23Haziran’da İstanbul seçimleri yenilenecek. 31 Mart’ta İstanbul’u az farkla kaybeden AK Parti, tüm umudunu 23 Haziran’a bağlamış bulunmakta. İlk turda olduğu gibi bu kez de Kürt seçmenin eğilimi İstanbul’un kaderini belirleyecek gibi görünüyor. Zira İstanbul’a Kürt illerinden göç etmiş olan nüfus, İstanbul toplam nüfusunun (resmen 15,067,724; bkz http://www.nufusune.com/istanbul-nufusu) üçte birini aşıyor.
“İstanbul’da en çok nereli yaşıyor?” sorusuna, Doğu illerini baz alarak cevap vermeye kalktığımızda, şöyle bir tablo ile karşılaşıyoruz (bkz Sabah gazetesi, 07.06.2017):
Adıyaman 197,945; Ardahan 251,586; Ağrı 195,467;
Batman 139, 517; Bingöl 141,036; Bitlis 225,189:
Diyarbakır 217,984; Elazığ:149 bin 621; Erzincan: 304 bin 554;
Erzurum 421,399; Gaziantep 86, 500; Hakkâri 140,000;
Iğdır 94,757; Kahramanmaraş 105,228; Kars 293,263;
Kilis 40,346; Malatya 408,055; Mardin 242.863;
Muş 163,077; Siirt 237,371; Sivas 752 bin 808;
Şanlıurfa 135,306; Şırnak 38,258; Tunceli 85,151;
Van 222,076.
Kuşkusuz Doğu’dan İstanbul’a göç etmiş herkes Kürt değil; ancak bir kere, başta Orta Anadolu olmak üzere batıda da ciddi bir Kürt nüfusun yaşadığını unutmamak gerekir. İkincisi, İstanbul Türkiye’nin tüm illerinden göç alıyor. Dolayısıyla İstanbul’a Ankara, Konya, Sivas, Nevşehir ve Samsun gibi illerden gelen Kürtler de var ve bu Kürtlerin oranı, doğudan gelip Kürt olmayan nüfus ile eşdeğer kabul edildiğinde, İstanbul nüfusunun yaklaşık üçte birinin Kürt olduğunu söyleyebiliriz.
Bugüne değin Kürtler hiçbir seçimde yekpare bir şekilde oy kullanmadı. Ancak ağırlıklı olarak hangi tarafa meylettilerse, o tarafın kazanmasını sağladılar. Kısacası, İstanbul’da seçim kazanmanın anahtarı Kürtlerde.
İstanbul Kürtlerinin özellikleri
İstanbul tarih boyunca Kürt siyasi ve entellektüel hayatının en önemli merkezi oldu. Kürtlerin ilk sivil ve siyasi örgütlenmeleri çoğunlukla İstanbul’da başladı. Kürt Talebe Hêvi [Umut] Cemiyeti daha 1912’de İstanbul’da vücut buldu. Jîn gazetesi (1918) İstanbul’da yayın hayatına başladı. En önemlisi de Kürdistan Teali Cemiyeti, 30 Aralık 1918’de İstanbul’da kuruldu. Osmanlı döneminde Âyân Meclisi Başkanlığı yapan Seyit Abdülkadir, Kürdistan Teali Cemiyeti başkanıydı. Kürt aristokrat tabakasında seçkin bir yeri olan Bedirhaniler, Cemilpaşazadeler ve Babanlar, Kürdistan Teali Cemiyeti’nde önemli görevler almıştı. Mübalağa gibi görünebilir, lâkin Osmanlı döneminde İstanbul’daki “Kürt hammallar” bile örgütlüydü.
Kemalist rejimin katı ulusalcı uygulamaları, İstanbul Kürtlerinin uzunca bir dönem sesi ve soluğunu kesse de, ülkedeki her demokratik dalgalanmada İstanbul Kürtleri, kimi zaman kurdukları derneklerle, kimi zaman çıkarttıkları yayınlarla mutlaka ses verdi. Bugün bile İstanbul, Kürt entellektüel yaşamın merkezine oturmakta.
İstanbul Kürtlerini kabaca iki guruba ayırmak mümkündür. Birincisi, henüz Osmanlı döneminden beri İstanbul’da meskûn Kürtlerdir. İkincisi Cumhuriyet döneminde, özellikle 1990’lardaki köy boşaltmaları sırasında yerlerini ve yurtlarını terk ederek İstanbul’a yerleşmiş olanlardır. Birinci gruptakilerin çoğu dillerini yitirmiş olmalarına karşılık Kürt kimliği ve aidiyetini korur. İkinci gruptakiler hem ana dillerini bilir, hem de siyasi olarak daha çok bilenmiştir. Birinci gruptakilerin geldikleri coğrafyalar ile ekonomik bağları zayıftır, zira bağ, bahçe ve diğer topraklarını çoktan elden çıkarmışlardır. İkinci gruptakiler yerlerini apar topar terk ettiğinden, hemen hepsinin bölgede belirli oranda mülkleri bulunur.
İstanbul Kürtleri, Kürt kesiminin en politize kesimini oluşturur. Zira çoğu eğitimlidir ve en az iki dil (Kürtçe-Türkçe) konuşurlar. Her ne kadar Kürt coğrafyasından bir harmanlamayı oluştursalar da, politik olarak daha çok Diyarbakır Kürtlerine benzerler. Yurt içinde Diyarbakır merkezli siyaseti, dışarıda Hewlêr’i (Erbil) yakından takip ederler. Ancak bu takip basit bir taklit değildir, zira yeri ve zamanı geldiğinde Diyarbakır veya Erbil merkezli politikaların en ciddi kritiğini de İstanbul Kürtleri yapar.
