17 yıl oldu, ey, sizin taraftakiler, yani yalan dünyadakiler…
Hani, hayata dönüş operasyonu dediğiniz marifet olalı…
Hani, mahkumların direncini kırmaya dönük operasyonda 32’mizin birden öldürüldüğü…
Çok sayıda mahkumun yaralandığı, kurtulanların beden ve ruhlarında onulmaz yaraların açıldığı…2000 sonbaharıydı, mapusların koğuşu yerine getirmeye teşne olunan F tipi cezaevine karşı çıktık, 19 isteğimiz yerine getirilesiye süresiz açlık grevine girdik.
20 Ekim günü başlayan açlık grevimiz, 45 günden sonra ölüm orucuna döndü, 19 Aralıkta yirmi cezaevinde birden ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ denen, hayat mayat hakgetire, bir katliam olan marifet başlatıldı… Üç gün sürdü, otuz’umuz öldü, yüzlercemiz yaralandı, iki asker de aradan dereye gidip, jandarma kurşunuyla öldü.
Bizi hayata döndürmek için. Ulucanlar, Metris, Burdur, Bayrampaşa cezaevlerinde nasıl cansiparane çalışıldığını, Meclisin Ulucanlar Raporunu açın da görün.
Adalet ve İçişleri Bakanlığı ilk operasyonun yani 26 Eylül 1999’dakinin gerekçesini "yoğun tünel istihbaratı, firar hazırlığı yüzünden’ dese de, operasyonun Yarbayı, harekat gerekçesi olarak "devlet otoritesinin tesis edilmesi" dedi.
Orantısız güç kullanılan bu şefkat hareketinde ne şişlenen ne de yanan asker vardı oysa…On mahkumun öldüğü bu operasyonda mahkumlar hem yumruk attı, hem ateşli silah kullandı, iddiası iddia olmakla kaldı, gördüğünüz gibi. Görmek isterseniz, göreceğiniz gibi.
Raporlar, asıl güvenlik gücünün şiddete başvurduğu yönünde.Cesetlerimiz, yaralılarımız boğuşmanın yarasını, darp izlerini taşıyordu. Sert zeminde sürüklenenlerde en çok.Yaralananlar sürüklenerek taşınmıştı.Bildiğiniz yanık izinden farklı yanmanın izi de raporlarda var.Ateş, alev, haşlanma dışında, dehidrate yanık ya da sülfirik veya nitrik asitle yandığımızın kanıtıdır. Ölenlerde, kendimden biliyorum kurşun da vardı, darp izi de…Kimi önce kimi sonra, ama, ikisi birlikte…Hem öldük, ölmekle kalmadık, ardı sıra darp da edildik…
Amacı aşan şiddet ve işkence kuşkusu denildi…
Ölümüne yaralanmıştık, ama, hastaneye gönderilmek öncesi bize ilkyardım yapan doktorları, hamamda, yani hepimizin toplandığı bölümde ‘çıkmayın, buradan gittiğinizde yaramıza basıp eziyet ediyorlar’ dedik.
Adli Tıp’çılar ölülerimizde, yaralılarda ray şekli ekimoz, dipçik izi, beden ve kafa travması, çene kırığı, nefessiz bırakıldığımızın izini rapor etti.
Uzlaştırıcılar, Yaşar Kemal, Livaneli, Oral abi, savcı Çitici, sonra Bekaroğlu, kan terleyip mekik dokudular, canlarından can gitti.
Öldük, gene de, yani öldürüldük, başka yolu yokmuş, öyle dediler…
19 Aralık’ta gün doğmamışken daha,saati sormayın bana, bilmem, ölüme çeyrek varken, 20 cezaevinde aynı anda operasyon başladı. gaz bombası ve ağır silah yetmez diye, skorsky helikopterler, iş makineleri de kullanıldı. Jandarma Özel Asayiş Komutanlığı'na bağlı yüzlerce kontrgerilla birliği operasyona katıldı. Çatılar delindi, duvarlar yıkıldı. Koğuşlara gaz bombası yağdı, biz mahkumlara çatılardan ateş açıldı.
8 jandarma komando taburu, 37 bölük olmak üzere 8 bin 335 asker, binlerce gardiyan ve binlerce çevik kuvvet katıldı. 20 bini aşkın gaz bombası , üstümüze sıkılan kurşunların haddi hesabı yok…Biz yandık, kitaplarla pankartlar sağlamdı. Bizi yakan kimyasalın ne olduğunu ne biz ölüler anladık, ne uzmanlar. Üzerimize sıktıkları incecik sıvı değdiği yeri yakıyordu.Tazyikli su tutup, gene o sıvıyı sıkıyorlardı.Derken ateş ve gaz bombası başladı, yakıcı, kaslarımızı geren bir duman çöktü ortaya.
