Ana SayfaYazarlarABD’nin PKK stratejisinde altı evre

ABD’nin PKK stratejisinde altı evre

 

Obama’nın Başkan Yardımcısı Biden’in ziyaretinden sonra Türkiye-Amerika ilişkileri üzerindeki kara bulutlar dağılmadı. Cenevre toplantısına PYD’nin katılıp katılamayacağı konusunda yaşanan görüş ayrılıkları bunun en açık göstergesi oldu.

 

ABD’nin örgütsel hiyerarşi açısından KCK sistemi içinde kendisine yer bulan PYD ile kurduğu ilişkiler, Türkiye tarafından yakından izlenmekte. Ankara, sıcak ilişkilerin kendi ulusal güvenliğini çok ciddi şekilde tehlikeye attığını ifade ederek Washington’dan ilişkileri soğutmasını talep ediyor. Ancak Washington şu ana kadar bu çağrılara olumlu yanıt vermiş değil.

 

Türkiye ile ABD arasında, özelde PYD, genelde Kürt stratejisi konusunda yaşanan görüş ayrılıkları o kadar ciddi ve derin ki, Türkiye’nin iç ve dış siyasetini etkileyen hiçbir parametre bundan bağımsız ele alınıp değerlendirilemez. Amerika’nın AK Parti’den “duyduğu rahatsızlığın” merkezinde de, Türkiye’nin Rusya ile yaşadığı krizin perde arkasında da bu konu yer alıyor.

 

Bu yazı ve gelecek yazıda, Türkiye-Amerika ilişkileri KCK-PYD bağlamında masaya yatırılacak. Önce bugünü anlayabilmek için geçmişe dönük kısa bir gezinti yapılacak. Bu gezintiden sonra “ABD Kürt sorununun neresinde?” sorusunun yanıtları irdelenecek. Meselenin stratejik derinliğinin taraflarca nasıl ele alındığı anlaşılır kılınmaya çalışılacak.  

“Kart, kurt” teorisinin destekçisiydi

 

Türkiye-Amerika ilişkileri Kürt sorunu bağlamında altı stratejik evre geçirdi. Birinci evre 1950-1990 yılları arasında yaşandı. Bu evrede ilişkiler stratejik ortaklık düzeyinde “sorunsuz” seyretti.

 

Türkiye, ABD kararıyla komünist tehlikeye karşı askeri, lojistik ve ideolojik merkez haline dönüştürüldü. Amerika “düşünmezsen Kürt yoktur” pozisyonundaydı. “Kart, kurt” teorisinin de en büyük destekçisiydi. Amerika’nın Kürt sorununa en nötr tutum takındığı zaman, bu kesitti.

 

İkinci stratejik evre 1990-2003 tarihleri arasındadır. 1950’lerde yaşanan mutlu ve mesut günler, 1990’lı yıllarda askeri işbirliğine dönüştü. ABD, Türkiye'nin PKK’ye karşı mücadelesine en büyük desteği veriyor, Türkiye’yi PKK’ye karşı en gelişmiş askeri cihazlarla donatıyordu.

 

Türkiye’nin ABD ekonomisine aktardığı milyarlarca dolarlık savaş parasının karşılığı 1999 yılı geldiğinde fazlasıyla ödenecek; 1999 yılı Şubat ayında PKK Lideri Öcalan adım adım izlenerek Türkiye’ye teslim edilecekti. 

PKK sopası ile terbiye stratejisi

 

Üçüncü evre 2003-2006 tarihleri arasına denk gelir. Bu periyotta Türk-Amerikan balayı, tarihin en büyük kırılmasını yaşadı. Kırılmayı doğuran, 1 Mart tezkeresinin reddedilmesi oldu.

 

 Tezkerenin reddinden sonra ABD’de derin bir hayal kırıklığı yaşandı. Türk-Amerikan ilişkileri sorgulanır oldu.  Washington’da Türkiye'nin tutumu “hainlik” ve “arkadan hançerlemek” olarak değerlendiriliyor, Pentagon koridorlarında “Türkiye cezasız kalmamalı” sesleri duyuluyordu. 

 

Bu dönemde Amerika Kürt sorununda iki tutum belirledi. İlk kez Türkiye'ye verdiği PKK desteğini kesti. PKK ile Türkiye'yi baş başa bıraktı. Bazı analizciler bu tutuma “PKK sopası ile Türkiye'yi terbiye etme stratejisi” adını verdi. 

 

Oysa realite öyle değildi. Çünkü ABD, ne PKK’ye ne de Türkiye’ye arka çıkmıştı. Ama diğer taraftan, PKK içi dengelerle oynayarak örgütü kendisine hizmet edecek bir paramiliter düzeye çekmek istedi. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Strateji başarılı olamadı.

 

2003 yılında gerilen Türk-Amerikan ilişkileri, 2006’da yeniden PKK ve Kürt eksenli seyretmeye başladı. Çünkü Türkiye, ABD’nin Ortadoğu projesine dahil olma kararı almıştı. Yıl içerisinde ABD’yi ziyaret eden Erdoğan, ABD ile stratejik ortak vizyon belgesini imzaladı. Belgenin imzalanmasından sonra Türk-Amerikan ilişkileri Kürt sorununda 1990’lardaki klasik çizgiye geri dönüş yaptı. Türkiye, Irak ve ABD arasında üçlü mekanizma kuruldu. Mekanizmanın koordinatörlüğüne de General Ralston atandı. 

