini terk etti, yüzlerce sivil katledildi. İsrail işgal başlar başlamaz yaptığı ilk iş güneydeki BM karargahlarının boşaltılmasını, BM askerlerinin çekilmesini istedi. BM askerleri çekilirse İsrail daha hızlı ilerleyecek, köylerde karargah kurabilecek, saldırılan köylerdeki savaş suçlarına tanık olabilecek uluslararası bir güç söz konusu olmayacak. Nitekim İsrail bu hafta BM askerlerine de ateş açtı, iki barış gücü askerinin bulunduğu gözlem kulesini tank mermisiyle vurdu, iki asker kuleden düşüp yaralandı.
Netanyahu ise bu hafta açıkça Lübnanlılara “ya Hizbullah’a karşı iç savaş başlatın ya da Lübnan da Gazzeleşir” tehdidini savurdu. Bölgede farklı ülkelerden BM askerlerinin bulunması İsrail’in Lübnan’ı da Gazzeleştirmesinin önündeki “ufak ama önemli” engellerden biri. BM karargahları geçmişte olduğu İsrail’in sivil ayırmaksızın attığı bombalardan azade bir sığınak olabilir, İsrail’in tahliye emri verdiği köyleri terk edemeyen yaşlılar, çocuklar ve hastaların hayatı Gazze’nin aksine bu askerler sayesinde kurtulabilir.
Bu nedenle İsrail uzun bir süredir sistematik olarak BM kurumlarını hedef almayı, BM Genel Sekreteri Guterres’in ülkeye girişini yasaklamayı , BM Barış Gücü’nü Hizbullah’a yardım etmekle suçlamayı ve son aşamada BM askerlerine ateş açmayı bilinçli bir şekilde tercih ediyor.
Neyse ki işgalin başladığı ilk günden itibaren bu amacına ulaşamadı. Zira İsrail’in karşısına ilk çıkan barış gücü askerleri, Filistin konusunda insanlık sınavını geçen İrlandalılar oldu. Bir avuç cesur İrlandalı Lübnan’ın güneyinde İsrail’in tam karşısında durdu, kapılarına dikilen tanklara rağmen korumakla yükümlü oldukları köyleri terk etmeyeceklerini söyledi.
Şair başkan İsrail’e karşı
İrlanda’nın BM barış gücü kapsamında 380 askeri var. 80 asker şu anda izinde. 300 İrlandalı asker ise aşağıdaki haritadaki üç karargahta.
İrlanda-İsrail arasındaki en büyük gerilim ise doğal olarak tam sınır noktasındaki UNP-652 karargahında yaşanıyor. Bu küçük karargahta 30 İrlanda askeri var.
İrlandalı askerlerden 21 yaşındaki Saorise Sands 2022 yılında bu karargahta görev yaptı. Sands, İrlandalı kadınların oynadığı geleneksel camogie oyunu sporcusu. Hala orada mı bilmiyorum.
30 İrlandalı askerin bulunduğu karargahın etrafı bu hafta İsrail tanklarıyla çevrildi. Hizbullah, İsrail’in İrlandalı askerleri canlı kalkan olarak kullandığını ve bu stratejiyi boşa çıkarmak için İrlandılara ateş etmeyeceğini açıkladı. İsrail ise İrlandalı askerlerin operasyonun seyri için çekilmesi gerektiğini yineledi. İrlanda’nın şair Cumhurbaşkanı Michael D. Higgins ise sert bir açıklama yaparak İsrail’i hedef aldı: “İsrail Ordusu’nun barış gücünü tehdit etmesi ve savundukları köyleri terk etmelerini istemesi kabul edilemez. İsrail bütün BM gücünün bölgeden çekilmesini istiyor.”
İrlanda’nın Hobbitshire’dan fırlamışçasına sempatik Cumhurbaşkanı Higgins, 2010 yılında içinde Mavi Marmara’nın da bulunduğu Gazze Özgürlük Filosu’nu destekleyen tecrübeli bir sosyal demokrat siyasetçi. Filistin’i en çok savunan Batılı liderlerden biri.
İsrail ise Higgins’i yalanladı, İrlandalıların tehdit edilmediğini söyledi. Fakat İsrail karargahın dibine tankları ve lojistik araçlarıyla adeta mobil bir üs kurmuş, bayrak dikmişti. İki amaçları vardı: Hizbullah’ın İrlandalılara saldırmaktan çekineceğini düşünerek kendilerini korumak veya varlıklarıyla İrlandalı askerleri tedirgin etmek, çatışma ortasında bırakarak köyü terk etmelerini sağlamak. Nitekim birçok askerin ailesi İrlanda hükümetine mektup yazmış, askerlerin çekilmesi gerektiğini belirtmişti.
Bunun üzerine İrlanda ordusu günlük olarak askerlerin can güvenliği ve gıdaya erişimi konusunda düzenli bilgilendirme yapmaya başladı, İrlanda medyasında eski askerler barış gücü askerlerinin neden bölgede olmasının İrlanda için önemli olduğuna dair kamuoyu bilgilendirme yazıları kaleme aldı.