Ümraniye cezaevindenmiş Birsen, dedi ki, ‘bomba atabilsinler diye delinen tavandan demir kafes içinde bir şey indirdiler, kapkara duman çıkarıyordu, erimeye başladım…’
Biz de öyle olduk, dedim…Kimyasal gazla yakıldık, sırtım başım sağlamken derim sıvılaştı, tebahür edip uçtuğumu sandım. Etraftakilerden saç ve deri yanık kokusu geliyordu. ‘Sonra’ dedi Birsen, ‘önümde saçlar uçuşmaya başladı. Uzandım, benim saçlarımmış… Önce gaz odalarından geçirildik, sonra fırınlarda yakıldık."
Ebru dedi ki, "Yarı baygın durumdaydık. Kendimizi gazdan savunacak ıslak havlu dışında bir şey yoktu elimizde. Deliklerden sinir gazı ve biber gazı püskü rtmeye başladılar. Sinir gazı boğulma etkisi yaratıyor. Öleceğinizi sanıyorsunuz, çıldıracak gibi oluyorsunuz. Artık nefes alamaz hale gelmiştik. Koğuştan kurtulmalıydık. Sürüne sürene kapıya yaklaştık. İşte o anda kapı girişini yaktılar. Tavandan yayılan bir yangındı bu. Çığlıklar yükseldi. Vücudum alev almadı ama ani bir sıcaklık hissettim. Bazı arkadaşlar alev makinesi tutulduğunu görmüş. Yananların çoğunun elbiselerinde yanık izi yoktu. Ancak bedenlerimiz kavrulmuştu. Yandığımı hissetmedim. Elimi başıma götürdüğümde derimin sıvı gibi eridiğini gördüm. Alev yok. Sıvı ya da gaz, yakıcı bir kimyasal madde olabilir. Tavandan üzerimize döküldü ve yüksek ısıyla birleştiğinde kafa derimi, yüzümü, kollarımı ve sırtımı kavurdu. Kendimi kaybetmişim."
Anlayacağınız, kimimiz bacağından, kimi kolundan, kimi hayatından oldu.
Kimimiz kör, kimimiz felç oldu… Böyle kolayca söyleniverdiğine bakmayın, ölümün böylesi zor, çok zor… İnanın, anlatması ölmekten de zor.
İçişleri bakanı Tantan ölüm oruçlarının sahte olduğu beyanında bulundu.
Sağlık bakanı Durmuş, durumları iyidir dedi, vitamin alıyormuşuz.
Başbakan Ecevit IMF için mapusanelere düzen verdiklerini,katliamı biz teröristleri kendi terörizmimizden kurtarmak için yaptıklarını belirtti.
Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün ifadesiyle ‘devletin şefkatli eli’ can güvenliğini korumak zorunda olduğu tutsaklara uzandığında, kimyasal silahları, gaz ve sinir bombalarını kullandı. 14 saat süren operasyonla Bayrampaşa’da altısı kadın 12 mahkum diri diri yanarak katledildi. Yirmi cezaevinde uygulanan operasyonda 32 ‘mizin öldüğü, 600’den çoğumuzun sakat kaldığı, hapishane lerin yerle bir olduğu bu katliamı başarılı bulanlar vardı. Bakan H.S.Türk, "İnsanların göz göre göre ölüme sevk edilmesine devletin seyirci kalması düşünülemez. Bu nedenle 20 cezaevinde bir müdahale kaçınılmaz hale gelmiştir. Müdahalenin amacı, insanların hayatını kurtarmaktır. Operasyon şu ana kadar tam bir başarı ile yürütülmüştür. Herhangi bir zayiat yoktur” dedi.
Şimdi adelet (!) arayışında olanlar, yani kendi anladıkları adaletin ardı sıra yürüyenlerin kongresinde.
O operasyonda kolu kopan Veli Saçılık ve dönemin adalet bakanı H.Sami Türk Çanakkale’ye çağrıldılar. İkinci adın çağrılması tartışmaya yol açtı elbet. Saçılık isyan etti.
Türk mazeret beyan etti…
Bu adın, adı adalet olan kurultaya davet edilmesi, biz ölüler için ölümden de acı, haberiniz olsun…
Hallerimiz kimilerine ibret olsun.
CHP niye çağırdı, gideydi ne söyleyebilecekti, pek merak ettik, ama, haklısınız, ölüler merak etmez, bi zahmet diriler etsin…
Ve ey dünya, sana da bi çift sözümüz var, ömrümüzü yalan, halimizi harap kılan dünya, ‘adaletin bu mu dünya?’