[13 Ağustos 2024] Modernite öncesi hakkında kısa özet. Günümüzde Yahudiler dediğimizde, etnik-dinî bir grubu anlıyoruz. Varlıkları İÖ. 2. binyıl kadar gerilere uzanıyor. Toplumsal gelişmenin bilinen bütün aşamalarından geçiyor; devlet öncesi kabile toplumunu, kabileden devlete geçiş süreçlerini, yanıbaşlarında büyük ve güçlü imparatorlukların yükselişini, bu tehlikeli komşuluğun çeşitli iniş çıkışlarını yaşıyorlar. Herhangi bir doğaüstü “öz”leri yok. Sırf tarihsel olayların akışı çerçevesinde, kritik bazı özellikler peydahlıyorlar. Bir, bilinen ilk tektanrıcı inanç sistemini benimsiyorlar. İki, bu evrensel bir din değil, etnik bir din. Yahudiler Tanrıya (Yahudi olmayanların bilmemesi gereken özel ve gizli ismiyle YHWH, Yahweh veya Yehova’ya) inancı ve ibadeti herkese açmıyor; sırf kendilerine mahsus tutuyor. Üç, İÖ 8-6. yüzyıllardan itibaren geleneksel yaşam alanlarını yitirip Akdeniz çevresine ve Avrupa’nın dört bir yanına savruluyorlar. Geniş topraklara yayılan bu küçük Yahudi toplulukları arasındaki bağı, işte o çok özel, kapalı dinleri ve dinî-kültürel kimlikleri bir arada tutuyor.
Ve şimdi ayrıntıları. (1) Etnisite. Etnik bakımdan, Yakın Doğu’nun çok eski bir kabile grubundan geliyorlar. Bunlar Beni İsrail (veya İsrailoğulları) diye bilinen kabileler. Adları ilk defa İÖ 1200 dolaylarına ait bir Mısır stele’sinde (yazıtında) geçiyor. Doğu Akdeniz’in Kutsal Kitaplarda Kenan diye geçen bölgesinde yaşıyor ve Semitik (Samî) bir dil konuşuyorlar. Geleneksel dinleri Yahudilik, daha doğrusu ön-Yahudilik diyebileceğimiz, bilim dilinde Yahwehcilik (Yehovacılık) diye tanımlanan bir inanç sistemi (buna aşağıda tekrar döneceğim). İÖ 11-8. yüzyıllar arasında bir yerde devletleşiyorlar. Yukarıda soldaki haritada görüldüğü gibi, kuzeyde İsrail Krallığı ve güneyde Yahuda Krallığı kuruluyor. Bu noktada mitoloji ve ideoloji ile reel tarih birbirine karışıyor. Tevrat’a göre, bir zamanlar Birleşik İsrail Krallığı diye bir şey varmış ve Şaul, İş-boşet, Davud ve Solomon (Süleyman) gibi efsanevî krallarca yönetiliyormuş. Sonra ikiye bölünmüş. Çağdaş bilim insanları arasında, arkeolojik veriler ancak İÖ 8. yüzyıldan itibaren devlet diyebileceğimiz bir görece merkezî otoriteye işaret ediyor diyenler çoğalıyor. Öncesinde, ancak küçük bir kabilesel şefliğin olmuş olabileceği düşünülüyor. (Soldaki haritada gösterilen bütün o Moab, Edom, Ammon vb “krallık”ları da böyle şeflikler zaten.) Buna rağmen kimi dinler tarihçisi, Kutsal Kitaplar’da adı geçen her anıtı, kaleyi, sarayı vb arazide arayıp bazen de “buldum!” (örneğin “Kral Davud’un sarayını buldum” ya da “Davud’un fethettiği Siyon Kalesini buldum” ya da “Golyat’ın [Câlûd’un] doğduğu kenti buldum”) demeye devam ediyor.
(2) İlk sürgünler. Bundan sonra bilgilerimiz biraz daha somut ve elle tutulur. Doğu Akdeniz kıyılarının küçük krallıklarının üzerine, Mezopotamya’nın çok daha büyük ve güçlü hanedanlarının gölgesi düşüyor. Yeni Asur İmparatorluğu (İÖ 911-609), İÖ 722’de İsrail Krallığı’nı (veya Kuzey Krallığı’nı veya Samarya’yı) ortadan kaldırıyor. Yeni Babil İmparatorluğu (İÖ 626-539), İÖ 586’da Yahuda Krallığı’nı (veya Güney Krallığı’nı) ortadan kaldırıyor. O çağlarda, (taraflardan biri baştan boyun eğip kapılarını açmamışsa) savaşarak gerçekleştirilen böyle fetihler mağluplar için mutlaka çok ağır sonuçlar veriyor. Kentlerin duvarları yıkılıyor ve günlerce yağmalanıyor; katliamlar yaşanıyor; sağ kalanlar köleleştiriliyor veya başka diyarlara göçürülüyor.
