Bu sene 11 Eylül 2001 terör saldırılarının 20’inci yıldönümüydü. Daha dün gibi 20 sene önce sabah İngiltere’den gelen telefonla uyanıp televizyonun karşısına koşmam. Telefondaki arkadaşım “sen ne biçim gazetecisin. Koşsana olay yerine” diyene kadar ekran başında kımıldamadan oturduğumu hatırlıyorum. 11 Eylül’de yaklaşık 3 bin kişi öldü. Dünyada daha önce eşi benzeri görülmemiş bir terör saldırısıydı tanıklık ettiğimiz. Sadece canlar değildi kaybolan. Özgürlüklerimizin bir kısmını da kaybettik son 20 yıl içinde. Sadece Amerika’da değil, dünyanın neresinde yaşarsanız yaşayın, hepiniz ve hepimiz 11 Eylül sonrası hayatımıza yeni normallar olarak giren değişimlerle yaşıyoruz. Hem maddi hem manevi.
Bir kere Hıristiyan ükelerde Müslüman olmanın tadı kaçtı. Müslümanlar Avrupa’da ve Amerika’da arkalarını kollayarak yaşamaya başladı.
Uluslararası seyahat eğlenceli ve heyecanlı bir ayrıcalık olmaktan çıktı. Stres silsilesi haline geldi.
Afganistan’da 9/11 sonrası başlayan 20 yıllık savaş fiyaskoyla sonuçlandı. Neredeyse 2 bin 500 Amerikan askeri savaşta hayatını kaybetti. “Afganlar savaşmadı hep Amerikalılar savaştı” diyorlar ama 66 bin Afgan asker ve polis buhar olup havaya mı uçtu? Hepsi Taliban’a karşı savaşta hayatını kaybetti. Ölen neredeyse 50 bin sivil Afgan da cabası.
Irak’ta da durum iç açıcı değil. Afganistan’dan sonra Irak’ta başlatılan operasyonda yüz binlerce insan öldüğü için henüz tam bir rakam üzerinde anlaşılamıyor. Sonrası malum. Suriye, Libya…
Günlük hayatın istihbarat kıskacı altına girdiği, telefonların, internette bilgilerin takip edildiği, polis kameralarının her hareketimizi gözetlediği ve bunun tamamen normalimiz haline geldiği bir devire rastgeldi benim Amerika maceram. 20 yıldır Amerikan topraklarında 11 Eylül benzeri bir saldırı yaşanmamış olmasının bedelini bu “normal” ile yaşamaya alışarak ödedik.
Son 20 yılda Amerika’da yaşanan terör saldırılarında ölenlerin sayısı 107. Üç bin nerde, 107 nerde? Amerika istihbarat toplama, paylaşma ve bu doğrultuda özel harekât timleriyle hedef operasyon yapmada kendini aştı. Usame bin Ladin bile böyle bir operasyon ile gecenin karanlığında sessiz sedasız öldürüldü.
Amerika her zaman için dünyada belli bir kesimin hedef tahtası olmaya devam edecek. Amerikan askerleri Suriye, Irak, Mısır ve İran Körfezi’nde kalmaya devam ettikçe, Amerika da hem içerde hem dışarda dini kendilerine alet eden aşırı gruplar ve destekçilerinin hedefi olacak. Zaten Amerika olmasa bu tür gruplar neyin varlığından beslenerek var olmaya devam edebilir ki?
Ama sıkıldım 11 Eylül’ü her sene aynı sözlerle, aynı resim ve görüntülerle anmaktan. 11 Eylül ile ilgili yazı, haber görürsem hemen çeviriyorum sayfayı, ya da kapatıyorum ekranı. Bunu hem de 11 Eylül’de çalışıp yazdıkları ile gazetecilik Emmy ödülü almiş biri olarak söylüyorum. Zaten aldığım ödülü kaybetmiştim. Yıllar sonra arayıp yenisini istemek zorunda kaldım. Çocuklarıma hatıra kalsın diye o da.
İnsan dirayetinin en güzel göstergesi yaşanan kötü olayları unutabilmesi ve hayata devam edebilmesi değil mi? Geçmişten ders çıkarmak için ille yaşanan kötülükleri hafızalarda canlı tutmak mı gerekiyor? Bırakalım hükümetler, istihbaratçılar, askerler, polisler hatırlasın 20 sene öncesinin kan ve dehşetini. Amerikalılar mesela 11 Eylül’ün nasıl bir ulusal birlik bilinci yarattığını hatırlasın. İnsanların kendilerini unutarak birbirlerine yardım için nasıl olay yerine koştuklarını hatırlayalım. New York gibi bir kentin böyle bir saldırı sonrası bile hâlâ nasıl en çok görülecek kentler arasında olduğunu hatırlayalım.
Travma ile yaşamanın kimseye faydası yok. Aksine travmayı nesilden nesile aktararak çocuklarımıza haksızlık etmiş oluruz. Bugün 20 yaş ve altındakiler 11 Eylül’ü anne babalarından duyduklarıyla biliyorlar. 60-70 sene sonra, 11 Eylül 2001’i bizzat yaşamış kimse kalmayacak dünyada. İşte benim derdim orasıyla ilgili. Çocuklarımızın çocuklarının DNA’sına korku, nefret, ayrımcılık mı işleyelim? Yoksa, dirayet, birlik, beraberlik, barış ve sevgi mi?