Türkiye’nin 20 Ocak’ta başlattığı Afrin operasyonu devam ederken, bölgesel ve küresel aktörlerin Ortadoğu bağlamındaki konumlarını bir kez daha hatırlamakta fayda var. Suriye krizinin patlak verdiği 2011 yılı başlarında küresel ve bölgesel aktörler şu şekilde dizilmişti: Benim Batı Bloku olarak adlandırdığım grupta ABD, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar ön plana çıkmaktaydı. Karşısında ise, yine benim Asya Bloku olarak adlandırdığım Rusya, İran, Irak ve Suriye yer alıyordu. Ancak zamanla, daha doğrusu 2011 yılının sonlarına doğru Batı Bloku kendi içinde çelişkiler yaşamaya başladı ve 2012’de, Suriye’de PYD öncülüğündeki Kürt kantonları oluştuktan sonra, artık ABD ve Türkiye giderek birbirinden uzaklaşmaya başladı. Zamanla Suudi Arabistan da, özellikle 2017’de patlak veren Katar krizinden sonra Türkiye’den uzaklaşınca, artık sadece Türkiye ve Katar aynı blokta kaldı. Ancak bütün bu zaman zarfında Asya Bloku giderek birliğini pekiştirdi ve Suriye krizinin kazananları olarak ilişkilerini daha ileri bir aşamaya taşıdı. Hattâ İran ve Rusya stratejik bir ilişki kurdu.
Bölgesel ve küresel güçlerin şimdiki konumu
Suriye bağlamında aktörlerin bugünkü sıralanışı ve politikaları ise kabaca şu şekilde: Rusya ve İran, Esad rejiminin (veya Esat gittikten sonra da gene Şii bir iktidarın) tüm Suriye’yi denetim altında tutması için mücadele etmekte. Her iki ülke Suriye’nin teritoryal anlamda ülke bütünlüğünü savunuyor; ancak ülkenin nüfus yapısının, idari anlamda üniter bir yapının varlığını sürdürmesine imkân vermeyeceğini de biliyor. Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruması hususunda Türkiye de Rusya ve İran ile aynı düşünceyi paylaşmakta. Buna ilâve olarak Türkiye, Suriye’deki idari yapının da üniter olmasını çok daha ısrarla arzuluyor. İşte Rusya, İran ve Türkiye’nin Astana ve Soçi süreçlerinde bir araya gelmesinin temelinde, Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruma noktasındaki bu hassasiyetyatmaktadır. (Öte yandan şimdiye kadar ABD ve diğer Batılı ülkeler de aksi yönde bir görüş belirtmiş bulunmuyor.)
Özetle, Rusya ve İran, Şii nüfusun egemen olduğu eski Suriye’yi tercih etmekte. Türkiye ise Sünni Arap nüfusun egemen olduğu birleşik bir Suriye’yi kendi çıkarlarına daha uygun görmekte. Ancak sahadaki gerçek, ne Türkiye, ne de Rusya ve İran’ın istediklerini hayata geçirmesine elverişli. Çünkü Suriye nüfusu, (1) Arapların yanı sıra önemli miktarda Kürt (yüzde 11) ve Hıristiyanlardan (yüzde 9); (2) yüzde 13 oranındaki Şiilere karşı yüzde 74 oranında Sünnilerden oluşuyor. Zaten “Suriye” adın da Asuri (Süryani) ülkesini çağrıştırmakta. Eğer dünya henüz Soğuk Savaş koşullarında olsaydı, o zaman Suriye meselesi en güçlü olanın istediği çözüme kavuşurdu. Ancak Soğuk Savaş da biteli çok oluyor.
Rusya ve İran, PYD’nin tamamen denklem dışı kalmasını istemez
Rusya ve İran, Soğuk Savaş sonrasında Suriye’de Şii azınlığın hem teritoryal hem de idari mutlak hâkimiyet kuramayacağını kabullenmiş durumda. İşte bu reel durumun kabulü, iki ülkenin daha esnek politikalar üretmesini sağlıyor. Rusya’nın PYD’yi Kürt halkının haklarını savunan bir güç olarak tanıyıp Moskova’da temsilcilik açtırması bundan kaynaklanmakta. Rusya ve İran, Şii azınlığın ancak özerk veya federal bir sistem içinde Suriye’de iktidarda kalabileceğini hesaplıyor. Yine Rusya ve İran, bu özerk yapının Sünni Arap nüfusun egemenliği altında gerçekleişmiyeceğini görüyor. Zira Sünni Arap örgütleri, aynen Esat yönetimindeki Şii azınlığın sahip olduğu ayrıcalıklarla tüm ülkeyi yönetmek istemekte. Nasıl Saddam sonrası Irak’ta, Şii Araplar, nüfus çoğunluğu avantajı üzerinden tüm ülkeyi istedikleri gibi yönetiyorsa, Suriye’deki Sünni Araplar da Suriye’yi aynı şekilde yönetmeyi arzuluyor. Belki de bu nedenle, son yedi yılda özellikle Sünni Arap kesimden, Suriye’yi demokratik bir yönetime kavuşturacak somut bir formül veya siyasi proje çıkmadı. Aksine, Sünni Arap nüfus, neredeyse bütün dünya tarafından terör örgütleri olarak kabul edilen IŞID, El-Kaide ve El- Nusra gibi radikal cihatçı örgütlerle anılmaya başladı.