Hepsi İsrailoğullarının da geliyor başına. Yahuda Krallığı’nın Yeni Babil İmparatorluğu’yla ilişkileri karışık seyrediyor. Tevrat’ a göre, Yeruşalayim (Kudüs) İÖ 605’te kuşatıldığında önce teslim olup haraç vermeyi kabul ediyorlar. Dört yıl sonra vazgeçince, İÖ 598/597’de ikinci kuşatma geliyor. Bu sefer yeni kral ve maiyetiyle birlikte 7000 kadar Yahudalı da Mezopotamya’ya sürülüyor. On yıl sonra II. Nabukadnazar (İÖ 587’de) Yeruşalayim’i bu sefer (Solomon’un Tapınağı dahil) yerle bir ettiğinde ikinci bir sürgün dalgası, ardından İÖ 582’de üçüncü bir sürgün dalgası yaşanıyor. Bu dönem Yahudilik tarihinde Babil Esareti olarak biliniyor. Gerçi Persler (Ahemenid hanedanı ve imparatorluğu) İÖ 539’da Yeni Babil’ı yıktığında, Kurus sürgündeki Yahudalıların yurtlarında dönmesine izin veriyor (gene Tevrat’a göre). Ama herhalde hepsi dönmüyor ve Ortadoğu’da ilk Beni İsrail diasporası böyle oluşuyor. İki paragraf yukarıdaki harita, İÖ 300 dolaylarına kadarki bu aşamanın göç ve sürgün yollarını, Antik Yunan dünyasının artık gerçekten Yahudi diyebileceğimiz yeni Yahudi nüfuslarını ve önemli kültür merkezlerini yansıtıyor.
(3) İlk ve çok özel bir tektanrıcılık. Aşağı yukarı bu sıralardan itibaren İsrailoğulları (veya Yahudalılar) yerine artık Yahudilerden söz edebiliyor olmamız, dinle ilgili bir mesele. Zira bu göçürülme, dağılma ve kısmen geri dönme süreçlerinde, Yahwehcilik veya Yehovacılık (Yahwism), Yahudiliğe (Judaism) dönüşüyor ve belirleyici kimlik unsuru haline geliyor. Yahwehcilik, eski bir Semitik (Samî) din. İsrail ve Yahuda krallıklarının hakim inanç sistemi. Esas olarak, antropomorfik (insan suretindeki) bir çoktanrıcılık. Beni İsrail kabilelerinin taptığı ve tapındığı çeşitli tanrı ve tanrıçaları içeriyor. Bu panteonun (ilâhlar kollektifinin) merkezinde Yahweh var. Tanrıça Aşerah’ın, Yahweh’in eşi kabul edilip edilmediği, tartışmalı. Öyle veya böyle; bu kadarıyla (Zeus ve Hera etrafında örülen) Eski Yunan veya (Jüpiter ve Juno etrafında örülen) Roma panteonlarını andırıyor.
Aradaki fark, Zeus veya Jüpiter’e kıyasla Yahweh’in çok daha ön planda olması. Giderek diğerleri üzerinde yükselip İsrail ve Yahuda krallıklarının “ulusal” tanrısı haline geliyor (kavmî tanrısı demek daha doğru). Henüz tek tanrı değil, ama favori tanrı, tercih edilen tanrı. Bazı bilim insanları, bu durumu monoteizm değil ama Yahweh-merkezli bir monolatri olarak adlandırıyor. Monoteizmde sadece tek tanrı var. Monolatride, birden fazla tanrı var (bu kabul ediliyor), ama sadece biri seviliyor ve üstün tutuluyor. Bu, Yahweh’den Hz. Musa’ya geldiği kabul edilen On Emir’den ikincisine yansıyor: “Başka hiçbir tanrıyı benim önüme geçirmeyeceksin” (Thou shalt hold no other gods before me). Yani diğer tanrılar var, ama onlara kulak asmayın, bana şirk koşmayın, tasvirlerine (putlarına) ibadet etmeyin. Michael Cook bunu (A Brief History of the Human Race’de) monogamiye, tek eşle evliliğe benzetiyor: Kadın başka erkeklerin, erkek de başka kadınların varlığının tabii farkındadır, ama birbirlerine bağlanmayı tercih ederler. Yoksa kimse, sen tek kadınsın, ben de tek erkeğim (veya tersi) düşüncesinde değildir. Monoteizmde ise bu gidiyor; tek tanrı var inancı geliyor. Fakat şu da var: gelişmiş şekliyle Yahudilik, tek tanrıya inandığı gibi, o tek tanrının gözünde de kendilerinin tek halk olduğuna inanıyor. Yahweh, “seçilmiş kavmi” Beni İsrail ile, önce Hz İbrahim üzerinden bir sözleşme (ahid, covenant, testament) yapıyor ve bunu Hz Musa ile yeniliyor. Yahudilik Yahudilere mahsus. Çok nadir istisnalarla, Yahudiliğe dışarıdan geçiş (ihtida) mümkün değil. En azından Yahudilik bunu aramıyor; Yahudilerin çocukları Yahudi olsun diyor. Bu “etnik din” özelliğini önce Hıristiyanlık, sonra Müslümanlık aşacak. Ama bugüne kadar Yahudiliği belirlemeye devam ediyor.