Seçimler bazında İstanbul Kürtlerinin tavrı
2000’ler sonrası dönemde İstanbul Kürtlerinin siyasi eğilimleri kabaca şöyle şekillendi: Alevi Kürtler ağırlıklı olarak CHP çizgisine yakın dururken, Sünni Kürtler AK Parti ve HDP yelpazesine oturdu. Dindar ve muhafazakâr Kürtler çoğunlukla AK Parti’yi desteklerken, seküler çizgideki Kürtler HDP’den yana tavır aldı.
31 Mart yerel seçimleri boyunca AK Parti’nin sarıldığı dışlayıcı milliyetçi söylem İstanbul Kürtlerini küstürdü.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 28 Şubatta Erzurum’da yaptığı konuşmada, “Bu ülkeyi bölemeyecekler. Kürdistan Kuzey Irak'ta. Çok seviyorlarsa oraya gitsinler. Benim ülkemde Doğu Anadolu var, Güneydoğu Anadolu var, Karadeniz var, Ege var, Marmara var. Ama benim ülkemde Kürdistan diye bir bölge yok” dedi. Bu açıklamadan bir hafta sonra, 5 Mart 2019 Eyüp Sultan mitinginde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aynı içerikteki konuşmasının dozu biraz daha sertleşti. HDP milletvekillerinin eleştirirken, “Kürdistanı çok sevenler Kuzey Irak’taki Kürdistan bölgesine defolsunlar oraya gitsinler. Bu ülkeyi bölemeyecekler. Ülkemizi parçalayamayacaklar” dedi.
Milliyetçilik dozajı oldukça yüksek olan bu türden konuşmaların, bölgedeki Kürtler üzerinde çok etkili olacağını sanmıyorum. Ancak batıda yaşayan Kürtler açısından durum çok farklı. Batıdaki Kürtler bu tür konuşmalardan ciddi anlamda tedirgin olur. En basit şekliyle, onların aklına 6-7 Eylül gibi kötü şeyler gelir.
Buna karşılık AK Parti’nin 31 Mart sonrası seçim stratejisinde daha kucaklayıcı bir dil kullanması Kürtler nezdinde olumlu karşılanmakta. Binali Yıldırım’ın Diyarbakır’da yaptığı konuşmada “İstiklâl mücadelesini başlatırken Ankara'da Büyük Millet Meclisi'ni toplayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün dâvet ettiği millet temsilcileri arasında Kürdistan mebusu da, Lazistan mebusu da vardı. Kardeşliğimizi bozmak isteyenlere asla prim vermeyeceğiz” demesi, ortamın yumuşaması açısından pozitif bir işaret oldu. Ancak yeterli değildir. Bu arada, Binali Yıldırım kendi çabalarıyla ortamı yumuşatmaya kalkarken Bitlis Belediyesi’nin şehirdeki Kürtçe tabelaları indirmesi ve akabinde, özürü kabahatinden büyük bir açıklama yapması, AK Parti içindeki “Truva atlarının” da sistematik bir çalışma içinde olduklarına işaret ediyor.
İstanbul üzerinden seçim vaatlerine baktığımızda, Kürt meselesi eksenli açıklamalarda, son 17 yıldır ilk defa CHP muhalefet olarak AK Parti’nin bir adım önünde gitmektedir. Örneğin Ekrem İmamoğlu, 18 Nisan’da Rudaw’a verdiği röportajda “Belediye Kürtçe kursu açacak mı” sorusuna, “neden olmasın” şeklinde cevap verdi. Binali Yıldırım aynı soruya Diyarbakır’da şu cevabı verdi: “Böyle bir ihtiyaç olursa tereddütsüz Kürtçe kursu da açarız. Tamamen arz, talebe bağlı bir şey. Oradaki kırmızı çizgimiz şu, anadil zaten serbest. Birçok Kürtçe kurs var. Belediye de rahatlıkla açabilir, problem yok. Burada şu yanlışa düşmemek lâzım. Kurs açmak, Kürtçe öğretmek, Kürtçe kitap yazmak, mahkemelerde savunma yapmak, Kürtçe avukatlık hizmeti almak, ana diliyle kendini ifade etmek ayrı bir şey, resmi dil olarak Kürtçeyi teklif etmek ayrı bir şey.”
Aynı şekilde, Kılıçdaroğlu’nun 27 Mayıs’ta “Kürtçe için Mecliste yasal bir düzenleme yapılması gerekir” şeklindeki sözlerine, iktidar cephesinde bir yanıt çıkmadı.
Sonuç olarak, AK Parti’ye küskün olan Kürtlerin 23 Haziran’da küskünlüklerini bir tarafa bırakıp tekrar AK Parti lehine oy kullanmaları kolay görünmüyor. Kürtler, kendi destekleri olmadığında kaybedeceğini bilen bir AK Parti’nin, başlangıçtaki muhafazakâr-demokrat kimliğine ciddî bir dönüş yaparsa Kürt sorununda daha âdil, samimi ve demokratik bir çözüm üzerine düşünebileceğini hesap ediyor.