Rusya ve İran, Türkiye’nin Afrin operasyonu bağlamında PYD’nin Suriye’deki gücünün azalmasını kendi çıkarları açısından uygun buluyor. Ancak ne Rusya ve ne de İran, ÖSO’nun veya diğer bir Sünni Arap örgütünün, Kürtleri tamamen denklemin dışında bırakmasına rıza gösterir. Çünkü sahada sesleri gür çıkan Sünni Araplar, Kürtlerin, Şii Arapların ve Hristiyanların olmadığı bir “dikensiz gül bahçesi” özlemi içinde. Şüphesiz bu da Rusya ve İran’ın işine gelmiyor. Rusya ve İran, göbekten Şam’a bağlı olacak ve aynı zamanda Sünni Arap nüfusu dengeleyecek özerk bir Kürt bölgesini tercih eder. Uluslararası basında, Rusya’nın Afrin harekâtında hava sahasını Türkiye’ye açmasının en önemli nedeni olarak, PYD’nin Deyr el-Zor’daki petrol sahalarından çekilmemesi ve Rakka kenti ile birlikte buraları Suriye rejimine bırakmaması gösteriliyor.
Görünen o ki Rusya ve İran, Afrin bölgesinin uzun vâdede Şam rejimini yıkmayı hedefleyen muhalif Sünni Arap gruplarının denetimine geçmesini istemeyecek. Zira PYD daha ilk günden itibaren Şam rejimini yıkmayı hedef almadı; aksine, Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruyacak özerk veya federe bir yönetim talebine odaklandı. Hattâ Esat rejimi, ayrılıkçı olarak gördüğü diğer Kürt örgütlerinin bölgede hâkimiyet kurmasından ziyade, Suriye’nin birliği çerçevesinde Kürt meselesine çözüm üretmek isteyen PYD’nin Kürt bölgesinde etkin olmasını istedi ve bu anlamıyla PYD’ye kolaylıklar sağladı. Yine Rusya ve İran, Türkiye’nin desteğiyle Afrin, Azez, Cerablus ve yarın Münbiç’i, hattâ Cizre’yi denetim altına alan veya alacak Sünni Arap unsurların, Şam’da Şii bir oluşuma yaşam hakkı tanımayacağını da biliyor. Onun için Türkiye, ÖSO ile birlikte Afrin ve bölge üzerindeki etkinliğini artırmaya çalıştıkça, İran ve Rusya’nın muhalefetiyle karşılaşacak. Rusya bir müddet sonra hava sahasını tamamen kapatabileceği gibi, Suriye’deki özerk bir Kürt oluşumunu kendi bekası için bir tehdit olarak görmeyen (tersine, kendi Şii Hilâli projesine yararı olacağını düşünen) İran da PYD’ye lojistik destek sağlamaktan geri durmayacak
.
Türkiye, Rusya-İran stratejik ortaklığının neresinde olacak?
Rusya ve İran’ın, Türkiye’nin sınırlı bir Afrin operasyonuna yeşil ışık yakmalarının bir nedeni de, Türkiye’yi NATO’dan ve Batı blokundan uzaklaştırmak, hattâ çıkartmak. Asıl mesele, Türkiye’nin Batıdan kopması durumunda duracağı yerle alâkalı. Ortadoğu gibi belalı bir coğrafyada Türkiye’nin bağlantısız bir ülke rolünü oynaması kolay değil. Şüphesiz diğer bir soru da var: Acaba Rusya ve İran, Ortadoğu özelinde geliştirmiş oldukları stratejik ortaklıkta Türkiye için nasıl bir rol tasavvur etmekte?
Tarihte Osmanlı , Rusya’ya karşı 11 kez, 1514-1823 arasında İran’a karşı da 13 kez savaştı. Elbette tarih tekerrür etmez ve geçmişe takılmamak gerekir. Ancak benim merak ettiğim iki husus var: (1) Rusya-İran ittifakında önemli bir unsur, Türkiye’nin nüfuzunun Türkî cumhuriyetlere doğru uzanmasını engellemek. Acaba iki ülke bu hususta Türkiye ile ortak bir zemin bulabilecek mi? (2) Şii Hilâli projesi Ortadoğu’daki enerji güzergâhlarının denetiminin ABD’den Rusya ve İran’a geçmesini sağlamaya yönelik bir strateji. Türkiye’nin bu ortaklıktaki yeri ne olacak? Bir de ilâve bir bonus sorusu soralım: ABD Ortadoğu’yu Rusya ve İran’a bırakıp kaçacak mı?