 

“PKK, ABD’nin de düşmanı”

 

ABD’nin Mart 2003’ten itibaren devreye soktuğu Türkiye'yi terbiye etme, ancak kaybetmemek için de oyalama stratejisi, 2007 yılının sonbahar mevsiminde rafa kaldırıldı. Yeni strateji 5 Kasım 2007 yılında ilan edildi. Bu tarih aynı zamanda dördüncü evrenin ilanı olacaktı.

 

Bush-Erdoğan zirvesinde, ABD’nin Türkiye’ye insansız uçaklarla istihbarat desteği vermesi, Türkiye’nin de bu istihbarat doğrultusunda Güney Kürdistan’a hava operasyonları düzenlemesine izin verildi. Hızını daha da alamayan Bush “PKK ABD’nin de düşmanıdır” dedi.

 

2008 yılı geldiğinde ABD başkan değiştirdi. Bush gitti, yerine Obama geldi. Böylece Kürt sorunu bağlamında Türkiye-Amerika ilişkileri beşinci aşamaya geçiş yaptı. 

 

“Türkiye rol modeli olacaktı”

 

Obama, Bush’un yerine başkanlık koltuğuna oturduğunda, Amerika’nın küresel çıkarlarını yeniden tanımladı. Yeni tanımdan en fazla etkilenen Ortadoğu oldu. ABD küresel sürece eklemlemek istediği bu coğrafyada oyunun kurallarını değiştirdi. “Yalnız değiştiren aktör” oyunu gitti, “birlikte değiştiren” ekip oyunu geldi.

 

Bu ekip oyunu stratejisinde Türkiye’ye Ortadoğu’nun Almanya’sı, Mısır’a da Ortadoğu’nun Fransa’sı rolü verildi.  Mısır daha çok toplumsal zihniyette yaratacağı etkileşim ve değişimle Kültürel Rönesans rolü oynayacaktı.

 

Türkiye’nin rolü ise ikili bir işlev içeriyordu. Bir yandan geliştireceği ekonomik açılım ve işbirlikleri ile, çıkara dayalı ortaklıkların refah ürettiği ülke imajı çizecekti. Diğer taraftan ulaşacağı demokratik standartlar ile Ortadoğu için bir rol modeli olacaktı.

 

Obama, iktidar koltuğuna oturduğunda bu perspektif içinde ikili bir Kürt stratejisi belirledi. Birinci strateji Güney Kürdistan ile Türkiye ilişkilerini içeriyor, özü “kazan – kazan” formülüne dayanıyordu.

 

Güney Kürdistan ile Türkiye’nin düşman iki yapı olmaktan çıkarılması için ekonomik menfaat birliği teşvik edildi. Böylece çıkarların önyargı ve öfkenin önüne geçmesi amaçlandı. Bu yaklaşımda oldukça büyük mesafeler de alındı.

 

Silahlı muhalefet mi, siyasal muhalefet mi?

 

Obama’nın Kürt sorununa ilişkin ikinci stratejisi tamamen Türkiye’ye yönelikti. Bu strateji de demokrasi ve PKK başlıkları altında ayrıştırıldı. Demokrasi başlığı altında Türkiye’nin demokratik standartları yükseltmesi teşvik edildi. Bu standart AB kriterlerinin gerisinde olmayacaktı.

 

Ancak PKK konu başlığına gelindiğinde, Türkiye’nin askeri mücadele kapasitesine büyük teknolojik katkılar sunmanın, PKK’nin tasfiyesinde beklenen sonucu doğurmadığı farkedildi. Bu durum ABD’yi “askeri mülahazalarla sorun çözülemiyorsa, o zaman Türkiye’yi PKK ile siyasi diyaloga teşvik etmek gerekir” sonucuna götürdü.

 

Bu strateji ABD yönetimi tarafından dolaylı olarak “artık karar verin; silahlı muhalefet mi, siyasal muhalefet mi?” şeklinde formüle edilip Kürt siyasal aktörlerine de hissettirildi. Yine olası bir sınır ötesi operasyonun sorunun çözümüne katkı sunmayacağı da tüm taraflara aksettirildi.

 

Ancak Obama’nın Kürt stratejisi 2012 Suriye müdahalesi ile dramatik bir şekilde değişti. Çünkü Türkiye’nin Suriye beklentisi ve çıkarları ile ABD’nin Suriye beklentisi ve çıkarları karşı karşıya geldi. Bu gelişme ABD’nin Kürt stratejisini güncellemesi ve yenilemesine yol açtı. Bu güncelleme kıyametin de habercisi oldu. Böylece ABD-Türkiye ilişkileri Kürt sorunu bağlamında altıncı evreye girdi.

 

Bir sonraki yazımda ABD’nin altıncı evredeki yeni Kürt stratejisini ele alacak; bu stratejinin Türkiye ile yarattığı etkileşimi, gelecekte doğuracağı gerilimleri, KCK-PYD eksenine nasıl yansıyacağını masaya yatıracağım.

- Advertisment -