Konunun biraz önüne sıçradım; bu dönüşüm İÖ 6. ve 5. yüzyıllarda yaşanıyor; Yahweh dışında başka tanrıların da olabileceği fikri giderek yadsınıyor ve aşağılara itiliyor; yerini tek tanrı olarak Yahweh/Yehova alıyor. Bu teolojik değişimler herhalde başta çok küçük gruplarla sınırlı; 7. ve 6. yüzyılların siyasal istikrarsızlık ortamında yaygınlaşıyor ve Babil Esareti’nin sonuna gelindiğinde Yahwehciliğin yerini tektanrıcı Yahudilik almış bulunuyor. YHWH, Yahweh veya Yehova, artık alışılmış anlamıyla tanrı ve tanrıçalardan farklı biri. Antropomorfik (insan suretinde) değil; varolan bir dünyaya gelip el koymuş değil; zamansız, başsız ve sonsuz, ezelî ve ebedî İlâhî Yaradan. Gene bu aşamada, Kutsal Kitaplara göre İÖ 537’den itibaren Yeruşalayim’de İkinci Tapınak yapılmaya başlıyor. Etrafında daimî ve hiyerarşik bir rahip sınıfı oluşuyor. Bu rahip sınıfı da yeni inancı Kutsal Kitap/lar biçiminde yazıya geçiriyor; böylece donduruyor, resmîleştiriyor, sahipliği, bekçiliği ve taşıyıcılığını üstlendiği bir ortodoksi yaratıyor. İÖ 4. yüzyılda İkinci Tapınak Yahudiliği (hep o “etnik din” karakteristiğiyle) böyle vücut buluyor.
(4) Roma ve Yahudi isyanları. Büyük İskender’in ölümüyle (İÖ 323) başlatabileceğimiz Helenistik Çağda, bizatihî Yahudilere yönelik bir zulüm söz konusu değil. Öte yandan, Mısır merkezli Batlamyus (Ptolemaios) imparatorluğu ile Mezopotamya merkezli Selefkî (Seleucus) hanedanı arsındaki savaşlar bitmek bilmiyor ve İsrail diyarı kâh birinin, kâh diğerinin elinde kalıyor. Bu da kaçışın sürmesine yol açıyor. Bugünkü Filistin, Anadolu, Babil ve İskenderiye’den Yahudiler “Roma Barışı” (Pax Romana) diyarlarına: Roma kentine ve Roma’nın Avrupa topraklarına göçüp duruyor (bkz hemen yukarıdaki harita). Roma sınırları içinde Yahudi topluluklarının canlı bir iktisadî hayatı var. Yahudi nüfusu artıyor bazı (herhalde abartılı) tahminlere göre İS 1. yüzyılda 7 milyona ulaşıyor.
Derken Roma’nın yayılması Orta Doğu’ya uzanıyor. İÖ 63’de Pompey (Gnaeus Pompeius Magnus), Yeruşalayim’i ve çevresini fethediyor. Yahuda’ya (Judah, Judea) İÖ 140’tan beri hükmeden Haşmoni hanedanı devriliyor ve geçici bir çözümle Roma Senatosu, İÖ 40’ta Büyük Herod’u “Yahudilerin Kralı” ilân ediyor. Ardından İS 6’da eski Yahuda (Judea), eski Samarya (Kuzey Krallığı) ve kadim Edom kavminin yaşadığı Edomia (Idumea) birleştirilip Roma’nın Yahudiye (Judaea) eyaletine dönüştürülüyor. Yahudiliğin bir reform mezhebi olarak Hıristiyanlık da burada uç verecek, ama girmiyorum o yan piste. Önemli olan şu ki, artık Yahudiye’de bir Roma valisi ve Roma garnizonu (lejyonları) var. Bu Roma merkezî yönetimi ile Yahudiler arasında gerilim tırmanıyor ve üç büyük Yahudi isyanı (veya Roma-Yahudi Savaşı) patlak veriyor. İlki İS 66-70. İkisi de gelecekte imparator olacak olan Vespasianus ve Titus tarafından eziliyor. İS 70’teki Yeruşalayim kuşatması ve zaptı sırasında, İkinci Tapınak da yıkılıp yağmalanıyor ve ibadet eşyası Roma’ya taşınıyor. Aynı zamanda, Yahudilerin tektanrıcılığına kısmî tâviz niteliğinde bir Yahudi Vergisi ihdas ediliyor; vergiyi ödeyenler, Roma İmparatoru kültüne kurban kesmekten muaf tutulacak. İS 115-117’deki Kitos Savaşı sonrasında da çok sayıda Yahudi geleneksel topraklarında yaşamaya devam ediyor.