İrlandalılar için bu konu kritik. Geçmişten bugüne Lübnan’da İsrail destekli milisler veya Hizbullah’ın saldırıları sonucu toplam 48 İrlandalı asker öldürüldü. Öldürülen İrlandalı askerlerin anısına dikilen bir anıt henüz İsrail tarafından bombalanmadıysa hala Tibine köyünde ayakta. İrlandalı askerler sadece bu görev uğruna canlarını feda etmemiş, aynı zamanda yerel halkla çok samimi bir iletişim kurmuş. Hatta bu nedenle bazı Lübnanlılar İngilizce’yi İrlanda aksanıyla konuşmaya başlamış.
İrlandalı askerler bölgeden çekilmeyerek hem İsrail’i yavaşlatıyor hem de yavaş yavaş “Gazzeleşen” güney Lübnan’da siviller için bombalardan kaçabilecek bir sığınak ihtimalini canlı tutuyor. Bu inadın arkasında elbette daha geçen ay İran’ın yeni cumhurbaşkanına yazdığı tebrik mektubunun da İsrail Büyükelçiliği tarafından sızdırıldığına inanan Cumhurbaşkanı Higgins’in iradesi var. Fakat daha da ötesinde İrlanda’nın parti fark etmeksizin çok sahici bir “Filistin davası” var.
Siyaset başka, Filistin başka
Amnesty International’ın anketine göre İrlandalıların %71’i İsrail’in bir Apartheid rejimi olduğuna, %61’i ise İsrail’in saldırılarının haksız olduğuna inanıyor. Seçimleri ilk üç sırada tamamlayan sol-sağ partilerin hepsi İsrail’i çok sert bir şekilde eleştiriyor, geçmişten bugüne Filistin’de, Gazze’de yaşanan insan hakları ihlallerine dikkat çekiyor. İrlanda’nın bu konudaki net tutumunu geçen Mart ayında Saint Patrick günü kutlamaları için İrlanda kökenli Joe Biden’i ziyaret eden ve beklenmedik bir şekilde bu ziyaretin ana başlığını Gazze yapan merkez sağcı liberal başbakan Leo Varadkar Beyaz Saray’da Biden’in önünde tane tane açıkladı:
“İrlanda halkı Gazze’de gözlerimizin önünde cereyan eden felaketten dolayı derin bir endişe duyuyor. Dünyayı dolaştığımda liderler bana sık sık İrlandalıların Filistin halkına karşı neden bu kadar empati duyduğunu soruyorlar. Cevabı ise çok basit: Onların gözlerinde kendi tarihimizi görüyoruz; yerinden edilme, mülksüzleştirme, sorgulanan ve reddedilen bir ulusal kimlik, zorunlu göç, ayrımcılık ve şimdi de açlık hikayesi. Bu nedenle sizin ve yönetiminizin insani ateşkesi güvence altına almak ve kalıcı barış için alan yaratmak üzere yürüttüğünüz çalışmaları destekliyoruz. Gazze halkının çaresizce gıdaya, ilaca ve barınağa ihtiyacı var ve özellikle de bombaların durmasına ihtiyaçları var. Bu durum her iki tarafta da sona ermeli, rehineler evlerine dönmeli ve insani yardımların girişine izin verilmelidir.”
İrlanda’nın ilk eşcinsel başbakanı Varadkar, bu açıklamadan bir hafta sonra kişisel sebepleri ileri sürerek istifa etti, görevi daha genç bir isim olan Simon Harris’e devretti. Nitekim Simon Harris ile birlikte İrlanda’nın Filistin politikası değişmedi. Harris, İspanya, Norveç ile aynı anda Filistin’in bağımsız bir devlet olarak tanınmasına karar verdi, her türlü oylamada ve tartışmada İsrail’i çok sert bir şekilde eleştiren Batılı başbakanlardan biri oldu.
İrlanda’da ana muhalefet partisi milliyetçi sol Sinn Fein ise hükümetten çok daha sıkı bir Filistin destekçisi. En büyük eylemleri düzenliyor, meclisteki en sert konuşmaları yapıyor, özellikle Kuzey İrlanda’da İngilizlere karşı verilen bağımsızlık mücadelesinin içinden gelen eski milis kökenli bir parti olmaları karşısında kendi hikayelerini Filistin’in direniş hikayesiyle özdeştiriyorlar.
Bütün bu güncel tartışmaların kökeni elbette İrlanda’nın ilk İngiliz sömürgelerinden biri olmasıyla alakalı. İrlandalılar, bağımsız bir devlet olmalarından Kuzey İrlanda’daki Katolikler ve Protestanlar arasındaki “İrlanda’ya katılma” kavgasından, iç savaşına kadar tarihin her aşamasında İngilizlerin mülksüzleştirme, zorunlu göç, mahalleleri duvarlarla ayırma, asimilasyon politikalarına maruz kalmış; Katoliklerin toprak edinmesinin zorlaştırıldığı, bütün bu ayrımcı politikaların, primitif bir Apartheid sisteminin sistematik bir açlık ve göçe sebep olduğu acı dolu bir tarihe tanıklık etmişti. İngiliz polisleri isyan eden İrlandalıları bugün İsrail’in yaptığı gibi kolektif sorumluluğun temel alındığı, hukukun rafa kaldırıldığı davalarla yargılamış, ibreti alem olsun diye idam etmiş, birçok kadın çocuk katledilmişti. Özellikle halk mezhepsel bir ayrım ile birbirine düşürülmüştü.