Ama İS 132-136 yıllarının Bar Kokhba ayaklanması çok farklı. Büyük bir dönüm noktası. General Julius Severus İsrail diyarını yakıp yıkıyor. 985 köy yerle bir ediliyor. Orta Yahudiye’nin Yahudi nüfusunun bir bakıma kökü kazınıyor: öldürülüyor, köleleştirip satılıyor, ya da kaçıp canlarını kurtarıyorlar. Bu arada İmparator Hadrianus Yahudilerle İsrail diyarının ilişkisini koparmaya yönelik bir dizi önlem alıyor. Yahudiye (Judaea) eyaletinin ismini değiştiriyor, Filistin Suriyesi (Syria Palaestina) yapıyor. Yeruşalayim’ın (İng. Jerusalem, sonra Kudüs) ismini değiştiriyor, daha önce kendi kurdurduğu bir Roma kolonisine izafeten Aelia Capitolina yapıyor. Her yılın Tisha B’Av yortusu (yas ve oruç günü) hariç, Yahudilerin Yeruşalayim/Aelia Capitolina’ya girmesi/dönmesi yasaklanıyor. Buradan sürülen Yahudi nüfus kuzeye, (1967 Altı Gün Savaşı’ndan beri İsrail işgali altındaki) Golan Tepeleri’ne bitişik Celile (Galilee) bölgesine kaydırılıyor.
(5) İlkçağ sonunda durum. Yahudilerin anayurtlarından kopup Akdeniz havzasına ve sonra bütün dünyaya yayılmasının birdenbire ve tek seferde cereyan ettiği sanılıyorsa, bu yanlış. Asur, Babil ve Roma imparatorluklarından geçip (henüz ele almadığımız) Hıristiyanlık ve Müslümanlık dönemlerine uzanan bütün bir süreç söz konusu. İS 70’te İkinci Tapınak yıkılıyor, ki bunun kimliksel önemi büyük. Bar Kokhba isyanının bastırılmasıyla ise Yahudiler (yukarıdaki Roma İmparatorluğu haritasına yansıdığı gibi) artık tamamen vatansız bir diaspora kavmine (sırf diasporasıyla, göçürülmüş parçacıklarıyla varolan bir kavme) dönüşüyor.
Ve üzerine bir de Hıristiyanlık ve Ortaçağ-Yeniçağ anti-semitizmi geliyor.
————————–
(*) Bu uzun “Üçüncü Dünya Savaşı” dizisine girdim. Halen iki sıcak çatışma var: Ukrayna ve Gazze. İsrail saldırganlığının uzak-orta-yakın arkaplanlarıyla uğraşıyorum. Ama bir yandan da olaylar beni beklemiyor kuşkusuz. Son gelişmeleri kısaca hatırlatayım. (a) Ukrayna büyük bir sınır-ötesi operasyona girişti. Rusya topraklarında 30 kilometre kadar ilerledi. Doğu cephesinin dengesini bozdu. Putin yönetimi gafil avlandı ve bir yandan “barışçı Rus halkına karşı vahim provokasyon”lardan dem vururken, diğer yandan yeni taktik durumla zar zor başetmeye çalışıyor. (b) İsrail’in zerrece askerî hedef olmadığı anlaşılan El-Tabiin Okulu’na (kadınlar mescidi ve erkekler mescidi bölümlerine) gaddar saldırısı ve ardından göz göre göre uydurduğu yalanlar silsilesi, dünya çapında yeni bir tepki dalgasına yol açıyor. (c) ABD başkan adayı Kamala Harris de bu çerçevede “sivil ölümleri yetti artık” diyor (daha önce de Netanyahu’ya bu savaş bitsin demişti). (d) Öte yandan gene ABD, İsrail’in son suikastleri yüzünden tırmanan gerilimleri gerekçe göstererek, sonuna kadar yanında duracağını ilân ettiği müttefikine destek amacıyla bölgeye âcilen bir uçak gemisi ve bir nükleer füze denizaltısı sevkettiğini açıklıyor.