Bu yüzden İngiliz karşıtı İrlandalıların milis ve anti-kolonyal mücadelesi her ne kadar İsrail’in kuruluşunda solcu Siyonist kanaat önderlerine ilham verse de İrlandalılar özellikle 90’larda Filistin’in dünya gündemine gelmesiyle Filistinlilere sempati duymaya ve İngiltere ile İsrail’in ayrımcı politikaları arasında parallelik kurmaya başladı, Filistin’e destek Sinn Fein’in aktivist ve milis tabanından İrlanda kamuoyuna adım adım yayıldı.
Bu yüzden de İsrail, daha bu Perşembe (10 Ekim 2024) BM barış gücü askerlerinin bulunduğu bir gözlem kulesini tank mermisiyle bilerek ve isteyerek hedef alıp vurmasına ve iki BM askerinin kuleden düşüp yaralanmasına rağmen İrlandalılar hala askerlerinin korumakla mükellef oldukları köyleri terk etmemesini, İsrail’in tehditlerine boyun eğilmemesini istiyor.
“İçimizdeki İrlandalılardan” özür dileme zamanımız gelmedi mi?
Türkiye’de “içimizdeki İrlandalılar” 25 yıldır “içimizden gibi gözüküp aslında düşmanımız olanlar” anlamına gelen ve “hain” manasıyla kullanılan bir ibare. Bu tabirin mimarı ise eski milli takım direktörümüz Mustafa Denizli. 2000 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda Türkiye heyecanlı bir süreç neticesinde İrlanda’nın da bulunduğu gruptan çeyrek finallere çıkma şansı yakalamış, İrlanda ile kıran kırana bir mücadele vermişti. Mustafa Denizli de maç sonrasında heyecanlı bir şekilde tarihe geçecek şu cümlelerle Türkiye’de kendisini eleştiren Hıncal Uluç gibi spor yorumcularını hedef almıştı: “Yarın UEFA’ya bundan sonra Türk Milli Takımının oynadığı maçlar için altı puan teklifinde bulunacağım. Bundan sonra kazandığımız maçlar için altı puan versin UEFA. Üç içerideki İrlanda için, Üç rakip İrlanda için.”
İrlandalılar “içimizdeki İrlandalıları” duysa büyük ihtimalle üzülür, Türkler İngilizlere mi sempati duyuyor da İngilizler’in İrlandalılara yakıştırdığı sıfatları bize layık gördüler, arkadan hançerleyen, isyan eden, hainlik yapanlar için kullanılan bir tabire konu olduk diye düşünürdü.
İrlandalıların İsrail’in tehditlerine rağmen korumakla yükümlü oldukları köyleri terk etmemeleri, tank mermilerine rağmen binlerce kilometre uzaklıkta farklı dine inanan, farklı dili konuşan insanlar için nöbet tutmaları karşısında sanki bu ifade üzerine yeniden düşünmek şart.
Ya “içimizdeki” kısmından sonraki kelimeyi değiştireceğiz ya da “içimizdeki İrlandalılar”ın anlamını revize ederek bu tabiri kendisine benzemeyen insanların hakkını, hukukunu kollayan; ötekisi olmayan, dünyadaki bütün haksızlıklar karşısında vicdanı sızlayan, ilkelerini ve prensiplerini mağdurun kimliğine göre değiştirmeyen insanları betimlemek için kullanacağız.
Büyük ihtimalle bugünden geçmişe bakınca Mustafa Denizli de bunu isterdi.
Zira İrlandalılar, İsrail karşısında İspanyollar ve Norveçlilerle birlikte özellikle Batı dünyasına büyük bir insanlık dersi verdi, vermeye devam ediyorlar.
Umarım bir gün hepimiz “içimizdeki İrlandalı”yı uyandırabiliriz.
Lübnan’ın güneyinde, İsrail’in tam karşısında duran 300 İrlandalı’ya borcumuzu da böylece ödemiş oluruz.
İlgilisine öneriler:
- Filistin asıllı Amerikalı tarihçi Rashid Khalidi’nin yakında çıkacak yeni kitabını takip etmenizi öneririm. İrlanda’da araştırma yapan Khalidi, İrlanda’nın Filistin’deki Apartheid düzeni ve soykırım politikaları için bir “laboratuvar” olduğunu bu kitapta ileri sürecek. Khalidi, Columbia’da hocayken bu sene “makinede bir dişli olmak istemiyorum” diyerek Amerikan elit kurumlarının İsrail’e yönelik sessizliğine tepki gösterip bu ay emekliye ayrılma kararı aldı.
- Filistin’i en çok destekleyen İrlandalı yazarlardan Sally Rooney’in yeni kitabını sırf bu duruşuna “teşekkür etmek” için bile okuyabilirsiniz. Akıcı bir roman.